İnternet dizilerinde RTÜK ayak sesleri

18 Mart 2018

RTÜK yasası Meclis’ten geçtiğinden beri, internet dizileri derli toplu olmaya başladı, sevişme ve öpüşme sahneleri makaslandı.

Epeydir internet yayınlarına RTÜK yani Radyo Televizyon Üst Kurulu aracılığı ile denetim geleceği konuşuluyordu ve 15 gün kadar önce de internette düzenli yayın yapmak için RTÜK Lisansı torba tasarı olara Meclis’ten geçti. Yani, RTÜK’ün mesela internet dizilerini denetlemesi, uygun bulmadığı durumda ceza vermesi, hatta kapama cezası vermesi söz konusu. Tabii bu durumdan sadece Puhu TV, Blue TV vs etkilenmeyecek, YouTube, Periscope, Spotify hatta Instagram aracılığı ile yapılan yayınlar da kontrole tabii olabilecek. Bakanlar açıklamalarında “doğru yayıncılığı engellemek gibi bir niyetimiz yok” diyor! Tabii artık “ne” ise ve “kime göre” ise o ”doğru” yayıncılık? Zaten bizim ülkemizin demokrasi ”anlayışsızlığındaki” sorun bu değil mi? Her dönem sadece iktidarların “doğru” anlayışını tutturmakta özgürsün ve bazıları ne yazık ki bunu demokrasi sanıyor. Bu arada fark ettiniz mi bilmem, internet yayıncılığına RTÜK torba yasası Meclis’ten geçtiğinden beri, internet dizileri birden derli toplu olmaya başladı. Televizyona oranla daha serbest anlayışla yapılan işler bir anda oto sansür uyguladı hatta bazı eski bölümlerdeki sevişme - öpüşme sahneleri buzlandı. Yeni bölümler ise gayet rahat, televizyonda da RTÜK’e takılmadan yayınlanabilir durumda. Yani elimizde gerçek hayata yakın işler izleyebileceğimiz bir internet kanalları vardı, bu gidişle onları da RTÜK seli aldı. Artık internet dizilerindeki en kötü karakterler de efendi, küfürsüz, aşklar da öpüşmesiz. Memlekette tecavüz, cinayet, sapıklık almış başını gitmiş ama televizyondaki yansımamıza bakarsanız çok steriliz! Ama haklarını yemeyelim, en önemli toplumsal gerçeğimize asla sansür getirmiyor RTÜK; öldürmek, kana kana doya doya şiddet! Bütün dizilerde başrolde silahlar konuşuyor da aşk ile öpüşüp sevişmek toplum sağlığımız açısından sakıncalı bulunuyor. Ama, “bazı” büyüklerimizin dediği gibi özgürüz yine de... Aşk meşk ile işi olmayanlar için özgür yayıncılık karşınızda.

Mavi Balina tehlikesi!

İlk olaylar duyulduğunda, “bu tehlikeli oyuna dikkat” diye uyarmıştım ama işin bu raddeye geleceği aklıma bile gelmezdi. “ İşin acı ve tehlike boyutunu gösteren tarafı, 16 yaşında Bursa’da Mavi Balina oyununun son aşaması gereği intihar eden çocuğun evinde bilgisayarı bile olmaması...

Biz önce çocukları bu tehlikeden uzak tutmak için neler yapılabilir, ona bakalım. Öncelikle söyleyeyim, Mavi Balina’nın en çok yayıldığı yer “WhatsApp”... Telefona indirilen yasal bir uygulama değil tabii ki... Bir yönetici tarafından, telefona WhatsApp aracılığı ile link gönderiliyor ve yapılan yönlendirmelerle “oyun” oynanabiliyor! 50 aşamada verilen görevlerin son basamağında çocuk intihara sürükleniyor. Yani sadece çocuk ”bilgisayarda oyun oynuyor mu” diye değil, mesajlaştığı kişileri de kontrol etmek gerekiyor.

Özetle, dünyanın her yerinde genel geçer kabul edilmiş yasalar ve kurallar var. Çocuklarımızı, özgürlük verelim derken sınırsızlık havuzunda boğmamalıyız. Hem çocuğun hem başkalarının hayatını tehlikeye atmamak için kontrolü elden bırakmamalı ve bunu da açıkça çocukla paylaşarak yapmalı. Mesela, ortak bilgisayar kullanmalı, telefon alırken şifresini ebeveynler de bilmek koşulu olmalı, ebeveyn koruma sistemleri olmalı, çocuk her zaman bilgisayar ve telefonunun ailesinin kontrolü altında olduğunu net olarak bilmeli, şüpheli durumlarda tüm elektronik aletlerle ilişkisi kesilmeli ve Mavi Balina oyunu oynadığından şüpheleniliyorsa polise haber verilmeli. En önemlisi şu ki bunu kendime de hatırlatıyorum, kimse benim çocuğum yapmaz dememeli.

Devamını Oku

Detoks, terapi ve tedavi ile şifa bulmaya geldim

16 Mart 2018

Sıkı kuralları olan ve adeta askeri kamp disiplinindeki Avusturya’daki sağlıklı yaşam kliniğinde bir hafta geçirip; detoks, terapi ve tedavi ile şifa bulmaya geldim.

Avusturya’dan Vivamayr sağlıklı yaşam kliniğinden selamlar... Bir ay önce, ısınmadan sahneye çıkmak gibi bir gaflette bulundum ve yıllardır uyuyan boyun fıtığımı harekete geçirdim. Denemediği şey kalmadı gerçekten hatta şöyle diyeyim Ronaldo sakatlandığında yapılan her şey yapıldı bana da. Ama herhalde beden gücü olarak bir Ronaldo olmadığımdan olsa gerek ben bir türlü sahalara geri dönemedim. Üstelik bir de kurcalattıkça boynum kendini iyice kastı. Eh ona da hak vermek gerek, iğneler, manyetikler, çekiştirmezler derken boynum kendini sonunda korumaya almaya karar verip hepten kazık kesti. Sonunda yeşil reçeteli ağrı kesiciler eşliğinde nadasa bırakıldım. Şubat ayı sonunda, bu sefer içtiğim ilaçlar tüm vücudumun canına okumuştu. Bir yeri düzeltelim derken her yerim bozulmuştu. Tansiyon düşmeleri, halsizlik, enerji kaybı, alerjiler kol geziyordu... Artık bedenimi bir bütün olarak temizlemem ve iyileştirmem gereken noktaya gelmiştim. Karar verdim ve şu an bu satırları size yazdığım, Maria Wörth kasabasında masalsı bir göl kenarındaki Vivamayr’e bir hafta detoks, terapi ve tedavi ile şifa bulmaya geldim. Burası o kadar güzel ki zaten durup göle baksanız ağrılarınızı unutursunuz. Burda yoğun bir terapi süreci yaşıyorum. Batı tıbbı ile Almanların ünlü homeopati tedavisi bir arada kullanılıyor şu anda... Ve hayatta bilmediğim neler neler...

Sabah 07:30’da yoga ile başlayan günüm akşam 20:30 da uykuya dalınca bitiyor

08:00 Doktor randevusu

Her sabah kontrol, çeşitli testler ve karın masaj terapisi kendi doktorum tarafından yapılıyor. Testler çok değişik. Evet klasik kan testleri de var ama asıl kinezyoloji testi efsane.
Dil üzerine çeşitli yiyecek tozları dökerek bedeninizin tepkisine göre neye intöleransınız olduğu yani nelerin size iyi geldiği neleri tüketmeseniz gerektiği saptanıyor ve ona göre tedavi veriliyor. Benim çok çok az şeye karşı intöleransım çıktı. Vivamayr’deki doktorum çok şaşırdı ve bunu yaptığım GAPS diyetine borçlu olduğumu, vücudumun besinlere karşı sıfırlanmış olduğunu söyledi. Bu vesileyle Memorial Wellnes doktorum Doç. Dr. Gökhan Özışık ve sevgili diyetisyenim Yeşim Özcan’a teşekkürü borç bilirim.
08:30 Kahvaltı Peynir, yumurta ve ekmek. Ben bunları seçiyorum yoksa çok lezzetli meze gibi ekmeğe sürmelik karışımlar da var. ya da hindi füme, somon vs... Ekmek oluşu gerçekten şahane. 09:00 Oksijen terapi Bir deniz kenarında, bir 3 bin 200 metre dağ doruğunda nefes alıyormuşsunuz gibi ciğerleri çalıştıran bir makine eşliğinde ciğerlerinizi güçlendiriyorsunuz. 10:00 Kan tahlili Tahlil sonucunuza göre vitamin - mineral serumu alıyorsunuz ki anında enerjiniz yükseliyor. 11:30 Sıcak kil yatağı Boynum için şahane rahatlatıcı bir tedavi. Sıcak su torbasından bir hamak düşünün. Siz yatınca bir de sizi içine alıyor ayrıca yüzeyinde tedavi için kil torbaları var. Şahane bir şey! 12:00 Masaj ve manuel terapi Elle belirli noktalara bastırıp tedavi eden bir uzman Hasse var ki 50 dakika sonra baştan yaratılmış gibi hissediyorsunuz. 13:00 Öğle yemeği Öğle yemeği pek çok karışık ot, sebze, et-balık, tahıl, patates ile hazırlanmış çok lezzetli bir gurme restoran tabağı oluyor. 14:30 Elekroliz ayak banyosu İşte bu çok acayip bir şey. Pedikür kabı gibi bir alete sıcak su konuyor ve ayağınızı içine daldırıp bekliyorsunuz. Kabın ortasında elektroliz devresi var. Vücuttaki toksinleri ayağınızdan suya atıyorsunuz bu elektrik alanı ile. Şaka gibi ama su kahverengiye dönüşüyor. Resmen vücuttan çıkan zehri görüyorsunuz. Tam bir detoks yaşıyorsunuz. 15:30 Nordik yürüyüşü Gölün çevresi bütün dağ ve botanik parklar. Çubuklar eşliğinde sizi dağ bayır ful oksijen yürüyüşe götürülüyorlar. Doğa muhteşem ve temizlendiğinizi hissediyorsunuz. 17:30 Çay saati Aslında tüm gün çay saati. Gün boyu bitki çayı içmeniz için her yanınız kuşatılmış durumda. Salondaki musluklardan sürekli sebze çorbası, sıcak su ve dağdan gelen soğuk su akıyor. 18:00-19:00 Yemek saati Akşam yemeği hafif tutuluyor çünkü organları dinlendirmek amaçlanıyor. 20:30 Uyku Herkes odasına çekilip gece için son ilaç takviyelerini alıyor. Odasında bekleyen melisa çayını içip, DVD ile film izleyip uykuya geçiliyor. Not:Herkese özel vitamin, mineral ve homeopati ilaçlarından oluşan bir tedavi yapılıyor bu yüzden gün boyu pek çok takviye alınıyor. Tansiyondan kan şekerine her şeyi dengeliyorlar ve dedelerimizin bir vakitler gece yatarken içtiği gibi karbonat karışımlı özel bir tozla vücudu alkali yapıp, tuz - magnezyum karışımı ile bağırsakları temizliyorlar. O sebeple de hiç açlık hissetmiyor ve enerjik oluyorsunuz. Beslenme ve diyet ile ilgili önemli notlar - Yemek ağızda iyice eriyene kadar en az 25 kere her lokmayı çiğnemek gerekiyor. - Alkali olmak önemli. İyi kalite bir karbonat geceleri ılık suya atılıp içilmeli. - Sofrada keten ve kendir tohumu yağı yemeklere eklenmeli. - Tahıl ve karbonhidratsız beslenme doğru bulunmuyor. Canan Karatay Hoca bu işe ne der bilmem ama iki öğün patates - ekmek yemeğe diyette bile eşlik ediyor. Organik, çok kaliteli ve işlenmemiş tahıllar kullanılıyor ve öneriliyor. - Patates soyularak geceden suda bekletiliyor ve ertesi gün pişirilip servis ediliyor, evde de böyle tüketilmesi öneriliyor. Çünkü nişasta suya geçiyor ve kalorisi düşüp sağlıklı hale geliyormuş. - Akşam yemeğinde çiğ sebze yani salata yemek çok zararlıymış. - Sezaryenle doğan bebeklerde bağırsak problemi daha çok yaşanıyormuş. Çünkü normal doğum sırasında bebekler hem anne vajenindeki probiyotikleri bünyelerine alıyormuş hem de ilk bakterilerle karşılaşıp bağışıklık geliştiriyormuş. benim gibi sezaryan ile doğanlarda probiyotik eksikliği olduğu için bendeki sızdırmalı bağırsak sendromu ve kabızlık - şişkinlik gibi rahatsızlıklar daha çok görülüyormuş. - İnek sütü zararlı bulunuyor. Hatta Japonya’da kanserin artışı bile buna bağlanıyor. Meğer eskiden Japonlar inek sütü içmezmiş. - Kaliteli ürün öneriliyor. Ne yazık ki ülkemizde organik tarım, bozulmamış tahıl ve kaliteli ürün konusunda şanssızız. Organik tarım için yan arazinin de organik olması ve yol geçmemesi gerekiyor.

Devamını Oku

Hayatı deneyimlemek üzerine yeni keşiflerim

11 Mart 2018

Yemeğe düşkün müsünüz? Ben öyleyim. Siz de faklı lezzetler peşindeyseniz S.G İmalathane’ye uğramanızı öneririm.

Lezzeti ve hayatı deneyimlemek için yepyeni bir mekan anlayışı keşfettim; S.G İmalathane.. Yemeğe düşkün müsünüz? Ben öyleyim. Hayatın tadı, boğazımdan geçer benim. Ama öyle sürekli dışarda, ezbere yemekler de haz vermiyor artık. Rafine lezzetler istiyorum, farklı rayihaların içinde kaybolmak istiyorum. Öyle dondurucuda hazır bekletilmiş, ısıtılarak önüme konulan kalabalık mönülü kafelerden keyif almıyorum. Öte yandan, “Mişlen” havalı, aç kalıp üzerine de bir sürü para ödediğim, koca tabakların ortasında süs gibi duran yemeklerin servis edildiği mekanlardan da hazetmiyorum. Egeliyim ne de olsa, samimi ve sıcak ortamda rahat ediyorum, sohbetsiz tad alamıyorum, yenilik arıyorum, her an yaşama dair bir şeyler öğrenmek istiyorum. Yani sadece midemi değil, gözümü kulağımı, burnumu ve tabii ki ruhumu doyurmak istiyorum. Ve işte tam da bu noktada benimle aynı duyguları paylaşıyorsanız size şahane bir tavsiyede bulunmak istiyorum.

Bu hafta, sevgili Saffet Emre Tonguç’un doğum gününü kutlamak için, muhteşem kadın Şah Yaycı şahane bir mekanda bir araya getirdi dostlarını. Ben de bu vesile ile keşfettim S.G İmalathane’yi. Burası başka hiçbir yere benzemeyen bir mekan, ticarethane değil, o yüzden paylaşıyorum. Sahiden “imalathane” olarak düşünebilirsiniz. Bir öğrenme, üretme ve paylaşma merkezi. Tek bir tane büyük masa var ortada. Hemen önünüzde uzanan kocaman açık mutfakta birbirinden yetenekli şefler, kendi ürettikleri malzemelerle her şeyi el yapımı ve taptaze haliyle gözünüzün önünde hazırlıyor, siz de meraklıysanız seyrediyorsunuz. Arkadaşınıza yemeğe gittiğinizi ama arkadaşınızın tam donanımlı bir şef olduğunu hayal edin, işte böyle bir ortam. Bu kadarla kalmıyor tabii. Bir konsept eşliğinde harmanlıyor her şey. Mesela bizim için mübadele yemekleri hazırlanmıştı, çünkü ben dahil çoğu misafir mübadil torunuydu. Türk-Yunan mübadelesinden kalma ortak kültüre ait yemeklere, çıkış noktası İzmir olan Rembetiko müziği eşlik ediyordu. Banttan değil elbette, müzik de taptaze ve el yapımı. Stelyo Berber ve Cafe Aman grubu, rembetiko ve Zorba filminden sahneler eşliğinde, kimi zaman sirtaki kimi zaman zeybek ile ve mübadele kültürünü anlatarak, muhteşem performanslarıyla hem duygusal hem eğlenceli bir gece yaşattı bize. Pek çok şey öğrendim mübadele ile Kavala’dan Selanik’e göçmek zorunda bırakılan dedemin köklerindeki kültüre ait. Yemekler desen hepsi Türk-Yunan kültürünün karışımının biraz da yeniden yorumlanmış hali...

Selda Güleç, devlet okulunda İngilizce öğretmeni. Herhalde öğretmenliğinden kaynaklı olsa gerek, yemek keyfi ile öğrenmeyi bir arada tuttuğu şahane bir aile ortamı yaratmış S.G İmalathane’de. Haftanın her günü bir atölye var. Kemik suyu yapımında, kefir üretimine aklınıza ne gelirse öğrenebilirsiniz burda. Haftanın çoğu günü için yemekli, öğrenerek ve paylaşarak hayatı deneyimleyebileceğiniz buluşmalar düzenleniyor, mekandaki o tek büyük masanın etrafında. Ben 27 Mart’taki “Nedim Atilla ile Ölmeme Günü”nü ajandama not ettim; Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar şiirleri eşlik edecek sofraya, daha ne olsun. Deneyimlemenizi tavsiye ederim. Tabii ki mutlaka rezervasyon yaptırıp bu tek masada yerinizi ayırtmalısınız. SG İmalathane Instagram hesabından da etkinlik takvimini takip edebilirsiniz. Pek mekan tavsiye etmem ama burayı mutlaka bir kez ziyaret etmenizi dilerim, pişman olmazsınız.

Erdal Özyağcılar’dan yeni oyun: Kral

Tam 5 yıl önce, 18 sene sahnelere ara veren Erdal Özyağcılar “Hoşgeldin Boyacı“ oyunu ile tiyatroya geri dönmüştü. O gün bugün birlikte sahnedeyiz ve oyunumuz günden güne artan bir seyirci ile salonlarımızı dolduruyor. Erdal Özyağcılar bu hafta yepyeni bir oyun ile bu kez 40 yıl sonra aynı sahnede yer aldığı eşi Güzin Özyağcılar ile perde açtı. Kral, gelmiş geçmiş tüm diktatörlerin koltuk sevdaları ve yüksek EGO’ları üzerine bir komedi. Büyük yazar Ionesco’nun Hollywood tarafından defalarca sinemaya uyarlanan bu ünlü komedisini, Serkan Üstüner yönetti. Oyuncu kadrosu ise şöyle: Erdal Özyağcılar, Güzin Özyağcılar, Nihan Büyükağaç, Gözde Çetiner, Barış Kıralioğlu, Burak Tanay ve Ferdi Alver. Düşünün, gülün ve günümüzdeki karşılıklarını keşfedin. Keyifli izlemeler dilerim.

Devamını Oku

Moda “perde” açtı!

10 Mart 2018

Oscar kırmızı halı geçidini izledikten sonra bir anda modası ilgimi çekmeye başladı ve “trend”lere bir göz attım. Bildiğiniz perdeler moda olmuş!

Yok öyle mecazi anlamda filan değil bildiğiniz “perde” açtı, eh her zaman çiçek açacak değildi ya... Evet pek moda ile ilgili biri değilim ve hayatımda hiç bu konuda yazmadım ama geçen hafta Oscar kırmızı halı geçidini izledikten sonra bir anda ilkbahar-yaz modası ilgimi çekmeye başladı ve hemen dergiler, defileler “trend”lere göz attım. Atmaz olaydım! Bildiğiniz perdeler moda olmuş.

Çiçeklisi, kadifesi, tülü, mutfak hatta banyo perdesi bile var! Ev dekorasyonundaki perde modasından bahsetmiyorum, perdeyi yekten üzerine giymek moda olmuş! Anneannemin evindeki o kadife ağır perdelerle içindeki nakışlı tül perdeleri keşke attırmasaymışız, şimdi üzerime dolar “trend-setter” olarak caka satardım. Tasarımcılar ciddi çıkmaza girmiş sanırım. Rüküşlük almış başını gitmiş. Bazı bilirkişi geçinen “ikon-can”lara kimse “kral çıplak” diyemediğinden mi zevksizlik almış başını gitmiş yoksa rüküşlük bölünerek çoğalan bir hastalık gibi insanların kanına mı karışmış, ne dersiniz? Ben ki yeni yetme genç kızlığını 80’lerde geçirmiş biriyim. Ne vatkalar ne baştan ayağa portakala kesmiş insanlar, ne füzo pantalonlar ne kabarık saçlar gördü bu gözler. Gene de son yıllardaki pespayelik gibisini görmedim.

Boy aynasına bakın

Bugünün modasına harfiyen uymaya çalışanlar herhalde ilerde albümleri komple yakacak ama dikkatinizi çekerim. O yüzden bırakın bilmem ne dergisi editörü şunu dedi, Hadid’ler bunu giydi, Jenner’lar şöyle makyaj yaptı, Kardashian’lar şunu taktı demeyin! Onlar eldeki malzemeyi pazarlayıp bu işten para kazanıyor, giyenlerin payına da parasıyla rüküş olmak düşüyor.

Aman dikkat! Tek ihtiyacımız bir boy aynası ve biraz göz-nizam!

Ne olur artık rüküşlüklerden vazgeçilsin

Yerleri süpüren paça boylarından ve içine giyilen devasa platformlu ayakkabılarla boyu uzun görünme gayretinden... Kimse öyle giyince selvi boylu filan olmuyor, hani sirklerde pantalonunun içine uzun tahta çomak takan palyaçolar var ya işte öyle görünüyor bu modaya uyan kadınlar. Kadın güzelse her boyda her yaşta güzel, olduğunuz gibi kalın.

Devamını Oku

Favori 3 Billboard... Plase The Post, Sürpriz Suyun Sesi

3 Mart 2018

Bu gece sinema dünyasının en önemli ödülü olan ‘Oscar’ sahiplerini bulacak. Bütün ödüller büyük önem taşıyor ama öncesinde herkes ‘En İyi Film’, ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ve ‘En İyi Erkek Oyuncu’ adaylarına kitlenmiş durumda! Bu gergin bekleyişten önce Oscar’ın dikkat çeken adaylarını mercek altına aldım.

Haftalardır tüm filmleri izledim ve Oscar adayı yapımlarla ilgili yorumlarımı paylaştım. Beş senedir bu sayfada oldukça yüksek bir doğruluk oranı ile Oscar tahminlerimi yazıyorum hatta yüzde yüz başarı yakaladığım yıllar bile oldu. Hiç tevazuya gerek duymadan bu sene de büyük bir özgüvenle giriştim bu işe. Ama geldiğim nokta büyük bir kafa karışıklığı... Malumunuz Oscar tahminleri demek kendi zevkimize göre beğendiğimiz filmleri puanlamak demek değil. Hollywood’un anlık duruşu, öncelikli meseleleri ve tabii ki Amerika’nın politik gidişatını gözeterek, Akademi’nin neyi parlatmak, neyin altını çizmek isteyeceğinin, hangi masalı seveceğinin tahmini bizimki.
Ve bu sene tıpkı Trump Amerika’sı gibi benim tahminler de Arap saçı! Hangi Amerika’yı sevenler kazanacak seçimleri, işte bütün mesele bu! Entelektüeller mi (Beni Adınla Çağır), zengin Amerikan rüyasını özleyenler mi (Suyun Sesi), ırkçılık karşıtları mı (Kapan), kaybedenlerin yanında olanlar mı (3 Billboard Ebbing Çıkışı) ya da basın özgürlüğü savaşçıları mı (The Post)... Yoksa sonuçlar Trump’ın seçildiği gibi sürpriz isimleri mi çıkaracak? İşin en kritik yanı, Oscar’larda bir isim değiştiğinde tüm liste değişiyor çünkü o seneki Akademi tavrı belli oluyor. Eleştirmenler bu gece sürpriz olmayacağını düşünüyor. Ya “Suyun Sesi” ödüllerin çoğunu alacak, ya “3 Billboard...” şu ana kadar ki tüm ödülleri aldığı için Oscar’ı da alacak.
Ben yine de umudumu kaybetmiyor, sıkıcı ve güvenli tahminleri tekrar etmek yerine olası sürprizleri hesap etmeyi seçiyorum. Herkese iyi eğlenceler...
En İyi Erkek Oyuncu
- Tek isim veriyorum! En Karanlık Saat filmi ile Gray Oldman. Bana göre Oscar’lardaki “banko” tek isim. Kazanmazsa büyük gol yemiş olurum, orası kesin. En İyi Yönetmen kim? - Guillermo del Toro’ya bayılırım ama bu filmle Oscar almasını istemem. Hollywood, Suyun Sesi ile gösterişli filmlere saygı duruşu yapıp “tulum çıkartacak” ise Toro ödülü alacak. Nerdeyse herkes kazanmasına kesin gözüyle bakıyor. Ama ben Akademi üyelerinin Suyun Sesi gafletinden derhal uyanacağını umut ederek oyumu Toro’dan yana kullanmıyorum. İşe biraz heyecen katıp, eleştirmenlerin pek ihtimal vermediği bir ismi tahmin listemde öne çıkarmak istiyorum. Dunkirk ile Christopher Nolan’ı favori gösteriyorum. - Greta Gerwig: Lady Bird ile çok iyi iş çıkarmış ve taciz skandalları düşünüldüğünde kadın yönetmen olarak Akademi’nin desteğini alabilir ve küçük bir ihtimal de olsa sürpriz yapabilir. Tek isim Janney Bence yardımcı oyuncu kategorileri çok daha çekişmeli çünkü gerçekten inanılmaz performanslar birbiri ile yarışıyor her sene. Bu sene üç yardımcı kadın oyuncuya bayıldım, Laurie Metcalf (Uğur Böceği), Lesley Manville (Phantom Thread) ve Allison Janney (Ben, Tonya) Bu kategoride de risk alıyor ve tek isim veriyorum: Allison Janney! Yardımcı Erkek Oyuncu İşte en heyecan verici adaylar burda: Christopher Plummer (Dünyanın Bütün Parası), Sam Rockwell ve Woody Harrelson (3 Billboard...), Richard Jenkigs (Suyun Sesi), William Dafoe (Florida Project) Hepsi tüm ödülleri hakedecek kadar iyi oynamış bana kalırsa. - Christopher Plummer, yılların başarısına istinaden bir “Onur Ödülü” gibi heykelciği kucaklarsa şaşmamak gerekir. . - Gene de benim tahminime göre ödül 3 Billboard.. filmindeki performanslara gidecek. Sam Rockwell kesin alacak gibi. Ama ben herkesten farklı bir tahmin yürütüp filmin iki oyuncusu Rockwell ve Harrelson ödülü paylaşabilir diye ekliyorum. Ve diğer adaylar En İyi Özgün Senaryo: 3 Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri inanılmaz çarpıcı ilişki ağı ve karakter tahlili ile ödülü alır gibi görünüyor. En İyi Uyarlama Senaryo: Call Me By Your Name, eşcinsel aşkını yaşamın bir parçası olarak ele alan ve aile desteğinin altını çizen romanın hissi, filmde seyircinin kalbine işliyor. En İyi Görüntü Yönetmeni: Blade Runner 2049 ile Roger Deakins En İyi Özgün Şarkı: Remember Me (Coco) ya da This is Me (Greatest Showman) ödülü alır. Favori şarkı ”Remember Me“ ama ben ödül tahminimi ”This is Me” için kullanıyorum. En İyi Animasyon: Coco ve Loving Vincent arasında çekişmeli bir yarış olur. Ben yine eleştirmenlerden farklı bir seçim yapıp Loving Vincent diyorum. En İyi Yapım Tasarımı ve En İyi Görsel Efekt: Blade Runner 2049 En İyi Makyaj: En Karanlık Gece En İyi Kadın Oyuncu’yu gişe belirler - İbrelerin gösterdiği isim Francis McDormant. Tamam kabul şahane bir oyuncu ve bu filmde de çok iyi oynamış ama yıllar önce Oscar aldığı Fargo filmindeki karakterin 20 yıl sonraki hali sanki... Şu ana kadar ki tüm ödülleri aldığı için Oscar’ı kazanması da çok akla yatkın geliyor ama açıkçası benim gönlüme hiç yatmıyor. - Merly Streep... 21. Oscar adaylığı... 3 kez de kazandı. 4’üncü için henüz erken olduğuna dair fikir birliği edilmiş gibi. O yüzden herkes almayacağına o kadar kesin gözüyle bakıyor ki bu yüzden Akademi sürpriz yapmak isterse bu yeni bir isim değil Merly Streep olur. Hollywood, Suyun Sesi ile geceyi doldurmak niyetinde değilse Sally Hawkins’in şansı kalmaz, kimsenin favori göstermediği Merly Streep ödülü alabilir. Bunu da not edin bir kenara. - Margot Robbie ve Saoirse Ronan: Harika performans sergileyen iki genç kadın oyuncu. Akademi son yıllarda, gişe katkısını gözeterek yapıyor bu daldaki seçimlerini. Margot Robbie zaten Harley Quinn olarak gençlerin sevgilisi, bir de Oscar kazanması fena olmaz gibi... Ayrıca Ben Tonya’da çok iyi oynamış, ödülü haksız yere almış olmaz. Saoirse Ronan da Lady Bird de çok başarılı. Akademi ezber bozacak - Adaylar açıklandığında, Hollywood’un son yıllardaki “bağımsız sinema” havasından çıkmak istediğine emin oldum. Suyun Sesi bir zamanların “Titanik” fırtınasını yakalamak için daha en başından şampiyon ilan edilmişti sanki. Her şey kuralına uygundu. Önceki filmleriyle sinemaseverlerin kalbini kazanmış olan yönetmen Guillermo del Toro, Oscar kazanmaya karar vermiş de çekmişti sanki filmi. Eski “Oscarlı filmler” anlayışını getirmenin tam zamanıydı ve 13 adaylık da bunu kanıtıydı. Benim de tahmin ibrem daha izlemeden Suyun Sesi’ni gösteriyordu. Sonra bir şey oldu, filmi izledim ve büyük hayal kırıklığına kapıldım. - Oscar’ın habercisi olarak görülen tüm ödülleri 3 Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri aldı. Teknik olarak bakarsak bu filmin ödül almasına kesin gözüyle bakmak gerek ama içimden bir ses “hayır” diyor... - Phantom Thread fazla steril bir film ve hayranı olduğum Daniel Day Levis’in oyunculuk sayfasını kapatacağı bir yapıt değil. - Herkesin çok beğendiği ama kimsenin favori görmediği The Post sürpriz yapabilir, yazın bir kenara! - Eşcinsel aşkın yaşamın bir parçası olarak onay bulduğu Beni Adınla Çağır veya ergen kız-anne ekseninde “büyümek” üzerine bir film olan Lady Bird kazanırsa Oscar’ın büyük sürprizi olur. İkisi de çok kalbe dokunan filmler ama daha çok entelektüeller tarafından destekleneceği için ben pek ihtimal vermiyorum. - Kapan bence iki sene önceki “siyahiler aday gösterilmiyor” eleştirisini almamak için pozitif ayrımcılıkla karışmış araya. - Dunkirk belki de en çok ödülü alan film olacak ama bence En İyi Film ödülü bunlardan biri olmayacak. En Karanlık Saat ise sadece En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alacak.

Devamını Oku

Şehri keşfedin

2 Mart 2018

İşte size şu ara İstanbul’a gelmek için, İstanbul’da keşfetmek için bazı güzel fırsatlar...

Mukaddes Emanetler Sergisi’ni kaçırmayın

Başta Hz. Muhammed olmak üzere, ailesine ve bazı peygamberlere ait eşyalar kutsal sayılmıştır ve bunlara “mukaddes emanet” denmiştir. Topkapı Sarayı, kutsal emanetlere ev sahipliğinin 500. yılını özel bir sergiyle kutluyor. Tam 5 asırdır Topkapı Sarayı’nda korunan Mukaddes Emanetler’in en kıymetlisi kuşkusuz Hırka-İ Şerif. Hz. Muhammed’in Hz.Kâb’b. Zübeyr’e kendi eliyle giydirdiği hırka, yüzlerce yıl Has Oda’da saklandığı için “Hırka-İ Saadet dairesi” denilmiş bu odaya. Sakal-ı Şerif, Yusuf Peygamber’in sarığı, bereketiyle efsaneleşen Hz. İbrahim’in tenceresi, Ukab Sancağı, şehit edilen Hz. Osman’ın Kur’an-ı başlıca kıymetli kutsal emanetler. Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethedince Mekke Emir’i llan oğlunu Kahire’ye gönderir ve Mukaddes Emanetler’in büyük kısmını Yavuz Sultan Selim’e teslim eder. 1918’e gelindiğinde ise, Mekke Emir’i Medine’ye saldırdığında, Fahreddin Paşa, 2 bin asker koruması ile tehlike altındaki Mukaddes Emanetler’i İstanbul’a gönderir, böylece emanet sayısı 600’ü geçer.

Kutsal Emanetler’i, Topkapı Sarayı’ndaki 500. yılı şerefine düzenlenen sergide ziyaret edebilirsiniz.

Ai Weiwei sergisi için son hafta
Çok ilgi gördüğü için süresi uzatılan ve tam 6 aydır sanat severlerle buluşan Ai Weiwei porselen sergisini gezmek için önümüzdeki hafta son şansımız. Gidenlerin hayran kaldığı, kulaktan kulağa güzelliği anlatılarak, günden güne daha çok ilgi çekerek büyük bir kitleye ulaşan, 11 Mart’a kadar ziyaret edebileceğiniz sergi Sakıp Sabancı Müzesi’nde.
Ah güzel İstanbul, sen ne ihanetler gördün
Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan izin alamayan Kabataş İskelesi Martı Projesi. Osmanlı torunu olmakla en çok övünen idarecilerin döneminde, İstanbul’un tarihi dokusunun yerle bir edilmesi ne yaman bir çelişki. Ölmeden mezara koydular İstanbul’u ve üzerine hunharca beton atıyorlar ve biz de bir cinayete şahitlik ediyor olmanın suç ortaklığından nasibimizi alıyoruz, olan biten bu işte! Maçka Parkı: İstanbul’un merkezinde, şehrin ve üzerinde yaşayan canlıların nefes aldığı tek alan. İBB bir gecede 200 ağaç kesti ve o gün bugün betona kesmeye devam ediyor. Halk, şehir merkezinde kalan son ağaç için mücadele ederken beyaz adam cinayetlerine devam ediyor. Bu arada Maçka Parkı’nın afet alanı olduğunu da hatırlatalım.

Devamını Oku

Cinsel terör

24 Şubat 2018

Terör yakamızı bırakmıyor. Üç yanı deniz, dört yanı sapıkla çevrili ülkemiz en büyük sorunu: Cinsel terör!

Ne çok derdimiz varmış meğer, iki yakamız bir araya gelmiyor. İçimizdeki terör, dışımızdaki terör derken şimdi de “cinsel terör”! Bu arada böyle bir kavram yok, ben ülkedeki korkunç sapkınlığı böyle kategorize ettim. Mide bulandırıcı, tiksindirici, dehşet verici ne varsa yetişiyor bu topraklarda da iyilik, güzellik, sevgi biçmek isterseniz çorak dört bir yan. Üç yanı deniz, dört yanı sapıkla çevrili ülkemiz. Bu sapıklık tohumlarını ne çok gizlemişiz yıllardır, sürgün veriyorlar şimdi durmadan. Hiç bana, “Batı’da da var, ordan geldi bize” filan demeyin, elbette sapıklar dünyanın her yanında var ama bizde her gün 10 tane yaşanan olaydan biri, Avrupa’da 10 yılda bir yaşansa hemen filmi yapılıyor zaten. Bizde dizi halde yayınlasan “Arka Sokaklar”ı tahtından indirir. Bir günde kaç hayvana kaç engelli kıza tecavüz olayına rastlanır, onu da geçtim kendi çocuklarına tecavüz eden kaç baba olur bir ülkede?

Daha dün çocukların ırzına geçenleri korumak için “bir kereden bir şey olmaz” diye meşrulaştıran bakanlar, arkası olanı kollayan hukukçular sayesinde tüm sapkınlıkların meşrulaştırıldığı ülkemizde, bugün işler çığrından çıkınca bugün cinsel erkek terörürünün önüne geçmek için çareler aranmaya başlandı. Bilim sevmez devlet büyüklerimiz, elbette yine el yordamı, kulaktan dolma önerilerle dolular. “Yapmakla olup bitseydi hemen yapardım olup biterdi” demiş Macbeth! Bu işte aynen öyle. “Hadım ettik oldu bitti” diyerek bu balçık pisliği temizleyemezsiniz. Sapıkları hadım edelim, zina yasasını geri getirelim gibi önerilerle, şeriat kanunlarını modernize eden yasalarla hukuk devleti inşa edemezsiniz. 2018 yılındayız! Biraz bilim, gerçekten işinin ehli hukuk, psikiyatri ve sosyoloji uzmanlarından kurulan komisyonlar olmadan sağlıklı bir düzen getiremezsiniz. Hadım mı dediniz? Buyurun cevap veriniz?

- “Hadım iğnesi” dediğiniz şey aslen bir ceza değil bir tedavi biçimidir ve bazı durumlarda cinselliği “geçici” olarak baskılamak için kullanılır. Dolayısı ile “hadım cezası” değil “hadım tedavisi” denir ki bu genel cinsel isteği azaltmak gereken durumlar içindir. İlaç kesilince, kişi eski haline geri döner. Yani bu bir ceza yöntemi değildir.
- Bizim sorunumuz aşırı aktif cinsel yaşamı olanlarla değil, cinselliği hayvan ve çocuk odaklı olanlarla. Zorla saldırarak, kadınlara, engellilere, hastalara, yaşlılara tecavüz edenlerle... Yani sapıklarla... Tedavisini uzmanlar bilir.
- “Sebebi ruhum sebebi önemli” der Othello. Herhalde konunun iğrençliğini bastırma gayreti, kötü kokan bir mekanda kolonyalı mendil koklama dürtüsü gibi bugün bana sürekli Shakespere’i hatırlatıyor. İşte bu üreyen sapkınlığın da önce sebebini bulmak önemli... Genetik mi, sosyolojik mi, bastırılmış cinsellik mi, sevgisizlik mi? Gel-geç çözümler değil hastalığın sebebini bulup kökünü kurutmak önemli. Aklı başında hukuksal cezalarla da desteklenmeli.
Zina yasası geri gelirse
Malum Avrupa Birliği uyum yasalarından dolayı kalkmıştı, şimdi geri gelmesi gündemde. Tıpkı “hadım etmek” gibi “zina” da vakti zamanında şeriat yasalarından uyarlanmış, günümüzde toplumsal düzeni inşa etmekte işe yaramayacağını düşündüğüm bir ceza. Bakın ben “zina” meselesinde çok muhafazakarım. Kabul edilemez bana göre. Ama Zina yasası da işe yaramaz, zamanında da yaramıyordu. Eşlerin birbirine kurduğu komplolar, polisle oda baskınları... Bunlar yaşandı ve zinaya mani olmadığı gibi beraberinde bir sürü çirkin işleyişi getirdi. Aldatılan eşin mağduriyeti karşısında tazminat elbette olmalı ve zaten var. Ama devlet eliyle kişileri cezalandırmak, başkasıyla ilişki sebebiyle hapse girmek de nedir? Karısını öldürenlerin serbest bırakıldığı Türkiye’de bu ne yaman çelişkidir! Bir de eski yasayı hatırlayalım, kadın bir başka erkekle ilişkiyie girdiğinde suçlu sayılırdı. Erkekler ise aldatmadan suçlanmaz ancak bir kadına ev açıp kendine uzun süreli metres etmişse suçlu durumunda kalırdı. Kadın-erkek eşitsizliğinin bini bir paraydı. Peki ya bu sefer nasıl olacak? İmam nikahlı karılarım diye aleni böbürlenen millet vekilleri bu cezadan muaf mı sayılacak? Onun için sevgili devlet büyüklerim, size Mevlana’nın şu sözünü hatırlatmak isterim: ”Dün dünde kaldı cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım”...

Devamını Oku

Oscar yolunda...

24 Şubat 2018

Ne diyorum her sene “Oscar’a inanma Oscar’sız kalma!” Keyifli bir oyun bu benim için ve siz okurlarım da katılırsanız sevinirim...

90’ıncı Oscar Töreni 4 Mart’ta... Geçen hafta adayları izleme maratonuna başladım. Malum, beş senedir bu sayfada yazdığım tahminlerimdeki isabet oranıyla eş dost çevresinde bir ün yaptım ve bu konudaki iddiamı geri çekmeye hiç niyetim yok. Eeeee ne diyorum her sene “Oscar’a inanma Oscar’sız kalma”! Keyifli bir oyun bu benim için ve katılırsanız sevinirim, tahminlerinizi Twitter ya da Instagram üzerinden de benimle paylaşıp, bu iddiaya katılabilirsiniz. Yalnız hemen hatırlatayım, Oscar tahmini demek kendi beğendiğiniz filmleri seçmek demek değil. Amerika’daki lobileri, son politik hareketleri izleyip, bu sene hangi dengeler gözetilecek onun hesabını yapmak gerek. Ben geçen hafta başladığım Oscar merkezli filmler serime bugün de devam ediyorum. Şimdilik sadece seyrettiğim filmlerle ilgili kısaca fikirlerimi yazıyorum ve tahmin öncesi sesli düşünüyorum. 3 Mart günü ise tahmin listemi yine bu sayfada paylaşmak üzere, şimdilik aday filmler ve oyuncularla ilgili yorumlarıma devam ediyorum. Hemen hatırlatayım, geçen hafta The Post, 3 Billboard Ebbing Çıkışı, En Karanlık Saat ve Dunkirk filmlerini yazmıştım. İşte bu haftanın Oscar’a yakın filmleri..

Phantom Thread: Daniel Day-Lewis, Phantom Thread’in son filmi olduğunu açıkladı. Verdiği röportajda filme hazırlanırken böyle bir fikri olmadığı, sonra bir daha oyunculuk yapmama kararı aldığını söyledi. Artık bu film kendisine ne hissettirdiyse demek ki... Çünkü, hayranlarından biri olarak açıkça fikrimi söylemeliyim ki, “artık bu filmin üstüne film çekilmez, baş yapıtım” diyeceğini sanmıyorum. Hatta “en iyi film” adaylığını da abartılı buldum, kısaca çok büyük beklentiyle gitmeyin filme. Elbette bu açıklama reklam amaçlı ya da “Oscar için son şans” mesajlı da olabilir. Ben, abla rolündeki Lesley Manville’i çok beğendim ama yine de Oscar şansının çok yüksek olduğunu sanmıyorum çünkü yardımcı kadın oyuncu kategorisinde gerçekten inanılmaz performanslar izledim. Güzel bir film ama bana göre çok da etkileyici bir yanı da Oscar şansı da pek yok.

Shape of Water (Suyun Sesi): Ahhhh benim büyük hayal kırıklığım... Ah bu senenin en muhteşem filmi olacağına nasıl da kendimi inandırmıştım. Ah, “en sevdiğim filmler” listeme birini daha ekleyeceğime emindim. Üstelik yönetmen Guillermo del Toro’nun ”Pan’ın Labirenti” filmi “en”ler listemdeyken, bir başyapıt ile karşılaşacağıma o kadar emindim ki! Bir kere daha anladım ki hiçbir filmi izlemeden olumlu ya da olumsuz önyargı ile düşünmemek gerek. Güzel ve Çirkin, Kırmızı Başlıklı Kız, Deniz Kızı ve daha pek çok masal öğesini birleştiren hatta yönetmenin eski filmi “Hellboy” nerdeyse aynı görselle bu filme monte edilmişken nasıl “özgün Senaryo” adaylığı aldı hiç anlamadım. 13 adaylık almış olmasına ise hayrete düştüm. ”Teen” filmlerinin cinsel sosla süslenmiş hali... Sadece yardımcı erkek oyuncu adayı Richard Jenkins’e bayıldım. sanırım bu senenin en kuvvetli adayları ve dolayısı ile en çekişmeli yarışı Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde olacak, kazanan elbette en iyi olan değil “dengeler” sonucu belirleyecek. 3 Billboard Ebbing filmiyle San Rockwell en kuvvetli aday bence ve hatta aynı filmden Woody Harrelson ile ödülü paylaşabilirler. Hala düşünüyorum... Willem Dafoe de çok güçlü bir isim, tabii Christopher Plummer’ı da unutmamak gerek, son kararım 3 Mart yazımda...

I Tonya (Ben Tonya): Bu filmin yukarıdakilerden farkı, “en iyi film” adayı olmayışı. Kadın oyuncuların adaylıkları var, bir de kurgu dalında... Filmi o kadar beğendim ki... Açıkçası, “en iyi film” kategorisindeki çoğu filmden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Neyse gelelim aday oyunculara, En İyi Kadın Oyuncu ödülüne hem çok güzel hem sevimli yıldız Margot Robbie aday. Harley Quinn karakteriyle ünlü olan oyuncunun, Oscar ödülüyle gişeye katkısı düşünülerek ödül verilebilir. Son yıllarda Akademi’nin Jennifer Lawrence, Emma Stone gibi yıldızı yeni parlayan kadın oyuncuları tercih ettiği düşünülürse, bu yıl da kazanan Margot Robbie neden olmasın? Bu arada yanlış anlaşılmasın ben performansını çok beğendim. Oscar’ı alırsa da kimse haketmediğini düşünmeyecektir bence. Tonya’nın annesini oynayan Allison Janney de yardımcı kadın oyuncu adayı ve bence en güçlü isimlerinden biri. Bu sene de çoğunlukla olduğu gibi yardımcı oyuncu kategorileri çok daha çekişmeli.

Sona en tatlıları bıraktım... Call Me By Your Name (Beni Adınla Çağır) ve Lady Bird (Uğur Böceği) Oscar’ın en çok sürpriz isim çıkarabilecek filmleri... Bu iki film ve kalan son filmlerle ilgili yorumlarım haftaya cumartesi, yine bu sayfada...

Devamını Oku