Nâzım Hikmet ve yurttaşlık

Haberin Devamı

Birkaç gündür Nâzım Hikmet’e yurttaşlık hakkının geri verilmesi konuşuluyor. Bazıları buna iade-i itibar diyor ki akla ziyan bir söz.

İtibarı iade edecek olan kim, edilecek olan kim?

Birincisi, dünyada insan hakları ihlalleriyle öne çıkmış, şairlerini, yazarlarını öldürmüş, hapsetmiş, bugün bile işkencede adam öldüren, on binin üstünde faili meçhul cinayet dosyasına sahip bir devlet. Öteki ise dünyada adını duyunca herkesin önünü iliklediği bir büyük, hümanist şair.

Kim kime itibarını iade ediyor, anlamak mümkün mü?

Paris’te UNESCO Onursal Büyükelçi toplantılarında gördüğüm efsane insan Nelson Mandela’ya, kendisine verilmek istenen Atatürk ödülünü niye reddettiğini sormuyorum bile.

Çünkü biliyorum ki o ödülü bağımsızlık savaşçısı Atatürk’ün adını taşıdığı için değil, Kenan Evren verdiği için reddetmişti. Cuntacılarıyla hesaplaşamayan, anayasasında “darbeciler yargılanamaz!” maddesi olan devlet mi Nâzım’a itibarını iade edecek?

Hani bir söz vardır: “Kendi muhtac-ı himmet bir dede - Nerede kaldı gayrıya himmet ede!” (Kendisi yardıma muhtaç bir dede - Nerede kaldı başkalarına yardım ede.)

Türk devleti önce bu ülkeye yaraşır bir demokrasiye, saygınlığa kavuşur; işkenceleri, faili meçhulleri önler, ondan sonra böyle iddialarda bulunabilir.

Yoksa uluslararası arenada kendisini güç duruma düşürmekten kurtulamaz. Özel harpçilerin başkente gömdüğü cephanelikleri daha yeni bulmaya başlayan, kendisi adına kurşun atanları şerefli sayan bir devlet, kusura bakmasın ama şimdilik böyle iddialardan vazgeçmek zorundadır.

***


İkincisi ise yurttaşlık konusu.

Ancak kaybedilen bir şey geri verilebilir. Nâzım bir şey kaybetmemişti ki geri alsın.

Hem de ölümünden bunca yıl geçtikten sonra. Yaşarken, çok sevdiği memleketine gelebilmesi açısından bu düzenleme bir anlam taşıyabilirdi ama şimdi bu jestin bir önemi yok.

Türk vatandaşlığını kaybettiği gün Nâzım Hikmet Türk şairi olmaktan çıkmamıştı. Polonya pasaportu aldığı gün de Polonya şairi olmamıştı.

Dünyanın birçok ülkesine gidin; mesela Latin Amerika’da bir aydınla, Çin’de bir üniversite öğrencisiyle, Japonya’da kitap okuyan bir garsonla konuşun.

Onlara, gelmiş geçmiş bütün bakanlar kurulu üyelerini sayın, bakın bakalım bir tek isim biliyorlar mı?

Ama “Nâzım” dediğiniz zaman iş değişir.

Japon size onun “Hiroşima” şiirini okumaya başlar, Latin Amerikalı “No Pasaran!” der, Çinli öğrenci Sarı Nehre doğru akan orduyu anımsar.

Geçen yaz, küçük bir Yunan adası olan Leros’ta lokantacılık yapan Takis’le konuşuyorduk. Söz açıldı, ona “Nâzım’ın ’En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır!’diye bir şiiri vardır” dedim.

Ne yaptı biliyor musunuz?

Bana şiirin tamamını ezberden okudu. Hem de İngilizcesini.

Onun için bırakın bu işleri.

Nâzım zaten bir dünya değeri.

Siz bir şey yapacaksanız şu anda yazıları, kitapları, sözleri yüzünden yargılananlara; yani Nâzım’ın hâlâ çile çekmekte olan torunlarına bakın.

Ayrıca Çaykovski gibi dünya devlerinin yanında yattığı, bir müze haline gelen mezarlıktaki huzur uykusunu da bozmayın. Bırakın dünya insanları onu ziyaret edip, saygılarını sunabilsin, çiçeklerini bırakabilsinler.

“Ama vasiyeti var!” mı diyorsunuz.

Merak etmeyin: Anadolu’dan götürdüğümüz bir çınarı mezarının başına, Vera’nın da katıldığı bir törenle diktik zaten.

Yani Anadolu’nun iki çınarı orada, yan yana.

DİĞER YENİ YAZILAR