Pazar günü Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın, Ergenekon nedeniyle gözaltına alınıp sonra serbest bırakılan eski YÖK Başkanı Prof. Kemal Gürüz’le yaptığı sohbet yayınlandı.
Polisler tarafından başına bastırılarak arabaya konup götürüldüğü savcılık tarafından elindeki naylon poşetle serbest bırakılan Kemal Gürüz, Ahmet Hakan’la konuşurken son derece “efendi”, “mülayim” ve “savcıları kızdırmayacak” sözler söylemiş. Aynı tavrı dün gece Kanal D ana haberde de tekrarladı.
Hakan’a göre Prof. Gürüz soruşturma ile ilgili yasaklar kalktığında daha “gür” bir ses çıkaracakmış. Bekleyip göreceğiz bakalım.
Benim dikkatimi çeken başka bir şey aslında. Ahmet Hakan sohbete giriş yazısındaki yorumunda bazı kodları açık ediyor.
Bu kodlar da demokrasi, hukuk bilincinden yoksun, söylenene inanan ve uygulayan, sormayan, eleştirmeyen, karşı çıkmayan biat kültürüne tabi olanların ortak özelliği.
Örneğin Ahmet Hakan, Gürüz’ü ABD karşıtı bir ulusalcı sanıyormuş, Gürüz ise “Amerikancı olduğunu” göğsünü gere gere söylüyor.
Ahmet Hakan, Gürüz’ün Sezer’le arasının çok iyi olduğunu sanıyormuş. Oysa Gürüz Sezer’le kanlı bıçaklıymış.
Ahmet Hakan, Gürüz’ü Bozkurtçu sanıyormuş oysa Gürüz tam bir Demirel’ciymiş.
Ahmet Hakan, Gürüz’ün küreselleşme karşıtı, sıkı bir Cumhuriyet Gazetesi okuru olduğunu sanıyormuş, oysa Gürüz tam tersiymiş.
Tabii Ahmet Hakan bu duygu ve düşüncelerinin henüz dincilik yaptığı ve biat kültürünü sahiplendiği dönemlerde böyle olduğunu söylüyor. Şimdi değil.
Ahmet Hakan’ın değişip değişmemesi beni ilgilendirmiyor, ama bugün biat kültürüne kendini adamış olanların en büyük yanlışı bu.
Biat kültürüne bağlı olanlar, kendilerinden olmayan herkesi sanki başka bir şeye biat ediyormuş ve kendileri gibi hep “sahibinin sesi” olarak davranıyormuş zannediyorlar. Çünkü zaten başka türlüsünü de anlamıyorlar.
Oysa demokrasiye ve hukuka gönülden inananlar hiçbir koşul altında aynı şeyi düşünmez, bir yerden emir almazlar. Sadece karşılıklı iletişimle zaman zaman ortak eylemlerin içinde olurlar.
Bu nedenle biat kültürüne boyun eğenler İlhan Selçuk’la İbrahim Şahin’in, Yalçın Küçük’le Veli Küçük’ün, Mustafa Balbay’la Levent Ersöz’ün, Sabih Kanadoğlu ile Doğu Perinçek’in aynı düşündüğünü ve aralarında hiçbir fark olmadığını sanırlar.
Bu ön yargıyla hareket ettikleri için de “kendi sahiplerinin” her propagandasına inanır, onların söylediği doğrultuda seslerini yükseltirler.
Biat kültüründe kimse eleştirmez, soru sormaz, yanlışa karşı çıkmaz, itiraz etmez. Ama bu kültürden gelmeyenler Ahmet Hakan’ı şaşırtacak biçimde “kanlı bıçaklı” hale bile gelebilir.
Demokrasiyi bilmeyenlerin bunu anlaması mümkün değildir. Bu nedenle biat kültürüne bağlı olanların ısrarla demokrasiden ve hukuktan söz etmesi komikten de öte abestir.
Ahmet Hakan’a, biat kültürü ile demokrasi arasındaki farkı, belki de istemeden çok iyi bir örnekle sunduğu için teşekkür borçluyuz.
Vay canına bir yıl olmuş
Sevgili Cüneyt Koryürek’i yitireli tam bir yıl olmuş. Dün kendisini sevenler hem yıllarca kullandığı Harbiye’deki ofisinin önünde hem de mezarı başında Koryürek’i andılar.
Yeniköy’deki mezarlıkta mezar taşına bakarken “Sanki dün birlikteydik” hissine kapıldım. Hemen oracıkta yapılmış puf böreklerini yerken bir darbenin olamayacağını, yanlışlıkların ve ülke aleyhindeki davranışların ancak “hukuk yoluyla” çözülebileceğini konuşuyorduk belki de.
Ya da üç yıl önceden konuştuğumuz “Ekonomik kriz gelecek, Amerikan imparotorluğu sarsılacak” savımızın son krizle birlikte nasıl gerçekleşmeye başladığı üzerinde tartışıyorduk belki de.
Sonra ne bileyim belki de aşkın yaşının olmadığını, insanın her yaş ve koşulda heyecan verici aşklara yelken açabileceğini tartışıyorduk hararetli biçimde.
Türkiye’nin çok yetenekli sporcularının kaynak bulamadıkları için heba olup gittiğini, iş dünyasını harekete geçirmek için çabalamamız gerektiğini düşünüyor da olabilirdik.
Kim bilir yaklaşan yerel seçimlerde sandıkların güven altında tutulması için “bir oyumuz var” kampanyasını bu kez hayata geçirmek için kolları sıvıyorduk. Bunların hepsi ihtimaldi tabii. Ama gerçek olan bir şey vardı. Cüneyt Ağabey sohbetlerin en heyecanlı yerinde puf böreği dolu tabağı önümden çekip “Yeter artık bu çirkin göbekle beğenileceğini mi sanıyorsun” diyerek iştahımı karartacaktı.
Obama’nın Amerika’sı
Amerika’nın ilk siyah Başkanı Obama bugün yemin edip resmen Beyaz Saray’a taşınıyor. Önceki akşam Başkanlık şenliklerini izlediniz mi bilemiyorum ama açıkçası gözümü alamadım. Dünya barışı için bu heyecan ve görkemin sürekli olmasını diliyorum.
Geçenlerde birkaç ay Amerika’da kaldıktan sonra dönen bir arkadaşımın izlenimlerini dinledim. Arkadaşım “Pek çok eyalete gittim, bir tek New York’ta kriz gözle görülmüyor ama diğer yerlerde durum feci” dedi.
Örneğin Las Vegas’a gitmiş. Dünyanın en büyük kumar ve eğlence merkezi bomboşmuş. Özellikle kumar salonları pek renksizleşmiş. Arkadaşım hiç kumar oynamadığı halde Las Vegas’ın en ünlü otelinin 135 metrekarelik süitinde 110 dolara kalmış.
Amerikan kamuoyu son günlerde en çok büyük finans kurumlarına para yatıran ve tüm servetlerini yitiren ünlü zenginleri konuşuyormuş.
Kısacası Obama’nın şenlik konuşmasında tanımladığı “Masasındaki faturaları ödeyemeyen Amerikalılar” herhalde yeni başkanın en büyük sorunu. Bakalım siyah başkan ne yapacak. Bizden hayırlı olsun...
Size kimse söylemedi mi?
Cumhurbaşkanı Gül’ün Mısır dönüşündeki basın toplantısı yürekler acısıydı. Gül, Türkiye’nin İsrail tarafından istiskal edilişini anlatırken çok zorlandı. Elbette İsrail’in vereceği bir yemeğe Türkiye’nin davet edilmemesi üzülünecek bir şey değil.
Ama insan düşünüyor; Dışişleri’nin bu konuda hiç mi teması olmadı, hiç mi bilgi alamadı. Sorun yemeğe katılmak değil, Orta Doğu’da “arabulucu” görevi üstlendiğinizi böbürlenerek anlatırken saf dışı bırakıldığınızın ortaya çıkmasıdır. Türkiye’yi uluslararası alanda böyle bir duruma düşürmeye herhalde kimsenin hakkı olamaz.
Demek ki Batı ülkeleri, Avrupa Birliği’ne girmeye çalışan Türkiye’yi bir Avrupa ülkesi olarak kabul etmiyor. İsrail ise kendisine gösterilen tepkilerin hıncını alıyor. Bizimkiler ise Türkiye’nin aşağılanmasını sineye çekip bahaneler anlatmaya çalışıyor.
Bu arada hepimizin gözü aydın. Cumhurbaşkanı’nın kulak sorunu geçmiş demek ki Mısır’a uçakla gitti. 20 gün önce Diyarbakır’a ve Erbil’e uçağa binemediği için gidememişti. Şifaya kavuşması hepimizi sevindirdi.