Gazete Vatan Logo

Beş duyuyla hissedilebilen yegane ülke

Hindistan hep hayalimdeki ülke oldu. Beş hanım arkadaşım ve ben bu hayalin bir bölümünü trenle yapmaya karar verdik ve “Palace on Wheels” yani “tekerlekler üzerindeki saray” ile RaCasthan’ı gezmeye karar verdik

Hindistan’ın kuzeybatısındaki RaCasthan müthiş renkleri ve tarihi ile insanları büyülüyor. Bu bölge “Maharaja”ların, yani mihracelerin yurdu. “Maharaja” olmak, cesaret, gurur, kahramanlık, güçsüzü korumak, kadınlara saygı, cömertlik, düşmanına bile adil olmak, yani bir şövalye ruhuna sahip olmak gibi ulvi değerlerin yanı sıra saraylar, kaleler, mücevherler, kristaller, özel yapım Rolls Royce’lar arasında efsanevi bir hayat tarzına da sahip olmak demek. “Palace on Wheels” ile yapacağınız bu gizem dolu, mistik, romantik seyahat, size nesillerden beri halen süregelen bu geleneğe, kültüre ve yaşam şekline tanık olma fırsatı veriyor. Bir hafta boyunca 5 yıldızlı oteliniz ile birlikte, bavul toplayıp açmadan, terminallerde oradan oraya koşuşturmadan, adeta evinizdeymişçesine seyahat ediyorsunuz.
Hindistan’da tren yolculuğu çok eski yıllara dayanıyormuş. İlk sefer 1853 yılında Bombay ve Thana arasındaki 21 millik yolmuş. Önceleri asker ve malzeme taşıma amacıyla kullanılan tren yolları zaman içinde zengin maharajaların kaleleri, sarayları, bahçeleri için giriştikleri tatlı rekabeti kendilerine ait trenlere de taşımalarına neden olmuş. İçlerinde yatak odalarını, ofislerini, hobi odalarını, dans salonlarını, mutfaklarını, hizmetlilerini barındıran, her türlü lüksün olduğu “tekerlekli saraylar” yaratmışlar. Ve bu trenleri, düğünlere, eş dost davetlerine, avlanmaya gitmek için kullanmışlar.


1981 yılında Hindistan hükümeti ve RaCasthan Turizm Kuruluşu’nun ortak çabalarıyla, trenle tarihe gezinti fikri ortaya çıkmış ve maharajalara ait 14 vagon restore edilerek seferlere başlanmış. Her vagonda banyolu, klimalı dört kompartıman ve bir oturma bölümü var. Bir vagon bar, iki vagon da restoran olarak ayrılmış. Her vagonda, o vagonda kalan “maharaja” ve “maharani” lere hizmet etmek için iki görevli (butler) var.Bu iki görevli ve tüm personel sizi şımartmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Üniversite mezunu Sidartha ile yardımcısı Chotu iyi İngilizce konuşuyorlardı. Trenin restoranlarında Çin, Hint ve otantik RaCasthan mutfağının yanı sıra uluslararası yemekler de sunuluyor. Hindistan’ın Sula marka harika bir beyaz şarabı var. Kırmızı şarapları için pek aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ama bol baharatlı mutfağa en iyi eşlik eden Hindistan birası Kingfisher’i de unutmamak lazım.

Tren geceleri yol alıyor. İlk gece uyumanız pek mümkün değil, ama ertesi gece salıncakta, ninni dinler gibi uyumaya hemen alışıyorsunuz. Sabahları Sidartha’nın kahvaltı için hazırladığı mis gibi kahve ve omlet kokularıyla harika bir güne başlayacağınızdan emin olarak uyanıyorsunuz. Her sabah değişik bir şehirdesiniz. Tren istasyonun önünde içinde klimalı otobüsler sizi bekliyor. Şehir, kale, saray ve tapınaklarla ilgili tarihi bilgilerin, hikayelerin yanı sıra, sosyal hayatla ilgili bilgileri de rehberinizden öğreniyorsunuz. Öğle yemekleri eskiden maharajaların residansları olan, günümüzde ise tamamı ya da bir kısmı otel olarak kullanılan son derece lüks mekânlarda yeniliyor.Trene döndüğümüzde Sidartha tepsi içinde sıcak, bembeyaz havlular ile bizi karşılıyordu. Biraz dinlendikten sonra nefis kurabiyeler eşliğinde çay ile kahve servisi, arkasından da içki servisi başlıyordu. Akşam yemeğinden sonra yapılan günün değerlendirmesi ve Sidartha ile Chotu’yla yapılan kültür alışverişi sohbetleri en keyifli anlardı. Yedi günün sonunda bütün yolcuların ortak fikri, trenin keyfini en çok “6 Maharanis frm İstanbul”un çıkardığı oldu. Trene döndüğümüzde Sidartha tepsi içinde sıcak, bembeyaz havlular ile bizi karşılıyordu. Biraz dinlendikten sonra nefis kurabiyeler eşliğinde çay ile kahve servisi, arkasından da içki servisi başlıyordu. Akşam yemeğinden sonra yapılan günün değerlendirmesi ve Sidartha ile Chotu’yla yapılan kültür alışverişi sohbetleri en keyifli anlardı. Yedi günün sonunda bütün yolcuların ortak fikri, trenin keyfini en çok “6 Maharanis frm İstanbul”un çıkardığı oldu.

Her kentin kendine özgü bir rengi var

Yolculuğa Delhi’den başladık. Renk cümbüşü ve keşmekeş, korna ve motor sesleri size çok farklı bir ülkede olduğunuzu hemen hissettiriyor. Öğleden sonra Safdarjung Tren İstasyonunda çiçeklerle karşılandık ve trenimiz hareket etti. Ertesi sabah “Pink City” Jaipur’a varmadan Amber Fort’u ziyaret ettik. Bir tepeye yayılmış olan kaleye fillerin sırtında çıkmak oldukça keyifliydi. Jaipur’daki Hawa Mahal 1799 yılında Swai Pratap Singh tarafından karısı için yaptırılmış “Rüzgar Sarayı” anlamına gelen arka tarafı olmayan ama cephesinde 365 penceresi bulunan duvara benzeyen bir bina. Raca karısı sıkılmasın, yılın her günü başka bir pencereden dışarıyı, ahaliyi seyretsin diye inşa ettirmiş. Üçüncü gün Jaisalmer’daydık. Sarı taştan yapılmış kale, saray ve “haveli” denilen malikanelerin taş işçiliği çok etkileyiciydi. RaCasthan’da hemen her şehir ve kale ayrıca bir renkle anılıyor. Pembe binaların şehri Jaipur ve Amber Fort’u gördükten sonra Jaisalmer’in de gün ışığında nasıl parladığını görünce, niçin “Golden City” dendiğini anlayabiliyorsunuz. Sokaklardaki rengarenk giyinmiş kadınları, kutsal inekleri, gene korna sesleri ve sokak müzisyenleri ile gerçek bir Hint şehri. Dördüncü gün Jodhpur’dayız. Mehrangarh Kalesi kayaların üstünde, adeta kayaların içinden yükselmiş gibi. Kalenin eteklerindeki şehrin böceklerden korunmak için maviye boyanmış evleri, Jodhpur’un diğer adını neden “Blue City” olduğunun kanıtıydı. Beşinci sabah erkenden ciplerle gidilen Ranthambore Ulusal Parkı uzun yıllar maharaja’ların av mekânı olarak kullanılan 411 km karelik ormanlık bir alan ve Bengal kaplanı görmeniz için büyük bir fırsat.
Ertesi gün kalesinin hikayesiyle beni en çok etkileyen şehir olan Chittorgarh’a vardık. Burada yaşayan insanların hayatı Moğol saldırılarına karşı kendilerini korumaya çalışmakla geçmiş. Moğol hükümdarı güzeller güzeli Maharana Rana Padmini’yi haremine almak istemiş ve savaş açmış. Kocasının savaşı kaybedeceğini anlayan Rana, Sultan’a esir olmamak için 13 bin kadın ve çocukla birlikte diri diri ateşin içine atlamış. Sultan amacına ulaşamamış ve şehri ele geçirince yakıp yıkmış. Kalede gün batımından sonra gerçekleştirilen, bu romantik olduğu kadar vahşi ve trajik hikayeyi anlatan ışık ve ses gösterisi çok etkileyiciydi.


Trenle bu geziyi sanal ortamda yapabilirsiniz

Altıncı gün suyun kenarındaki romantik şehir Udaipur’daydık. Maharaja kendine Pichola gölünün kenarında kışlık bir saray, gölün içinde yazlık bir saray, göle bakan yüksek bir tepenin üzerinde de muson mevsiminde yağmuru ve gün batımını seyretmek için bir saray yaptırmış. Lake Palace çok prestijli bir otel haline getirilmiş. Gölde yapılan tekne gezisindeki City Palace’in göle yansıması nefes kesici fotoğraflar olarak zihninize yer ediyor. Son gün Taj Mahal’in şehri Agra’daydık. Moğol sultanı Akbar tarafından yaptırılan Agra kalesine Cihan Şah ve sonraki şahlar birçok ilaveler yaptırmışlar. Şah Cihan daha sonra oğlu tarafından hapsedildiği bu kalede sevgili karısı için yaptırdığı Taj Mahal’i seyrederek yaşamış.
Ertesi sabah erkenden Delhi’ye ulaşınca 7 gündür eviniz gibi hissettiğiniz treninizden ve size her türlü konforu sağlayan o güler yüzlü, nazik insanlardan buruk bir duyguyla ayrılıyorsunuz. RaCasthan okunarak, resimlerine bakılarak fikir sahibi olunabilecek bir yer değil. Şayet tarihine, yüzlerce sene öncesine dayanan kültürüne, geleneklerine, mistik romantizmine, saraylarının ve kalelerinin muhteşemliğine, tapınaklarına, insanlarının sıcaklığına, güler yüzlülüğüne, müziğine, danslarına, kahramanlık ve aşk hikayelerine, el sanatlarına, baharatlarına, yemeklerine, dokunarak, görerek, koklayarak, tadarak tanık olamazsanız, RaCasthan ve Hindistan’ı anlamanız ve bilmeniz mümkün olamaz. Hindistan yeryüzündeki beş duyumuzla hissedebileceğimiz yegane ülke.
www.palaceonwheels.net sitesinde trenle bu geziyi sanal ortamda yapabilirsiniz.

Haberin Devamı