Eline düşene aman vermeyen bir şehir!

Haberin Devamı

Coğrafyası bir zamanlar efsane gibi anlatılan Bursa’dır bahsimiz.. Başına “Yeşil” sözcüğünü oturtmadan anılması sanki yasaktır.. Biz de görelim dedik, yoluna girdik.. Yeşilden başka her rengini gördük.. İlla ki beton grisini..

Yolumuz Bursa’ya düştü..

Bu lafı ettikten sonra, arkanıza yaslanıp “Taaa Bursa’ya mı?” demenizi bekleyecek hâlimiz yok..

Bursa dediğin ol şanlı vilayet İstanbul’a kuş uçuşu mesafesinde olup, Deniz Otobüsü ile bir saat on beş dakika çeker..

Kara yolundan gitmek azaptır..

Özel uçağınız varsa on beş dakikada meydanına konarsınız.. Yüzerek gitmek bir haftadan çok zaman alır..

Birkaç yıl öncesine kadar Bursa’nın içinden arabayla geçmekten nefret ederdim..

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” adlı eserindeki Bursa ayağına hiç benzemeyen bir şehir, kendi icadı trafik keşmekeşi ile karşılardı sizi..

***


Şehir o vakitler yarı nüfusundaydı.. Yani bir milyonu henüz geçmişti..

Lakin Türk’ün “şehirleri nükleer veya konvansiyonel silahlar kullanmadan yok edebilme dehası..” sayesinde teee o günlerde bile çığırından çıkmıştı..

Arabayla içinden geçmek zorunda kalan yolcuları, ahtapotun avını yakaladığı gibi adına cadde dedikleri yollarıyla yakalayıp içine çeker, ruhunu ve en az iki saat vaktini tüketmeden bırakmazdı..

Nihayet bir otoyol yapıp, gelip geçen araçları şehir trafiğinden by pass etmeyi akıl ettiler..

Şimdi Bursa’nın nüfusu iki milyonu geçti.. Belki de iki buçuk milyon oldu..

Otobandan bastırıp gidersen, Türk’ün şehircilik dehasının nasıl bir eser yarattığını görmek zorunda kalmıyorsun.. Şehir içinde işin varsa Allah’a emanetsin..

YEŞİL BURSA..

Bizim Bursa vilayetini ziyaret etmemiz “kız isteme meselesi” yüzündendir..

Kasabadan Başkente Ankara ve Son Halife belgesellerimizin yönetmenlerinden Hacı Mehmet Duranoğlu’nun dest-i izdivaç vakti gelmişti de o sebepten yollara düştük..

Aslına bakarsanız bizim Hacı Mehmet’in evlilik vakti geçmek üzereydi..

Oğlanın yaşı otuzu çoktan geçmişti.. Bakışlarına romantik bir hassasiyet oturmuştu.. Yani boş bakıyordu..

Tezgâhtan simit alsa, simitçinin karşısında değil de kız babasının karşısında durur gibi dikiliyordu..

Bir keder, bir hüzün yüklemesi ki o kadar olur.. Oğlumuz saz da çalar.. Arif Sağ gibi değilse bile güzel çalar..

Ne var ki sazının tellerine vurduğunda kendine ağıt yakıyor sanırsın.. Düğün, bayram fark etmez.. Hacı Mehmet uzun süren bekârlığının hüznünü her yere taşır..

Bursa yollarına düşmemiz o sebepten..

Hacı Mehmet’e kız isteyeceğiz.. Daha doğrusu işin teknik kısımları hâlledilmiş, oğlan tarafı olarak kız hanesine varıp varlığımızı beyan edeceğiz..

Bir de yüzük takacağız..

Tecrübeli kameramanımız Murat Özcan, yedek yönetmenimiz Beran Pekol, hanımefendi.. Bir de ben..

Şahsen göreve davet edildiğimde itiraz ettim..

“Arkadaşlar..” dedim..

“Ben ekmek paramın yarısını evlilik aleyhine yazdığım yazılarla kazanıyorum.. Yiğitlerimizi bu dertten korumak için fahri hizmet veriyorum.. Beni götürmeseniz..”

Olmaz, dediler..

Millet beni Reşat Nuri’nin romanındaki evlilik muhalifi Homongolus gibi bellemiş..

Kısmet bekleyen kız analarının yüzü, beni gördüklerinde sapsarı oluyor.. “İyi düşündünüz mü?”

Düşünmüşler.. Eh! O zaman günah benden gitti, deyip düştük yola.. Yani bindik Deniz Otobüsü’ne..

Şehre vardığımızda kendimizi önce Çekirge’deki Kervansaray Termal Oteli’ne atacağız..

Bursa’ya ne zaman gitsem bu otelde kalırım, sevdiğim bir mekândır..

Bu kez ara Allah ara oteli bulamıyorum.. Arabayla dibine kadar gelip, yoluma çıkan bir duvar yüzünden geri dönüyorum..

Meğer Bursa’ya büyükşehir payesini kazandıran harika şehircilik zihniyetimiz yüzünden koca Kervansaray, apartmanların arasında yok olmuş..

Yüz metre mesafeden devasa oteli teşhis etmen mümkün değil.. Resmen oteli, beton binaların içine gömmüşler salasını veren yok..

KIZ EVİNDEYİZ

Akşam saatlerinde kız evine, öğretmenlikten emekli Kadri Bey’in hanesine indik.. Akrabalar, komşular, ahbaplar.. Epeyce bir kalabalık..

Hacı Mehmet’in babası ve akrabaları da taaa Osmaniye’den gelmiş.. Her şey tamam..

Önce ev sahibesinin ikramı akşam yemeğini yedik.. çayımızı kahvemizi içtik..

Sıra geldi yüzük takmaya..

O görevi de bana teklif etmesinler mi? İtiraz edecek gibi oldum, aile meclisinin kararı böyleymiş..

“Eh! Madem..” deyip kalktık..

Kızımız Özlem Hanım ile Hacı Mehmet yanıma dikildiler, hazirun ayağa kalktı.. Hükümet adamlarının tesis açması gibi görenlerden aşinayız eyleme..

Yüzükleri tutan kurdeleyi kesip hayırlar diledik.. Oldu bitti.. Millet konuşup eğleniyor, benim aklım yemekte tattığım harika turşuda..

Ev sahibesi Kudret Hanım turşuyu kendi kurmuş.. Fırsat bulursam turşunun tarifini alacağım..

Etrafımdakiler “Bu sene havalar güzel gitti..” gibisinden ağır konular konuşurken, turşu tarifi için lafa nasıl gireceğimi bilemiyorum..

Gecenin sürprizi de Hacı Mehmet ile kızımız Özlem’in erkek kardeşinin sazlarıyla salona gelmeleriydi.. Bir de tiyatro oyuncusu tefçimiz var.. Bize oda müziği yapacaklar..

***


Hacı Mehmet vurdu sazın teline..

Vurmasıyla da bekârlık günlerinde bünyede biriktirdiği cümle hüzün nağme olup, önümüze döküldü..

Oğlum, nişan yüzüğü takmışız.. Bir iki neşeli parça çalsan da millet tadını çıkarsa ya!

Hayır.. Bunalım takılıyor.. Sanki kızı istemişiz de bize vermemişler.. Hacı Mehmet de onu protesto ediyor..

Bereket işi uzatmadılar..

Misafirlerin yeterince eğlendiğini düşünüp altı Acılı Adana kıvamındaki türküyle bitirdiler işi..

İkiyi geçiyordu evden çıktığımızda.. İnanılmaz keyifli ve samimi bir gece yaşamıştık.. Otele dönerken aramızda bunu konuştuk..

Ne yazık ki Bursa gezisinin tek keyifli tarafı buydu.. Ertesi gün şehir bizi hayal kırıklığına uğratacaktı..

Yani bu Bursa ziyaretinin devamı var..

DİĞER YENİ YAZILAR