Gazete Vatan Logo

Aleviler neden iftiraya uğradı?

Zülfü Livaneli'nin dünyanın en önemli üniversitelerinden Princeton'da verdiği konferansın tam metninin 3. bölümü:

Alevi toplulukları üzerinde her yüzyılda baskılar uygulanmış, kitle halinde öldürülmüşlerdir. Kadın erkek eşitliğine inanmaları, kadınlarını peçe altında saklamamaları da çeşitli iftiralarla karşılaşmalarına neden olmuştur. Oysa Alevi ahlakının temel ilkesi; eline, diline, beline sahip olmaktır.



Anadolu Aleviliği’nin kurucusu olarak Hacı Bektaş gösterilir. Her yıl Ağustos ayında 500 bin kişinin anmaya gittiği bu bilge adamı anlatan efsaneler, onun Anadolu’ya bir güvercin kılığında geldiğini anlatır. Burada hem Şaman inancındaki kutsal kuş motifine hem de barış temasına gönderme yapılmaktadır.

Efsanedeki barış vurgusu, kuşku götürmeyecek kadar açıktır. Çünkü güvercin kılığındaki Hacı Bektaş, bugün kendi adını taşıyan kasabanın üstüne geldiğinde, yerdeki bir kadın “üstlerinden bir er geçtiği”ni söyler.
Bunun üzerine şahin kılığına giren Kara Donlu Can Baba adlı kişi güvercinin peşine düşer. Güvercin silkinerek insan olur ve şahini boğazından kavrar.



Şahin, “İnsan insana zulmeder mi?” diye sorar. Hacı Bektaş’ın ona verdiği cevap, efsanenin amacını açıklar niteliktedir.

Der ki: “Ben Anadolu’ya gelirken, bulabildiğim en masum yaratığın kılığına girdim. Güvercinden daha masumunu bulsaydım o kılığa girerdim.”

Dostluk, komşuluk temaları...

Aleviler’in yarattığı güçlü edebiyat içinde yer alan bütün efsaneler, şiirler ve özlü sözler, barış, masumiyet, dostluk, şiddet karşıtlığı, komşuluk, eşitlik, sevgi temalarını işlemektedir.

Şimdi kısaca Aleviliğin temel inancına bakalım. Konumuz teoloji olmadığı için, üzerinde çok çalışılmış olan inanç konularına derinlemesine girmeyecek ve sadece özetlemekle yetineceğim. Alevi inanç felsefesinin en önemli ilkesi “oluşum”dur. Tanrı‘nın ilk biçimi, (Budizmde olduğu gibi) insanlar tarafından tasarlanamayacak bir özdeşliğe sahiptir. Tanrı çeşitli evreler geçirmiştir ve (Hegelci mantıkta olduğu gibi) kendine yabancılaşarak evrende, doğa ve insan biçiminde tezahür etmiştir. İnsan olmadan, Tanrı’nın olması mümkün değildir.

Bu yüzden insan, Tanrı’nın bir yaratısı, Tanrı’nın yeryüzündeki belirtisi ve dolayısıyla Tanrı’nın kendisidir. Ademin yeryüzüne sürülüşü bir cezadan çok terfi anlamı taşır, çünkü dünyada bir bedene sahip olmuştur. Alevi araştırmacısı Anton Josef Dierl bunu şöyle yorumlamaktadır:

“Düşünen insanda Tanrı, bu evrendeki kendi bilincine varır. Bu nedenle insan, daha doğrusu kamil insan yeryüzündeki gerçek Tanrı’dır.

Kamil insan, sıradan insanların uyması gereken kuralları belirleme hakkına sahiptir. İnsan, ruhsal varlığı ile meleklerden daha aşağı bir kademededir.

Ama bu ruhsal varlık, çok değerli olan insan bedeniyle birleşince bir melekten daha yüksek düşünme kapasitesine sahip olabilir. Bu yeteneğe ulaşmış olan insanlar kamil insan mertebesine yükselir. Bütün bu nedenlerle insan bedeni, cinsellik ve sanat Aleviliğin mutlak olarak olumladığı değerlerdir.”

Genç Abdal şiirinde diyor ki:

“Tanrı’yı sevenler Tanrı ile beraberdir, onlar Tanrı’nın içindedir, onlar tanrıdır.”

Bu tip düşüncelerin, Ortodoks İslam sayılan Sünni mezhebi üyelerini çok kızdırdığı kolayca anlaşılabilir.

Bu düşünceleri taşıyan şair Nesimi, 1714’de Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüştür.

Alevi toplulukları üzerinde her yüzyılda çok büyük baskılar uygulanmış, kitle halinde öldürülmüşlerdir. Kadın erkek eşitliğine inanmaları, kadınlarını çarşaf ve peçe altında saklamamaları da çeşitli iftiralarla karşılaşmalarına neden olmuştur. Anadolu’daki Sünni Müslümanlar Aleviler’i ahlaksızlıkla, ensest ilişkilerle suçlamışlar ve bu söylentiler Alevilik karşıtı bir propagandanın aracı olarak kullanmışlardır. Oysa Alevi ahlakının temel ilkesi; “eline, diline, beline sahip olmak”tır.

Bu ilkeler elle yapılacak hırsızlık, dövme gibi kötülüklerden uzak durma, dille hakaret edip yalan söylememe ve cinsel olarak tecavüzde bulanmama anlamına gelir. Aslında bu üç kural da Aleviliğin kökleri hakkında bilgi vermektedir bizlere. Prof. Irene Melikoff bu üç kuralı eski Mani dinine bağlar.

Ağzın, elin ve kalbin mühürleri vardır, Mani inancında. 8. Yüzyıl’da Mani dinine sahip Uygur metinleri bu kuralı “üç damga” olarak adlandırıyor.

Orhun yazıtlarında şöyle deniliyor:

“Bugüne kadar etle beslenen halk , bundan böyle pirinçle beslenecek; öldürmenin kınandığı ülke, iyilik öğütlenen ülke olacak.”

Dünün özeti

Anadolu Aleviliği 11. Yüzyıl’da ortaya çıkmış ve 13. Yüzyıl’da gelişmiştir. Bu dini akımın doğuşu ve yayılışındaki en büyük etken Horasan’dan Anadolu’ya geçen gezici dervişler olmuştur. Bu gezici dervişlere Türkistan Erenleri, Horasan Erenleri ve Rum Erenleri denilmektedir. Türkistan Orta Asya’da, Horasan İran’dadır. Rum deyimi ise Anadolu’yu, yani Doğu Roma topraklarını anlatmak için kullanılmaktadır. Bu erenlerin en önemli pirlerinden birisi Ahmed-i Yesevi’dir. “Türkistan’ın doksandokuz bin pirinin piri” denilen Ahmed-i Yesevi’ye, Horasan’daki yetmiş yedi bin pirin de bağlı olduğu Vilayetname gibi kaynaklarda yazılıdır.

Hümanist ögelerle İslamı karıştırarak, Ortodoks İslam anlayışının dışında bir akın geliştiren Ahmed-i Yesevi, yetiştirdiği öğrencileri, bu anlayışı yaymak üzere çeşitli ülkelere gönderiyordu. Yesevi düşüncesi, bu gezici dervişler yoluyla Anadolu ve Balkanlara yayıldı. Yesevi’nin öğrencilerinden Hacı Bektaş, Orta Anadolu’ya bugün Hacı Bektaş kasabası olan Suluca Kara höyük’e geldi. Otman Dede ve Baba İshak Amasya’ya Sarı Saltık Bulgaristan’a Dede Kargın Antalya’ya yerleşerek öğretiyi yaymaya başladı.

Yedi yüz yıl geçmesine rağmen Yugoslavya’da, Arnavutluk’ta, Bulgaristan’da büyük Alevi kitlesinin yaşamakta oluşu ve Anadolu’da 23 milyon Alevi’nin varlığı bu etkinin gücü hakkında bir fikir verebilir sanırım...

YARIN: Alevilerin ibadetleri ve ‘müsahip’ geleneği...

Haberin Devamı