Erguvana dedim ki

Haberin Devamı

Gün kavuşurken “erguvani” ışıltılarıyla göz kamaştıran o muhteşem ağaçlar çiçek açmıştı.

Bir erguvana diktim gözümü. İzledim, izledim. Rüzgârda titreşen yapraklarına hayranlıkla baktım. Sonra aklıma, erik ağacıyla konuşan Kazancakis geldi. Hani Atos Dağı’nda bir erik ağacı görmüş ve karşısına geçip “Konuş be bacım!“ demişti ya; bunun üzerine erik ağacı tepeden tırnağa çiçeğe açmıştı.

Ben de derdimi erguvana dökmeyi deneyebilir miyim diye merak ettim.

‘Bak güzel bacım,’ dedim. ‘Bu bahar da çiçek açtın. Kimbilir daha kaç bahar açacaksın ama ne yazık ki ben bunların çok azını görebileceğim. Kimbilir daha kaç erguvanlık ömrüm kaldı?

Ama biliyor musun; canım çok sıkılıyor, hem de çok. Bu dünyadan da, bu ülkeden de, bu basından da, bu siyasetten de fena halde gına geldi. Bir boğulma hissi içindeyim desem inanır mısın acaba? Ama gerçek bu.

Birtakım insanlar hiç ölmeyeceklermiş gibi sonsuz bir dünya hırsı içinde çılgın bir savaşa tutuşmuşlar. Bunlara baktıkça insan soyunun yıkıcı olduğunu söyleyen Freud’a inanasım geliyor. Bir de insanlığın evriminde bir sapma olduğunu, beynin saldırganlık ürettiğini öne süren Arthur Koestler’e. Galiba haklılar.

Birtakım insanlar var: İçlerinin şarkısı bitmiş, yürekleri ölmüş; sadece gövdeleriyle yaşıyorlar. Kavgayla gürültüyle geçiyor ömürleri.

Bazen içimden onlara “Yazık değil mi kardeşler” demek gelir. “Şu kısacık ömrü bu kadar kavgayla, hırsla, öfkeyle tüketmeye ne gerek var. Sayılı günlerinizi daha güzel şeylerle geçirin.”

Ama diyemem, çünkü o frekansı duymazlar.
Ah bir anlasalar sayılı günlerin bu kör öfkeye değmediğini!
Ey erguvan. Sen bilmezsin. Sadi derler büyük bir İran şairi vardı. Bir gazelinde demişti ki: “Yükseltme sesini ki düzenbazlar haberdar olmasın.”

Artık benim de içimden Sadi’nin öğüdünü dinleyerek susmak geliyor. Çünkü ne söz söylersen söyle, seni rahat bırakmazlar. Artık burada düşünceye, şiire, içli ezgilere, felsefeye, bilime, insanlığa, merhamete, kardeşliğe yer yok.
Sussam diyorum, senin gibi olsam, bazen yapraklarımı döküp bazen çiçek açsam.

Anladın herhalde erguvan bacım. Fena halde sıkıldım artık, bıktım. Bana hiç kimsenin zararı dokunmasa bile, kalan hayatımı bu çukurda debelenerek geçirmek istemiyorum.
Kavgadan zevk alan insanlar için bu ülke bir cennet ama benim gibi, kavga-gürültü sevmeyen, birazcık huzur arayanlar için tam bir cehennem.

Ne diyorsun bacım, ne diyorsun; cevabın ne?’

***


Erguvana sordum, sordum, sordum.

Bir şey demedi!

Esen rüzgârla nazlı nazlı sallanmaya devam etti.

Ve ben saatler sonra onun ne demek istediğini anladım. Voltaire’in kitabında İstanbullu bahçıvanın Candide’e söylediği gibi “Bırak bunları. Kendi bahçeni yetiştir” diyordu.

Ve Şirazlı Sadi kulağıma son öğütlerini fısıldıyordu.
“O zamandan beri topluma veda ettik ve yalnızlık yoluna koyulduk: Çünkü güvenlik yalnızlıktadır.”

‘Anladım bacım!’ dedim. ‘Sağol. Dilerim daha yüzlerce bahar çiçek açasın.’

DİĞER YENİ YAZILAR