Gazete Vatan Logo

Kadın olduğum anlaşılmasın diye ellerimi saklardım

Semiha Es, Türk kadınları arasında özel yeri olan bir isim... Türkiye Cumhuriyeti’nin katıldığı ilk savaşı fotoğraflamak için 1950’de Türk askeri ile birlikte Kore’ye giden Es, farkında olunmasa da sadece Türkiye’nin değil, “Dünyanın ilk kadın savaş fotoğrafçısı” unvanını taşıyor

Semiha Es’in hayatı bir macera romanından farksız... Es, Kore Savaşı sırasında bir zamanların ünlü gazetecilerinden eşi Hikmet Feridun Es’le birlikte 2 yıl cephede yaşadı. Beş kez Vietnam Savaşı’nda görev yaptı. Dünyanın dört bir yanına seyahat ederek Uzakdoğu’da, Afrika’da, Avustralya’da Türk insanının yabancı olduğu ilkel yaşamdan kareleri ilk kez görüntüledi. Eski ABD başkanlarından Franklin Roosevelt ve Ronald Reagan ile dostluklar kurmayı başardı. Bugün 95 yaşındaki Es, Barbaros Bulvarı’ndaki evinde tek başına yaşıyor. İlerlemiş yaşına rağmen, geçmişte tanık olduğu “ateşli günleri” dün gibi hatırlıyor. Es, 15 sene önce eşini kaybettikten sonra tam anlamıyla yalnızlığa terk edilmiş. Romatizma yüzünden yürümekte zorlanan bu Cumhuriyet kadınını tek düşünen ise sağlığını soran ve ihtiyaçlarını karşılayan apartman görevlileri...


n Fotoğrafçılığa nasıl başladınız?
Ben 1912’de doğmuşum. 18 yaşındayken zamanın ünlü gazetecilerinden Hikmet Feridun Es’le evlendim. Hikmet Bey, daha o zaman askerliğini yapmamış, 22 yaşında genç bir delikanlıydı. Evlendikten sonra nereye gitse, daima beni de yanında götürdü. Görmediğimiz küçücük bir ada bile kalmadı. Ben de onunla yolculuk ettiğim için, haberlerinin fotoğraflarını çekmeye başladım.


u Bir erkeğin yapamadığı işleri başardım
n Eşiniz nasıl bir insandı?
Özgürlüğüne düşkün bir adamdı. Zaten o yüzden, Hürriyet’i bırakmıştı. Hatta İnönü’nün damadı Metin Toker, onun için “Herkes Hikmet Feridun gibi olamaz, o birisine kızdığı zaman, şapkasını aldığı gibi çıkar” derdi.


n Gazetecilik yaşamınızda nelere tanık oldunuz?
Gazetecilikte benim gördüklerimi kimseler görsün istemem. Çünkü ben harp muhabiriydim. Harpte ölüler, yaralılar, kaçaklar, ne ararsanız gördüm.


n Dünyanın ilk kadın savaş fotoğrafçısı unvanını taşıdığınız doğru mu?
Doğru tabii ki... O dönemde ne Amerika’da, ne de başka bir ülkede kadın savaş fotoğrafçısı vardı. Ancak Albay Gamby müsaade ederse cepheye giderdiniz. Benim dışımda hiçbir kadına da izin vermedi. Beş kere Vietnam’a gittim. Kore’de de iki sene cephedeydim. Afrika’daki iç savaşların hemen hemen hepsinde bulundum.


n Savaşta kadın olmak nasıl bir duyguydu?
Kadın olduğumu anlamasınlar diye hep ellerimi saklardım. Saçlarımı da kasketin altına sokardım. Yün donlar, uzun paçalı pantolonlar, postallar, haki renkte atletler... Onları giyince derdim ki, “İşte ip cambazı yine giyindi.”


n Türkiye adına bir ilki başarmış olmak sizi duygulandırıyor mu?
Tabii ki duygulandırıyor. Bir erkeğin bile yapamayacağı işleri başardık. Bende korkudan eser yoktu. Cesaretimi de cehaletimden alıyordum. Bu yüzden beni gören insanlar şaşırıyordu ve “Korkmuyor musun?” diye soruyorlardı.


n 95 yaşında hâlâ sağlıklı olmanızı neye borçlusunuz?
Ben bu kadar uzun yaşamayı gençliğimde durup dinlenmeden dünyayı dolaşmama borçluyum. Ama insan ister istemez kendini “Bu kadar uzun yaşamak iyi bir şey mi?” diye düşünmekten alamıyor. Televizyonlarda hep dengeli beslenmekten, uzun yaşamaktan bahsediyorlar. Ama dengeli beslenip hakikaten uzun yaşayanlara da “bunak muamelesi” yapıyorlar. Ben şu anda 95 yaşında olmaktan hiç memnun değilim. Çünkü en ufak bir iş yapmak istesen, “Git akıl raporu al, sonra gel” diyorlar. Madem ki, ihtiyarladığımız için bunak muamelesi göreceğiz, neden insanları uzun yaşamaya teşvik ediyorlar?


n Doktorlar sizi görünce ne diyor?
Amerikan Hastanesi’ndeki doktorlar beni tanır. Bir gün kontrole gittiğimde, “Nasılsın” dediler. Ben de “Nasıl olacağım, sıramı bekliyorum” dedim. Bana öyle kızdılar ki, “70-80 yıl evvel yaşanan olayları bugün gibi anlatıyorsun, sen 110 yaşına kadar programlısın” dediler. “Aman öyle demeyin” dedim. Çünkü “İnşallah çok yaşarsın” dileği gerçek olduğunda, her zaman iyi şeyler yaşamıyorsun. İnsanlar ölmenizi beklemeden her şeyinizi istiyor. Gittiğim ülkelerden getirdiğim biblolarım vardı. Bana sormadan almışlar. Her gelen bir şeyler taşıdı. Hasta ve ihtiyar oldun mu, seneler önce ölüyorsun. Her şeyini almaya bakıyorlar, hem de daha ölmeden. Bence ihtiyarlık kadar kötü bir hastalık yok...


Ronald Reagan Arkadaşımızdı
Kocamla defalarca ABD’ye gittik. 1938’te de Hollywood’daydık. Ronald Reagan bizim arkadaşımızdı. Genelde yemeklerde beraber olurduk. Bugün hâlâ evimde bize hediye ettiği imzalı fotoğrafı duruyor. Amerika’daki ilk görüşmemizi de Başkan Roosevelt ile yaptık. Roosevelt, aynı zamanda felçlidir. Çok utangaç bir insandı. Konuşurken çoğu zaman yüzünün kızardığına tanık olurduk. Socarno ise tam tersidir. “Atatürk yalnız sizin değil, tüm ezilen ve mazlum milletlerin Atatürk’üdür. Çünkü diğer ülkelerin gözünü açtı” derdi.


Bu meslekten hiç para kazanamadım
Türkiye’de hiç kıymetimi bilmediler. Öyle ki, tapusu dedeme ait olan, Beylerbeyi’ndeki annemden kalma arsamı bile kendi üzerime almama müsaade etmediler. Duruşmada dosyalarımı çaldılar, zorluklar çıkardılar. En ufak bir itibar bile görmedim. Üstelik senelerce çalışmama rağmen hiçbir gün maaş almadım. Uzun yıllar gazeteciliğe devam ettim. Hürriyet’ten 5 kuruş dahi almadım. Türkiye’den değil ama Amerikalılardan ödül aldım. “Cat” adlı bir firma, dünyanın her yerine gidebilmem için “sınırsız uçak” imkanı verdi.

Haberin Devamı