Çocuğunuz ilk kez okula gidecekse bazı sorunlarla karşılaşacaksınız. Hazırlıklı olun bu normaldir...
ANNEE! Karnım ağrıyor, okula gitmek istemiyorum. Arkadaşlarım benle dalga geçecek. Ders çalışmak istemiyorum.” Okul açılınca bu cümleleri sık sık duyacaksınız.
Evet... Okullar açılınca tabii ki bir takım problemler yaşayacaksınız. Ancak unutmayın. Her sorunun bir çözümü var. İşte size karşılaşabileceğiniz sorunlar ve çözümleri:
1- Yazın çocuğunuzun düzeni tamamen değişti. Düzeni yeniden kurabilmek için: Uyku saatlerini belirleyin. İlk haftalarda gerekirse siz de çocuğunuzla birlikte erken yatarsanız çocuğunuz bu düzene daha çabuk uyum sağlar. Çocuğunuzun formaları beraber alın ve formaların ona ne kadar çok yakıştığıyla alakalı iltifatlarda bulunun. Okullar açılmadan birkaç gün öncesinden çocuğunuzun yeme düzenini oluşturun. Yemek saatlerini belirleyin ve genelde okullarda çıkan yemeklerin benzerlerini yapın. Böylece çocuğunuzu alıştırmış olursunuz.
2- Çocuğunuzun çekingen bir yapısı varsa arkadaş edinme kaygısı yaşayacaktır. Bu kaygıya en aza indirmek için: Çocuğunuza sınıftan sadece tek bir kişi belirlemesini ve onunla yakınlık kurmasını söyleyebilirsiniz. Çocuğunuzu o kişiyle okul dışı programlar yapmaya teşvik edebilirsiniz. Bir kişiyle yakınlaştıktan sonra çocuğunuzun kaygısı azalacak ve diğer kişilerle iletişim kurması kolaylaşacaktır.
3- Müfredat ilerledikçe çocuğunuz not kaygısı yaşayacak. Bunu önlemek için: Çocuğunuza notun önemli olmadığını, ders çalışma sorumluluğunun daha önemli olduğunu söyleyin. Zaten düzenli bir şekilde ders çalışırsa notlarında problem yaşamayacağını belirtin. Notları hakkında yalan konuşursa bu davranışın yanlış olduğunu kötü not da alsa iyi not da alsa ona verdiğiniz değerin ve sevginizin değişmeyeceğini söyleyin. Çocuğunuzun hayatını sadece dersten ibaret yapmayın. Hobileri olsun. Hayatının tek odağı okul olmayınca not kaygısı azalacaktır.
Hayal kurmaktan vaz mı geçtiniz? Hedefleriniz için çabalamıyor musunuz? İşte hayata dair ipuçları.
Kavanozdaki Pire’nin hikâyesini bilen var mı?
Bir pireyi kavanoza kapatırlar ve kavanozu alttan ısıtırlar. Kavanoz ısındıkça pire yukarıya zıplar ve kapağa çarpar. Bir süre sonra çarpmamak için daha az sıçrar. 21 gün geçince pire bunu alışkanlık haline getirir. Sonra kavanozun kapağını açarlar. Bir bakmışlar pire artık sıçramaktan vazgeçmiş. Kavanozun kapağının açık olup olmadığının farkında bile değil…
İşte buna “Öğrenilmiş çaresizlik” denir. Bu durum size tanıdık geldi mi? Siz de hayal kurmaktan vaz mı geçitiniz? Artık hedeflerinize ulaşmak için çabalamıyor musunuz? Düzeninizin dışına çıkamayacağınızı mı hissediyorsunuz? Acaba siz de çaresiz hissediyor olabilir misiniz?
Kendinizi işte hayal edin. Uzun süredir aynı pozisyondasınız ve terfi etmeyi bekliyorsunuz. Eminim ilk birkaç ay hepiniz çabalamışsınızdır. Gözünüze bir pozisyon kestirip elinizden geleni yapmışsınızdır. Sonra bir bakıyorsunuz sizin yerinize başkasını getirmişler o pozisyona. Ne hissettiniz? Kızgınlık, üzüntü, öfke, kıskançlık ve değersizlik…
Asıl hedefinizi unutmayın
Herkese merhaba,
Üniversite sınavı bitti. Şimdi öğrenciler geleceklerini belirleyecekleri seçimlerini yapıyor. Ekonomi durgun. İşini kapatmak zorunda kalanlar var. Çalışanların üzerinde de bir gerilim var. Yeni mezunlar iş bulmakta zorlanıyor. Aile bütçeleri daralıyor. Çoğu insan tatile çıkamıyor. Trafik insanı zorluyor. Tabii bütün bunların sonucunda toplumsal bir stres hakim ülkemizde. Özellikle İstanbul’da yaşayanlar dikkat: İstanbul Avrupa’nın en stresli dördüncü metropolü.
Eğer şartlar böyle devam edecekse stresle baş edebilmemiz lazım. Yoksa panik bozukluk, depresyon ve öfke kontrol bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıklar peşimizi bırakmaz.
İşte size stresle baş edebilmeniz için birkaç ipucu ve yöntem
Stresinizin kaynaklarını tespit edin: Günlük yaşamınızda sizi gerginleştiren kişileri ve durumları listeleyin. Değiştirebilecekleriniz için çözüm üretin. Değiştiremeyeceklerinize de bakış açınızı değiştirmeye çalışın. Unutmayın bizi etkileyen şeyler olaylardan çok olaylara nasıl baktığımızdır.
Kendi kendinize dur deyin: Sinir sistemimiz için stres demek tehlike demek. Stres anında vücut alarma geçiyor. Terleme, titreme, ateş basması, kalp çarpıntısı, bacak sallama, kasılma gibi fiziksel belirtiler ortaya çıkıyor ve beyne giden oksijen azalıyor. Bu sebeple mantıklı düşünemiyoruz.
Bu belirtilerin stresten kaynaklandığını fark edebilmek ve beynimize komut verebilmek çok önemli. Kendi kendinize “korkacak bir durum olmadığını “ tekrar edebilirsiniz.
Evlenen her 10 kişiden 4’ü ilk 5 yıl içinde boşanıyor. Bu kararı vermeden önce ilişkinize göz atın.
Her yıl Türkiye’de 600 binin üzerinde kişi evleniyor. Evlenen her 10 kişiden 4’ü ilk 5 yıl içinde boşanıyor. Diğerleri ise kimi zaman boşanma nın eşiğine gelip evliliğini kurtarmaya çalışıyor. Boşanma aşamasına gelen birçok hastam var. Gördüğüm hastaların problemlerinin başında aldatma geliyor. Bunu; çiftler arası iletişimsizlik, cinselliğin azalması ve sosyal medya kıskançlığı takip ediyor. İşte size köprüden önce son çıkışı yakalamanız için bazı ipuçları...
Aldatma
Aldatma en sık karşılaştığım boşanma sebepleri arasında. Her üç boşanmanın 1’i erkeğin aldatmasından kaynaklanmakta. Kadının aldatma oranı ise erkeğe göre daha düşük. Erkeğin başlıca aldatma sebebi dürtüsellik. Kişi bir anlık zevk uğruna uzun süredir devam eden evliliğini yok sayabiliyor. Diğer bir sebep ise özgüven eksikliği. İlişkilerde çiftlerin birbirine özensiz davranmaları sonucu erkek kendi egolarını besleyen kişilere kayabiliyor. Kadın ise intikam ve ilgisizlik sonucu aldatıyor.
Aldatmayı önlemek için ilişkinize özen gösterin. Uzun zamandır evli olsanız bile birbirinize iltifat etmeyi ve onu sevdiğinizi söylemeyi ihmal etmeyin. Birbirinizin olumlu yönlerini ortaya çıkarın. Böylece egolar beslenecektir. Ayrıca her iki tarafın da hoşuna giden yeni aktiviteler yaparak ortak paylaşım alanları yaratın. Böylece beraber keyif alma duygusunu yeniden tadacaksınız. En son ne zaman fonda slow müzik mum ışığında bir yemek yediniz? Cinsel hayatınıza da özen gösterin. Eğer bu konuda sorun yaşadığınızı düşünüyorsanız bu durumu kabullenip konuşun. Cinsel hayatınızı renklendirin.
İletişimsizlik
Özellikle ülkemizde küçük yaşlardan beri çoğumuza karşı tarafı kırmamak için aklımızdan geçenleri söylemememiz gerektiği öğretiliyor. Doğal olarak ilişkilerimizde de aynı alışkanlık devam ediyor. Bir şeye kızınca çözüm bulmak yerine ya susuyoruz ya da içimize attıklarımızın birikimi sonucu öfke patlamaları yaşıyoruz. Sonuç olarak da huzursuz oluyoruz. Peki sağlıklı iletişim bu mu sizce?
Sağlıklı iletişimin ilişkinin temeli olduğunu unutmayın. Örnek verecek olursak yemek masasında eşinin telefonuna bakmasından rahatsız olan eş bu durumu şöyle ifade edebilir: gün birbirimizi göremiyoruz ve seni özlüyorum. Yemek yerken telefonla ilgilenmen beni üzüyor. Bunun yerine sohbet edersek daha iyi vakit geçireceğimize inanıyorm.İnanın bu tip ifadeler hayatınızı olumlu yönde değiştirecek. Ayrıca eşinizin sevdiğiniz yönlerini de dile getirmeyi ihmal etmeyin. Her 5 olumlu cümle karşısında 1 olumsuz cümle kurabilirsiniz.
Herkese Merhaba,
Bugünkü yazımda çağımızın sorunu olan “Güzellik Takıntısı”ndan bahsedeceğim.
Öncesinde gelin birlikte mini bir test yapalım. Aşağıdaki 3 durumu ne kadar sıklıkla yaşadığınızı (0) “Hiç” ve (3) “Her zaman” olacak şekilde puanlayın:
Millet olarak hayır demeyi bilmiyoruz. Biliyorum zor olacak ama hayır” diyebilirsiniz, işte yolları...
Herkese Merhaba, ben Psikolog Serra Gerşon Nahmias. Bugünkü yazım çoğumuzun kullanmaktan çekindiği “HAYIR” kelimesiyle ilgili…
Çevrenizdekileri mutlu etmek için istemediğiniz şeyleri yapıyor musunuz? Bu yüzden kendi programınızı değiştiriyor musunuz? Bu durumla çok sık karşılaşıyor musunuz? Peki bu sebeple kendinize kızıyor musunuz? Bütün bu sorulara cevabınız “EVET” ise; siz de “HAYIR” diyemeyenlerdensiniz!
“HAYIR” diyebilmek çoğumuzun son zamanlarda fark ettiği yine de kullanmaktan çekindiği bir seçenek. Kişiliğimizi ortaya koyabilmenin, sınırlarımızı çizebilmenin, kendi tercihlerimizi ön planda tutmanın önemini yeni yeni anlamaya başladık. Türk toplumuna göre “HAYIR” demek bencillik anlamına geliyor. İnsanın kendisini düşünmesi olumsuz olarak algılanıyor. Aslında öyle değil. Kişinin kendi ihtiyaçlarını ön planda tutması psikolojik sağlığı için çok önemli…
“HAYIR” kelimesi neden olumsuz duygular çağrıştırıyor sizce? Çünkü biz “HAYIR” denilince sevilmediğimizi ve değer verilmediğimizi düşünüyoruz. Başaklarının bizimle vakit geçirmesini ve bizi hayatlarında tutmak istemelerini evet koşuluna bağlıyoruz.
Hepimizin “HAYIR” demeyi kolayca başardığı bir dönem var aslında. 2. Yaşımız! Bireysellik kazandığımız ancak süper egomuzun hala tam olarak gelişmediği bir dönem. Yani toplum baskısından uzak olduğumuz bir dönem... 2 yaşındayken “HAYIR” dersem yalnız kalırım, beni sevmezler gibi korkularımız yok. O dönemde “HAYIR” derken tek amacımız birey olduğumuzu çevremizdekilere kabul ettirmek.
“HAYIR” derken zorlanmamızın diğer bir sebebi de “insanlar bizi sevmez, bize değer vermez” düşüncelerimizin yalnızlık korkumuzu tetiklemesi. “Yalnız kalırsak ne yaparız?”, “Bu durumla nasıl baş ederiz?” gibi endişelerimiz ortaya çıkıyor. Çoğumuz bilinç düzeyinde bu düşünceleri fark etmesek de bilinçaltımız “HAYIR” kelimesiyle ilgili bize bu mesajı veriyor.
Şimdi gözlerinizi kapatın. Çevrenizi, bilinçaltı korkularınızı yok sayın ve istemediğiz şeylere “HAYIR” dediğinizi hayal edin. Kendinizi daha özgür hissetmiyor musunuz? Başkaları için ertelediğiniz programınızı canınız isteyince yapabilmek, iş arkadaşınızın zamansızca gelen bir isteğini geri çevirebilmek, arkadaşınız kırılmasın diye yorgun hissederken sokağa çıkmamak sizde de bir hafiflik hissi uyandırmıyor mu?
Sevgili anneler ve babalar;
Karneler verildi. Artık çocuğunuzla beraber geçirebileceğiniz uzun bir tatil sizi bekliyor. Hazır bolca vaktiniz varken çocuğunuzun içsel motivasyonunu artırabilmeniz için size birkaç ipucu vereceğim.
Hiç çocuğunuz yemek yemek istemediğinde “Yersen sana çikolata vereceğim” dediniz mi? Ya da “Ödevini bitirirsen sana oyuncak alacağım” veya “Oyuncaklarını toplarsan tabletini vereceğim” Yani çocuğunuzun yapmak istemediği şeyler için ona rüşvet teklif ettiniz mi?
Eminim çoğunuz “Evet, ben rüşvet teklif ediyorum!” diyorsunuz. Haklısınız da... Bugüne kadar size öğretilen yöntemleri siz de çocuğunuza aktarıyorsunuz. Ancak çocuğunuza istemeden zarar verdiğinizi biliyor muydunuz?
Ne zararı dediğinizi duyar gibi oluyorum. Size bunu Amerika’da Rochester Üniversitesi’nde yapılan bir deneyle açıklayabilirim:
Deneyde üniversite öğrencilerinden yapboz yapmaları istenmiş. Yapbozu doğru tamamlama karşılığında 1 dolar ödül konmuş. Öğrenciler yapbozu tamamlamış. Ertesi gün deney bu sefer ödül olmadan tekrar edilmiş ve öğrencilerin yapbozu tamamlamak için çaba göstermediği fark edilmiş. Yani öğrenciler başta konan ödül yüzünden ikinci gün içsel motivasyonunu kaybetmiş. Başarılı olabilmek için dış bir gücün yardımına ihtiyaç duymuş.
Bundan nasıl bir sonuç mu çıkarmalıyız? Ödül geçici bir motivasyon aracıdır. Önemli olan kişinin içindeki gücü bulmasıdır.
Çocuklara davranışları için ödül vadetmek içsel motivasyonu öldürmekte; çocukları ileriki yaşlarda talepkar, sorumluluk duygusu bilmez, karar almaktan aciz, beklenti içinde olan bireylere dönüştürmektedir. Çocukların stresini arttırmakta ve ödül almadığı zaman çocukta “yanlış bir şey yaptım”, “cezalandırılıyorum” düşüncelerini oluşturmaktadır.
Herkese merhaba,
Ben Psikolog Serra Gerşon Nahmias. Bugünden itibaren artık bu köşede hepimizin ortak sorunlarını ve bunların çözümlerini sizinle paylaşacağım. Umarım paylaştıklarım herkese faydalı olur.
Hayatta nelerden zevk alıyoruz? Bunu hiç kendinize sordunuz mu? Şimdi düşündüğünüzde; eminim birçoğunuz arkadaşlarımla vakit geçirmek, hobilerimi yapmak, tatile gitmek gibi şeyler getirecek aklına...
Oysa gerçek şu: ZENNA Araştırma Şirketi’nin verilerine göre toplumun yüzde 80’inin en keyif aldığı aktivite internette gezinmek. Peki, en çok iletişimde bulunduğunuz şey ne! Kişi diyemiyorum. Çünkü maalesef gün içinde en çok akıllı telefonlarımızla iletişim halindeyiz. Bir de şöyle acı bir gerçek var… Türk toplumunun yüzde 80’i eşi veya sevgilisiyle beraberken mutlaka akıllı telefonunu birkaç kez kontrol etmekte. Peki, bu eşler arası iletişimi kötü etkilemez mi sizce de?
Çoğumuz eşimizle sohbet ederken whatsapp gruplarından gelen mesajlara cevap veriyoruz. Eşimizle yemeğe çıkmışsak açlıktan ölüyor olsak bile yemekten önce yemeklerin fotoğraflarını Instagram’a koyuyoruz. Bir yere gidince sanki görevimizmiş gibi insanlara hem yerimizi bildiriyoruz hem de onlarla mutluluk pozları paylaşıyoruz. Kaç kişi beğenmiş acaba diye kontrol edip duruyoruz; özel zamanımızdan çalıyoruz.
Her ne kadar farkında olmasak da bu durum artık bir bağımlılık haline gelmiştir ve her bağımlılık gibi bu bağımlılık da eşler arası iletişimi oldukça olumsuz etkilemektedir.
Telefonlarımızı ve sosyal medyayı tabii ki hayatımızdan çıkartamayız; ancak kontrolünü elimize alabiliriz. Her bağımlılıkta olduğu gibi bunu kontrol etmek için gereken güç BİZDE!