Pek çok ticari araçta gördüğüm hayatın gerçekliğini anlatan çok güzel bir slogan vardır: Ömür biter yol bitmez.Kimi zaman çıkmaz bir sokağa girersiniz ve yolun bittiğini zannedersiniz, oysa, biraz geri alıp geldiğiniz yola çıktığınızda, önünüzde aslında sonsuz yolların olduğunu tekrar fark edersiniz.Şimdi Vatan’daki yolumdan ayrılma ve önümdeki sonsuz yollara düşme zamanım geldi.Bu bir veda yazısıdır.2006’nın aralık ayında başladığım bu yolculuğu 2013’ün temmuzunda bitiriyorum.Başta gazetenin sahibi Demirören ailesi olmak üzere Vatan’ı Vatan yapan sevgili arkadaşlarımla dün dostça el sıkıştık, arayacağım yeni yollarda yürümek için vedalaştık.Bu veda elbette benim için bir üzüntü kaynağı.Ancak kimseye kırgınlığım, öfkem, yok.Ülkenin içinde bulunduğu koşulları aklı başında olan herkes biliyor.O halde bir kurumu arkanıza alarak kavga etmenin, başkalarını zora sokacak davranışlarda bulunmanın, sorumsuzca kahramanlık yapmaya kalkmanın bir anlamı yok.Hem kendiniz hem de ülkeniz için mücadele edecek yolların yöntemleri hem de daha da başarılı olma olanağı mutlaka vardır.Bundan sonrasıVatan’dan ayrılmak yazı ve düşünce hayatından kopmak anlamına gelmiyor.Hiç kuşkunuz olmasın ki, ama sosyal medya üzerinden ama yazılı basından ama görsel basından elimden geldiğince, olanakların sağladığı kadarıyla sizlerle birlikte olmaya çaba harcayacağım.Bunun dışında gerek halk sohbetleri, konferanslar, paneller gerekse siyasi hiciv ve düşüncelerin ağır bastığı “Tek kişilik” gösterimle de sizlerin arasında olmaya devam edeceğim.Siyasetle ilişkiBu veda yazımda, muhtemelen başka medya organlarından duymuş olabileceğiniz bir bilgiyi daha paylaşmak istiyorum.Yaklaşık 8 ay önce bir grup CHP’li, akademisyen ve yazar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adaylığımı koymam için bir öneri getirdi.AKP’nin Refah Partisiyle başlayan serüveninde 20 yıldır İstanbul Büyükşehir Belediyesini elinde tuttuğunu, şu anda da çok güçlü olduğunu, CHP’nin tek başına seçimi kazanmasının zor göründüğünü, ancak bütün muhalefeti toplayabilecek bir adayın ortaya çıkması halinde bu engelin aşılabileceğini söylediler.Bu mümkün olabilir mi? Evet olabilir. Benimle ya da bir başka adayla.Önemli olan AKP zihniyetinin 20 yıllık iktidarından artık memnun olmayan kitlelerin gidebileceği bir adres bulunmasıdır.Anketle olurBundan iki ay önce, bu projenin giderek duyulmaya başlaması üzerine hem kendimi yıpratmamak hem de dedikoduların artmasını önlemek amacıyla CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret ettim ve bilgi verdim. Kendisi bunun cesurca ve heyecan verici bir girişim olduğunu belirtti.Kendisinden aday olmayı düşünen isimlerin önceden kamuoyuna sunulmasını ve bir anket yapılmasını rica ettim. Kılıçdaroğlu böyle bir öneriyi dikkate alacaklarını söyledi.Kamuoyu isterseBu durumda, eğer CHP öngördüğü adayları AKP’ye oy vermek istemeyen halka sorar ve burada ben diğer adaylardan önde çıkarsam adaylığımı koymaktan sakınmam. 36 yılını gazeteci olarak geçiren, siyaset, ekonomi, magazin, spor ve kent yaşamı üzerine binlerce yazı yazan biri olarak mücadeleme aynı zamanda bir siyasetçi olarak devam etmekten kaçınmam.Bu nedenle, bana, dürüstlüğüme, namusuma, ahlak ve vicdanıma, adaletli davranacağıma, kimseyle kin ve nefret gütmeyeceğime inanan, güvenen, İstanbul’da iktidarın karşısına aday olarak çıkmama gönül rahatlığı içinde evet diyenlerin desteğini rica ediyorum.Ve son sözVatan’da gururla çalıştım, başım dik olarak ayrılıyorum.6 yılda üç patronla çalıştım. Hiçbirinden beni kıracak bir davranışla karşılaşmadım.Hiçbir dönemde yazılarıma sansür konmadı, orası burası kesilmedi.Yazılarımı özgürce yazdım.Muhtemelen bir tahammül çemberi içinde tutuldum.Ama belli ki bir yere kadardı. Bu nedenle kimseyi suçlayamam.Başta çalışma arkadaşlarım olmak üzere, yazı hayatım boyunca destek, anlayış ve hoşgörülerini esirgemeyen tüm okurlarıma teşekkür ederim.Şimdilik hoşçakalın.
ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin üst üste üçüncü kez geldiği Türkiye’de yaptığı “Erdoğan’ın şu anda Gazze’ye gitmesini istemiyoruz” açıklaması çok önemlidir. Eğer bu sözlerin arkasında henüz bilmediğimiz bir başka pazarlık yoksa, Erdoğan’ın bir “one minute” de Amerika’ya çekmesi ve oyunu yüzde 70’e kadar bile çıkarma şansı doğmuştur.“Danışıklı dövüş” demiyorum ama Kerry’nin sözleri Başbakan Erdoğan’a müthiş bir fırsat kapısı açmıştır, üstelik sonuna kadar. Kerry’nin sözleri hiçbir şekilde diplomasiye uymamaktadır. Bu tür konuşmalar gizli toplantılarda yapılır ama kamuoyuna asla açıklanmaz.Çünkü bu açıkça bir ülkenin siyasetine doğrudan müdahaledir ve muhatap ülkenin gururunu zedeler. Bunun da ötesinde, baskıya boyun eğilmesi hâlinde o yönetim halkın desteğini bir anda yitirir. Ülke yönetimleri bir dış güce ne kadar bağımlı olurlarsa olsunlar, bu tür çıkışlardan son derece rahatsız olurlar ve bedeli ne olursa olsun kendilerini tavır almak zorunda hissederler.Başbakan Erdoğan da gereğini mutlaka yapacaktır. Amerika’ya büyük bir olasılıkla “Bize ne yapacağımızı siz öğretecek değilsiniz, bu sizin haddiniz değildir” diyecek ve belki de planlanandan daha önce, örneğin ABD gezisinden önce Gazze’ye gidecektir.Başbakan’ın ABD’ye rağmen Gazze’ye gidişi, Türkiye’de “büyük bir zafer” olarak algılanacağı gibi dünyadaki yankılanması da büyük olacaktır.“Gazze fatihi” Erdoğan’ı ondan sonra kimsenin tutması mümkün değildir.Bunun da ötesinde, ABD’ye kafa tutmuş, Gazze’ye gitmiş ve büyük zafer kazanmış bir Erdoğan’ın, başta PKK, Suriye, Irak, İran ve Kıbrıs konularında tavizler vermesinin ülke içinde hiçbir yankısı olmayacaktır. Gazze’nin fethi öyle bir büyük bir efekt yaratacaktır ki, geri kalan her şey bir anda teferruata dönüşecektir.Böyle bir durumda AKP’nin oylarının bırakın yüzde 60’ı bulması yüzde 70’leri zorlaması bile kimseyi şaşırtmamalıdır.‘Başlarına bir şey gelirse’ demek ‘başlarına bir şey gelsin’ demektirMedyada pek fazla yer almıyor ama akil denilen insanlar gittikleri pek çok yerde protestolarla da karşılaşıyorlar. İnternet sitelerinde ve bazı gazete ve televizyonlarda protestolara yer veriliyor elbette ama özellikle yandaş medyada tek satır yok. Onların haberlerinde sanki her yer güllük gülistanlık, bütün halk merak ve heyecanla akil insanların ağızlarına bakıyor ve onları hararetle destekliyor. Yandaş medyayı izleyenler ise bazı iktidar mensuplarının sözlerini hayretler içinde dinliyordur herhalde.Örneğin Mehmet Ali Şahin, çok “şahin” bir konuşma yaptı hafta sonunda. “Bu akil insanların kılına zarar gelirse muhalefetten hesabını sorarız” dedi. Normal koşullarda yandaş medyayı izleyenlerin sorması gerekmiyor mu “Hani her şey çok güzel gidiyordu, nereden çıktı bu kıllarına bile zarar gelmesi” diye.Kör gibi sadece bunları izleyenler elbette yine bir şey sormazlar ama Şahin’in sözleri çok vahimdir.Akil insanların kılına neden zarar gelsin ki? Herkes demokratik bir hak olarak isterse protesto hakkını da kullanır. Bu hakkı kullanmayı önlemek ve bir başka türlü baskı ve dayatma yapmak için herkesi tehdit etmek büyük haksızlıktır.Mehmet Ali Şahin “Olay çıkarsa” diyerek sanki “olay çıksın” der gibi konuşuyor.Şimdi de “Müslüman Kürt halkının sorunları”Terör örgütü ile pazarlık masasına oturmak, sürekli barıştan kardeşlikten söz etmek kulaklara hoş geliyor gerçi de, Kürt hareketi içindeki ayrım da giderek su yüzüne çıkmaya başladı. Dicle Üniversitesi’nde “karşıt görüşlü!” Kürt gruplarının çatışması toplumda pek algılamadı. Oysa durum hiç de iç açıcı değil. Kürt hareketinin BDP eliyle ve örgüt liderinin siyasi görüşüyle “soldan” ilerlerken, bölgedeki asıl güç “dinci Kürt hareketi” giderek daha gelişiyor.Hüda Par (Allah’ın partisi) adıyla örgütlenen dinci bir grup pazar günü Diyarbakır’da PKK’nın Nevruz’da yaptığı gösteriden daha büyük bir gösteri düzenledi. Tamamen “şeriatçı” söylemin kullanıldığı bu gösteride “Müslüman Kürt halkının sorunları” dile getirildi.Terör örgütü şimdilik bu kesimi elindeki silahın korkutmasıyla “geri planda” bırakıyor. Ama açılımın temel amacı, PKK hareketini tasfiye ettikten sonra bölgenin asıl gücünü ortaya çıkarmaktır.Akil denilenler nedense bu konuya hiç parmak basmıyor.23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hepimize kutlu olsun.
Sevgili okurlar; iktidar tarafından seçilip yurda dağıtılan, akil adı verilen kişiler gerçekten karış karış gezerek karşılarında buldukları kişilere “barışın iyiliğini” anlatıyor ve Türkiye’nin selameti için bu sürece destek verilmesini istiyor.Protesto ediliyorlarGerçi bu akiller gittikleri hemen her yerde protesto gösterileriyle de karşılaşıyorlar ama, çevrelerinde bir güvenlik duvarı olduğu için aldırmıyorlar. Buna rağmen bazı yerlerde toplantılarını hiç yapamadan gitmek zorunda bile kaldılar.Marjinallermişİktidar ise her yerden yükselen protestolara gözlerini kapatıp “bunlar marjinal işler” diye geçiştiriyor. İlgili bakan daha ileri gidip “onların kim olduklarını biliyor ve izliyoruz” diyor. Bu çok açık bir tehdittir ve gözdağı verilmesini amaçlamaktadır.Bıkmadan sorunProtestolar elbette olacaktır, ama sakin olunan yerlerde vatandaşların bıkmadan usanmadan bazı soruları sormaları gerekir. Çünkü belki bu sorulara verilecek cevaplardan “asıl amaçlananın ne olduğunu” öğrenmek fırsatını bulabiliriz.Düşman kim?Örneğin en can alıcı soru “düşmanın kim olduğu”dur. Eğer düşman varsa “barıştan” söz edilebilir. Düşman varsa savaş vardır. Bu akillerin ısrarla söylediği “savaş” kiminle kimin arasında yaşanmaktadır? Bu soruların cevabı nedir?Terörist ve halkOysa Türkiye’de bir savaş yok. Etnik bir kesimin kimi haklı şikâyetlerini öne sürerek bunları terör yoluyla çözmek isteyenler var. Türkler Kürtleri, Kürtler de Türkleri öldürmüyor. Terör saldırılarına karşı her devletin hakkı olan müeyyideler uygulanıyor.Soran savaşçı mı?Akillere sorulacak sorulardan biri de şu olmalı; “Neden bu konuda her soru soranı ya da kuşkusunu dile getireni hemen ‘savaşçı, insanların ölmesini isteyen, barış karşıtı’ olarak ilan ediyorsunuz, sizin söylediğinizin dışında bir çözüm yolu olamaz mı?”Barış mı teslim mi?Akil insan yakıştırması yapılanlardan biri, soru soran vatandaşa öfkelenerek “AVM’lerde bombaların patlamasını mı istiyorsunuz, ceset parçaları görmekten mi yanasınız?” dedi. Daha vahim bir söylem olabilir mi? Demek ki barıştan değil teslimiyetten söz ediliyor.AVM’lere bombaEğer barış süreci denilen şey iktidarın ve terör örgütü liderinin istediği biçimde yürümezse yine masum insanlar hedef olacak, sağa sola bombalar konacak.Bunun adına da “savaş” diyeceğiz ve “barış nutukları” atacağız, öyle mi? Saçmalık değil de nedir.Algı yönetimiAncak şunu da itiraf etmek gerekir ki, iktidar ve yandaşları, medyayı da pasifleştirerek, algı yönetimini fevkalade başarılı biçimde yürütüyor. “Barıştan yana mısın, değil misin?” sorusuyla milyonlarca kişi paralize ediliyor ve bu bir destek gibi sunuluyor.Elbette barış ve huzurŞurası kuşkusuz ki, “bak sonra bombalar başınızda patlar” türü tehditlere rağmen, halkın büyük bölümü terörün bitmesi için elden gelen her şeyin yapılmasını istiyor. Ancak sessiz çoğunluk yapılanları da ibretle izliyor ki, sonunun nereye varacağı kestirilemez.Halk izliyorBakmayın siz anketlerde çıktığı söylenen “büyük destek” sözlerine. Destek terörün bitmesi için, terörün ve terör örgütünün adeta kutsanması için değil. Halk “Şu terör başımızdan defolup gitsin” diyor o kadar. Önemli olan karşılığının ne olduğudur.Tesadüf değilAkiller çok açıktan söylemeseler de halkı “Öcalan’ın serbest bırakılması fikrine” alıştırmaya çalışıyor.Bununla eş zamanlı olarak Time Dergisi’nin bu teröristi “en etkili 100 kişi” arasına alması da asla tesadüf olamaz. Demek ki oynanan aynı zamanda uluslararası bir oyun.Net sorularİşte bu nedenle karşınıza gelen akillere çok net sorular sorun; “Öcalan’ın serbest bırakılmasını istiyor musunuz, ayrı bir özerk bölge olmasından yana mısınız, anayasadan Türk tanımının, Atatürk’ün çıkarılmasından yana mısınız” sorularını sorun mutlaka.Net cevaplarBu soruları sorunca net cevaplar isteyin. Uzun uzadıya felsefe yapmalarına izin vermeyin. “Sorum net, o halde siz de net cevap verin” deyin. Bunlara cevap alsanız da almasanız da tartışmayın bile, çünkü tartışmaları da istismar etmeye çalışıyorlar.CHP’nin durumuNe yazık ki tüm bu gelişmeler sırasında CHP’nin içine düştüğü durum çok hazindir. Koca parti fikrini bir deklarasyonla açıklamaktan bile yoksun. Parti içindeki kargaşalara bakışımı önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşmaya çalışacağım.Hepinize iyi bir hafta dilerim...Ben kimseye düşman değilim. Ama belli ki siz içinizde müthiş kin biriktirmiş ve hep savaşmışsınız ki şimdi barış diye çığlıklar atıyorsunuz.
Lig maçlarında çok alıştığımız ilk görüntü, takımların sahaya dizilmesi tüm stadyumun hep bir ağızdan İstiklal Marşımızı okumaları.Böyle bir kural yok elbette.Ama bu 80’li yılların sonunda “teröre karşı duyulan öfkenin” bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı.İlk başlarda, takımlar böyle bir şeye hazırlıklı bile değildi.Ama tam maç başlarken tüm tribünler ayağa kalkar ve İstiklal Marşı’nı okumaya başlardı. Doğal olarak maç başlamaz, hakemler ve futbolcular da esas duruşta marşı dinlerdi.Bu ilk başlarda stadyumda “kakafoni” yaratıyordu, çünkü nedense biri komut vermezse hep bir ağızdan İstiklal Marşımızı söyleyemiyoruz.Bu olay her maçta yaşanmaya başlanınca, takımlar da çareyi buldular. Seremoni sırasında hakemler ve takımlar yanyana dizildiler, stadyum hoparlöründen İstiklal Marşı sesi yükselince kalabalıklar marşımızı daha güzel okumaya başladı.Bu gelenek yıllardır bozulmadan sürüyor.Ama şimdi durum farklı artık.Teröristlerle pazarlıklar yapıyoruz, Anayasamızdan Türk’ü, milliyetçiliği, Atatürk’ü çıkarmak için çabalıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin rumuzundan bile birileri rahatsızlık duymasın diye TC’yi kaldırıyoruz.Artık sıranın lig maçlarında “teröre lanet” amacıyla okunan İstiklal Marşı’na da geldiğini zannediyorum.Çünkü bunun da “süreci bozar” diye kimilerini rahatsız ettiğini bilmemek safdillik olur.Evet, bakalım “Maçlarda artık İstiklal Marşı okunmasın” da denilecek mi?İşte bu haftanın fıkralarıBu hafta da Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla keyifli pazarlar dilerim..Adres değişikliğiBoşanma davası sonuçlanınca kadın otomobili devralmak için Emniyet Müdürlüğü’ne gitmiş. “Adreste bir değişiklik olacak mı?” diye sormuş memur. “Hayır” diye cevaplamış kadın. “Vayyy” demiş memur, “Evi de kaptık desene.”Afrika’dan mı?Kadın, jinekoloğa muayeneye gitmiş. Doktorun özel trapezli sandalyesine oturmuş. Muayene başlamış. Kadının kontrolde gerginliğini almak için ortaya bir mevzu atmak isteyen doktor onun sandaletlerinin altındaki “Afrika” yazısını görünce “Afrika’dan mı geldiniz?” diye sormuş gülerek. “Hii, inanamıyorum” demiş kadın, “Hâlâ mı belli?”Uyku diyeti“Zayıflamak için gittiğim diyetisyen bana bol bol uyku verdi” dedim. “Aa? Uykunun diyetle ne alakası var?” Cevapladım: “Olmaz mı hayatım. Uyurken yemek yiyemiyorum ki..”Başka yerde konuşKadın, salonda oturan kocasının yanına gidip “Seni çok seviyor ve senden başka bir şey düşünemiyorum” demiş ve “Ellerini ellerimde hissetmeyi o kadar özledim ki” diye devam etmiş. Adam, “Yahu şurada maç seyrettiğimi görmüyor musun?” demiş sinirlenerek, “Git şu telefon konuşmanı mutfakta yap yahu.. Tövbe tövbe!”Vaziyet ciddiAnnesi matematikten sürekli zayıf notlar alan çocuğunu, bir faydası olur düşüncesiyle Katolik okuluna göndermiş. Çocuk bu sefer hep tam not almaya başlamış. Sebebini merak edip sene sonunda oğluna sormuş, “Yavrum ne değişti?” diye. “Ya anne” demiş çocuk, “Okulun ilk gününde girişte matematikteki artı işaretine kollarından çivilenmiş adamı görünce kendi kendime ‘oğlum şaklabanlığın gereği yok, vaziyet ciddi’ dedim..”Gani Yıldız’dan seçmelerTeröristbaşı yeni mektubuna, “Saygıdeğer Türkiye Halkı” diyerek başlamış. Kendisine bu kadar saygı gösterilince o da saygıda kusur etmek istemiyor olmalı.***Yeni yasayla geçiş üstünlüğü kazanacak olan milletvekilleri trafikte ambulans muamelesi görecekmiş. Bari her vekil arabasına trafiğin “hasta ettiği” birkaç vatandaş alsa!***AKP’nin emeğin hiçbir türlüsüne saygısı yok. Bkz. Emek Sineması.***Ergenekon sanıkları, “Yargılama sürecini tanımıyoruz” demiş. İsteseniz de tanıyamazsınız, zira bu süreç tanınmayacak halde.***BDP’nin hazırladığı kanun teklifinde “Sayın Öcalan” ifadesi geçiyormuş. Hayırlı olsun. Böylece Sayın Öcalan (!) Meclis’e de girdi.***TBMM’nin yeni Halkla İlişkiler Binası’nda ithal granit kullanılmış. Her fırsatta yerli malını kullanmayı öğütleyenlerin bu tercihi, “Meclis’in PR’ı” açısından iyi olmamış.***Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “Fazıl Say o cezayı piyano çalmaktan almadı” demiş. Valla bu adalet sistemiyle bir gün piyano “çalmaktan” da alırsa şaşırmamalı.***Akil İnsanlar Heyeti Karadeniz’de yerin 560 metre altına inmiş. Harekete geçirdikleri toplumun fay hatlarını yakından görmek istemiş olmalılar.***İnsan hayatının 3’te 1’i yatakta geçiyormuş. Bu insan siyasetçi ise kalan 3’te 2’si de koltukta geçiyordur.
Başbakan Erdoğan’ın en yakın başdanışmanı Yalçın Akdoğan’dır. Medya ile ilişkilerini düzenler, gerekli gördüğü zamanlarda uyarılarını yapar, medyadaki yapılması gerekenlere ince ayar verir, bunların dışında gazetelerde bazen kendi adıyla bazen değişik bir isimle köşe yazıları da yazar.Akdoğan dünkü Star Gazetesi’nde enfes bir yazı yazmış. Medyanın sorumluluğu üzerine kaleme aldığı bu yazıda, yıllardır savunduğum, yazdığım ve ekranlarda söylediğim görüşlerin topluca olduğunu görünce önce çok şaşırdım, ama sonra bir gazeteci olarak çok sevindim.Medya organizasyonunun bir numaralı isminin özellikle gazeteci ahlâkı ve sorumluluğu üzerine bu kadar çarpıcı bir yazı yazması gerçekten demokrasimiz, hukukumuz ve fikir özgürlüğümüz için çok önemli bir katkı.Akdoğan’ın yazısındaki şu paragraf çok önemli. Şöyle diyor Başbakan’ın Başdanışmanı:Medya açısından ‘sorumluluk’ hem hakikati ve varolan haberi objektif ve doğru yansıtmaktır, hem de demokrasi, barış, kardeşlik, çözüm gibi ideallere sahip çıkmaktır. Çarpıtma, yalan haber, dezenformasyon ne kadar kötüyse; tahrik, tahrip, saldırganlık içine girmek ve çatışmayı, savaşı, ayrışmayı kışkırtmak da o kadar kötüdür. Değersizleştirme, itibarsızlaştırma, zarar verme, tahrip etme, sabote etme gibi amaçlar peşinde koşmak basın ahlakıyla örtüşen bir gazetecilik misyonu olamaz. Objektif olarak yapılan haberin, aktarılan bilginin istenmeyen bazı olumsuz sonuçlar doğurması başkadır, açıktan bu sonuçları doğurmak için çaba göstermek başkadır.Ne kadar doğru.İşte yıllardır bunu söylüyoruz. Çünkü bir bölüm medyanın bu tür sorumluluğu asla üzerine almaması ve tıpkı Akdoğan’ın yazdığı gibi davranması sonucu sayıları yüzlerce olan aydınımız, yazarımız, üniversite rektörümüz, akademisyenimiz, bilim adamımız, sendikacımız, iş adamımız, askerimiz yıllardır hapishanelerde çürütülüyor.Akdoğan’ın bu yazısı cümle yandaş kalemlerin de kulağına küpe olmalı.Gerçi Akdoğan, bu yazısını akil denilen adamları eleştiren, onlara sorular soran, kaygı ve kuşkularını dile getirenlere tepki olarak yazmış ama, o kadarı olacak artık. Önemli olan “başı sıkışmış olsa da” medyanın sorumluluğunu ve ahlâkını hatırlamış olmasıdır.Boston patlamasından sonra bir medya efsanesi de bittiTerör eylemlerinin medyadaki yansıma biçimi yıllardır çok tartışıldı. Özellikle son yıllarda, yandaşlar ve iktidar önünde boyun eğmek zorunda kalanlar ısrarla “terör olaylarını haberlerde geniş biçimde vermemek gerek, çünkü bu terörün de reklamı oluyor” dediler.“Terör olaylarını büyütmeyelim” diyenlerin en önemli dayanaklarından biri New York’taki 11 Eylül saldırılarından sonra Amerikan medyasında “kanlı görüntülerin” yayınlanmamasıydı. “Görüyor musunuz Amerikalıları” diyordu kimileri “Ülkelerine öyle bir sahip çıkıyorlar ki, bu kadar büyük terör olayından sonra bile medyaları çok sorumlu davranıyor.”Oysa o zaman da yazmıştım, 11 Eylül olaylarında zaten isteseler de “kan” gösteremezlerdi. Uçaklar binalara çarptı, iki gökdelen yerle bir oldu, cesetler hep enkaz altında kaldı. Yani ortada hiç kanlı görüntü yoktu. Ceset görüntüleri ise zaten hiçbir yerde yayınlanmaz ki.Ama son Boston bombalamalarından sonra bu efsane de bitti. Amerikan medyası olay anından itibaren yaralıları, yüzü gözü kan içinde kalanları hatta kopan bacakları kolları bile görüntülemekten çekinmedi.Çünkü bu görüntülere ulaşmak çok kolaydı, ortalık kan gölüydü ve hepsi yayınlandı.Bu yazımdan “terörün bütün sonuçlarını aynen yayınlayalım” anlamı çıkarmayın lütfen.Sadece durumu saptamak ve yıllarca savunulan ahmakça bir örneği sergilemek istedim.Alternatif “akil insanlar” toplanıyorİktidar bir yandan terörle pazarlıkları sürdürürken, diğer taraftan da artık sadece BDP’nin desteğinin alınacağı belli olan “yeni anayasa” çalışmalarını sürdürüyor. Bu anayasanın halka kabul ettirilmesi için de sözde barış sürecini anlatsınlar diye ülkeye dağıtılan “akil” insanlara bunun propagandasını yaptırıyor.Ancak Türkiye sadece bu siyasetten ve bu akil insanlardan ibaret değil.Aralarında eski ve yeni milletvekilleri, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, sendika yöneticileri ile basın ve üniversitelerin temsilcileri olan hayli geniş bir topluluk “dayatma anayasasına” karşı alternatif bir anayasa için “Milli Anayasa Forumu” oluşturdu.Aylardır, tıpkı iktidarın akil adamları gibi ülkeyi karış karış gezen, halka ne yapılması gerektiğini anlatan üyeler 23 Nisan günü, yani ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı gün, Ankara’da bir araya gelerek kamuoyuna bir deklarasyon yayınlayacak.
Emekli büyükelçi ve eski CHP milletvekili Şükrü Elekdağ’dan bir mektup aldım.Elekdağ mektubunda Türkiye’yi bölecek bir felaket senaryosu hazırlandığını ama kimsenin bunun farkında olmadığını vurgulayarak “Akil adamlar da halkı buna razı etmek için çabalıyor” diyor.Elekdağ’ın görüşlerini birlikte okuyalım:“Öcalan’ın Nevruz’da Diyarbakır’da açıklanan çağrısı sözde “barışçı çözümün” ipuçlarını içeriyor. Söz konusu çağrının odağını, Erdoğan’la Öcalan arasında mutabık kalınan Anadolu ile Mezopotamya’yı Türk-Kürt Federal Devleti çatısı altında birleştirme projesi oluşturuyor. Federal devletin, Kürt Federe Devleti ayağı, (1)Türkiye, (2) Irak ve (3) Suriye Kürtlerinden oluşacak ve coğrafi olarak Türkiye’nin Güneydoğu’sunu, Musul ve Kerkük’le birlikte Irak Bölgesel Kürt yönetimi topraklarını ve kuzey Suriye Kürt bölgesini kapsayacak. Çağrıdaki Misakı Milli vurgusu, Türk kamuoyunu sahte bir büyüme duygusu yaratarak etkilemek ve projeyi cazip göstermeyi amaçlıyor.Bu birleşik Türk-Kürt yapılanması Türkiye’nin öncülüğünde ve çabası ile sağlanacak. Bunun da ancak Türkiye’nin ağır bedeller ödemesiyle gerçekleştirilebilecek bir hedef olduğu açıktır. Zira, Irak Başbakanı Maliki, Musul ve Kerkük’ün Arap toprağı olduğunu ileri sürüyor ve Barzani’nin bu bölgeye ancak savaşla egemen olacağını vurguluyor. Diğer bir deyişle Erdoğan-Öcalan ortak projesinin uygulanması Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi demek. Bunun gerçekleşmesi için ise, Türkiye’nin hem Irak’la, hem de Suriye ile savaşı göze alması zorunlu.Diğer taraftan Türkiye’nin liderliğinde böyle bir yapılanma, İran Kürtlerini de cezbedeceği için, bu gelişme İran’ı müthiş rahatsız edecektir.İran esasen ABD’nin ve İsrail’in hedef tahtasında ve sürekli tehdit altındadır. ABD Kongresi İran’ı içinden çökertmek için 97 milyon dolarlık bir tahsisat ayırmıştır. Bu bakımdan Tahran, bölgedeki bu siyasi mühendislik ortamında ABD’nin yakın müttefiki Türkiye ile kendini daha baştan ismi konulmamış bir savaş içinde görecektir.Sonuçta Türkiye’nin kendisini, İran, Irak ve Suriye’den oluşan bir koalisyonla ardı arkası gelmeyen savaşlar içinde bulması kaçınılmaz olacaktır.Farz-ı muhal proje gerçekleşse dahi, kurulacak Türk-Kürt federasyonunun yaşama şansı yoktur. Çünkü Federasyonun ikinci kanadını oluşturan Kürtler velinimetleri olarak gördükleri ve biat ettikleri ABD ve onun yandaşı İsrail’in politikalarını gözü kapalı izleyeceklerdir.Zira, Erdoğan-Öcalan ikilisi tarafından lanse edilen bu projenin patenti esasında ABD’ye ve İsrail’e aittir. Bu durumda Federal devletin Türk ve Kürt kanatlarının çıkarları sürekli çatışma halinde olacak ve sonuçta Kürtler bağımsız bir devlet olarak ayrılacaklar ve ABD ile İsrail çıkarlarının Ortadoğu’daki bekçisi rolünü üstleneceklerdir.Yani Anadolu-Mezopotamya projesi, gerçekte, Bağımsız Büyük Kürdistan’ı Türkiye’ye kurdurtma ve bu bağlamda Güneydoğu’yu Türkiye’den kopartma projesidir. Tabii bu projenin bir amacı da, bölgede ABD’ye meydan okuyan ve İsrail’i tehdit eden İran’ı ve müttefiki Suriye’yi ezmek ve bölmek, böylece İran-Suriye-Hizbullah ittifakını tahrip etmektir.Kendini büyüklük kompleksi girdabına kaptırmış olan Başbakan Erdoğan, ABD tarafından övülen ve desteklenen bu projenin Türkiye’yi bölge ülkeleriyle kanlı bıçaklı hale getirecek ve nihayetinde Türkiye’nin bölünmesiyle sonuçlanacak bir felaket senaryosu olduğunun maalesef farkında değildir.Sözde akil adamların misyonu da Türk halkını bu felaket senaryosuna razı etmektir.Saygılarımla...”Bugün Ataşehir’de “perde” diyorumİlkini Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde yaptığım “Canın sağolsun Türkiyem” adlı tek kişilik gösterinin ikincisi bugün Ataşehir Zübeyde Hanım Öğretmenevi’nde sahneleniyor.Merak edenler için yazayım, ilk gece çok güzel geçti. Salonu tamamen dolduran coşkulu bir kalabalık önündeydim. Açıkçası çok heyecanlandım. Bir gösteri için sahneye çıkmak, televizyonlarda, açık oturumlarda konuşmaya pek benzemiyor.İzleyenler “çok beğendiklerini” bunun da ötesinde “çok şaşırdıklarını” söylediler.Daha önce de yazdığım gibi “eğer talep gelirse” bu tek kişilik gösterilerime devam edeceğim.Sincan’da ironik tahliyelerDarbe kapsamında yürütülen 28 Şubat soruşturması sanıklarından emekli albay Alican Türk’ten yeni bir mesaj daha aldım. Alican Türk Sincan’dan yapılan tahliyelerle ilgili ilginç bir bilgi vermiş: “Meclis’te kabul edilen 4’üncü Yargı Paketi’nden KCK’lıların büyük bölümü sözde yararlanamayacakmış.Yalan!.. Çünkü Sincan’daki bütün KCK’lılar tahliye oldu bile. Üstelik giderken koridorda karşılaştıkları tutuklu bir komutanıma da takılmadan edememişler:‘Ohoo, siz daha çook yatarsınız!’Ve eklemişler: Bizim arkamızda siyasi güç var, ya sizin?”
Suriye’deki iç çatışmalardan sonra Türkiye “insani yardım” için kollarını açtı. Yüz binlerce Suriyeli mülteci Türkiye topraklarına geçerek canlarını kurtarma şansı buldu. Buna elbette hiçbir sözümüz olamaz. Ancak yardım sadece bununla sınırlı değil.Türkiye’nin Suriye’deki rejime karşı, ne olduğu belirsiz silahlı militanlara silah ve mühimmat desteği yaptığı gibi, bunları eğittiği hatta bazı resmi-yarı resmi güçlerin Suriye’ye geçerek çeşitli eylemlere katıldığı da söyleniyor.Bunlar özellikle yabacı medya tarafından sıkça dile getiriliyor, Türkiye’de ise tek tük yazılara rastgeliyoruz. CHP Adana Milletvekili emekli büyükelçi Faruk Loğoğlu bütün bu iddiaları bir araya getirerek Başbakan Erdoğan tarafından cevaplanması talebiyle bir soru önergesi hazırlamış.Gerçi “kritik” konularda hükümet soru önergelerini cevaplamayı pek sevmiyor ama, en azından bu soruların kamuoyu tarafından bilinmesi gerek.Bakın Loğoğlu hangi soruları sormuş:1- Mart 2011’den Nisan 2013’e kadar geçen süre içinde Suriyeli muhaliflerin Türkiye’den aldıkları yardımların çeşitleri ve miktarları nedir?2- Bu yardımların toplam maliyeti ne kadardır?3- Söz konusu maliyet hangi kurumun ödeneğinden karşılanmaktadır?4- Suriye rejimine bağlı güçlerin muhaliflere yönelik yaptıkları operasyonlarda ele geçirdikleri silahların içinde çok sayıda Türk malı silah yer almaktadır. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?5- Suriyeli muhaliflerin Adana’daki İncirlik Hava Üssü’nde ve Hatay’daki kamplarda eğitim gördüğüne yönelik istihbaratçı ve uzmanların iddiaları konusunda ne düşünüyorsunuz?6- Uluslararası ve ulusal basında, Ankara Esenboğa Havalimanı’nın Suriyeli muhaliflere silah aktaran ana istasyon konumuna geldiğine ilişkin haberler çıkmaktadır. Bu haberlere göre, CIA tarafından tespit edilen muhalif gruplar için, zengin Arap devletleri Hırvatistan’dan silah satın almakta ve bu silahlar Esenboğa Havalimanı ve Türkiye’deki diğer noktalar üzerinden Suriyeli muhaliflere ulaştırılmaktadır. Hava trafik dataları da bu iddiaları doğrulayacak şekilde Hırvatistan, Ürdün ve Suudi Arabistan uçaklarının Türkiye’deki hareketliliğini kayda geçirmiştir. Bu durumu uluslararası hukuk ve iyi komşuluk ilişkileriyle nasıl bağdaştırıyorsunuz?7- Esenboğa Havalimanı’ndan Suriyeli muhaliflere silah sevkiyatı yapılmasının hukuki temelleri nelerdir?8- Yemen’de, son bir yıl içinde, defalarca, Türkiye menşeli silahlar yakalanmıştır. Silahlar ilk ele geçirildiğinde, Dışişleri Bakanlığı konuyu araştıracağını ve silahların izinsiz olarak gönderildiğini söylemiştir. Fakat, aynı ülkede yine Türkiye menşeli silahların yakalanması soru işaretlerini artırmaktadır. Bu konuda dahli ya da ihmali olduğunu düşündüğünüz kurum ya da kişiler kimlerdir? Yemen’de yakalanan silahlar konusunda bir soruşturma açtınız mı? Açtıysanız bu soruşturma hangi aşamadadır?9- Yemen’de yakalanan silahların silahlı Suriye muhalefetiyle bir ilişkisi var mıdır? Yoksa, söz konusu silahlar Yemen’deki Sünni-Şii çatışmasıyla mı ilgilidir.Demokrasiye uyulunca bir şey olmuyorAynı gün gerçekleşen üç olaydan söz etmek istiyorum.Birincisi Paris’te yaşandı. Bülent Arınç, bir uluslararası toplantıda konuşma yaptı. Konuşmasının sonunda bir grup Türk protesto gösterisinde bulundu. Ne itilip kakıldılar, ne yuhalandılar, ne de polisler azgın boğalar gibi saldırıp göstericilerin anasından emdiği sütü burunlarından getirdi.İkincisi Emek Sineması’nın yıkılmasını protesto edenlerin yaptığı gösteriydi. Bu kez polis su ve gaz sıkmadı, cop kullanmadı. Protestocular dertlerini söyleyip dağıldılr.Üçüncüsü, Galatasaray’ın en ateşli taraftarları olarak bilinen Ultra Aslanlar Fatih Terim’e verilen cezayı protesto etmek için Futbol Federasyonu önüne kadar yürüyüp bir siyah çelenk bıraktılar. Burada da polis gaz ve su sıkmadı, coplarını çıkarmadı.Demek demokrasinin vazgeçilmez kurallarından olan protesto hakkına şiddet kullanarak karşı çıkılmadığında hiçbir şey olmuyormuş.Devlet kendisiyle hesaplaşmıyorHaberi hafta başında Milliyet’in manşetinde okuduk.Devlet Bakanı Beşir Atalay “süreç!” için “devlet açıkgönüllükle kendisiyle hesaplaşıyor. Eskiden ‘hangi hataları yaptık, niye böyle oldu, niye bugünlere geldik’ diye devlet kendisiyle hesaplaştı. Hâlen o devam ediyor” demiş.Ancak bu gerçek değil. Terörle pazarlık masasına oturan iktidar, aslında bir “devlet hesaplaşması” değil de “iktidarın Cumhuriyet dönemiyle hesaplaşması” olarak yürütüyor bu çalışmalarını.Eğer gerçekten bir hesaplaşma olsa, iktidar süreçle ilgili ne düşündüğünü, neyi hedeflediğini maddeler hâlinde ortaya koyar ve uygulamaya çabalardı. Oysa bunun yerine seçtiği bazı adamlara, baskı kurduğu medyaya, yandaşlarına “Cumhuriyet devrim ve niteliklerini karalatan” açıklamalar yaptırıyor.“Yeni Türkiye” veya “Değişen dünya” sloganlarıyla Türkiye’nin kuruluş felsefesiyle hesaplaşması ve bunun artık ortadan kaldırılması amaçlanıyor.