Devenin ömrü çöke çöke.. Yol dediğin büke büke..

Haberin Devamı

Bu mevsimde taşraya çıkmanın kendince sebep olduğu beklentiler var.. İstanbul’u terk ediyorsun ya! Mücavir alanın dışına çıktığın andan itibaren kırsalda sayılırsın..

Hoş İstanbul’un mücavir alanı da git git bitmez..

Bir ucu Tekirdağ’a, öbür ucu Kocaeli’ne dayalı devasa bir ucube yerleşim alanı..

Nüfus belli değil.. Sayımcılar on küsur milyonda tıkanmış kalmış.. Ahalisi ise komple motorize..

Eşeği olan eşeğini, daha varlıklısı beygirini terk etti.. Herkes gücüne göre altına “çok beygirli” bir araç tedarik etti..

Büyüklerimiz sayesinde bir eksiğimiz yok..

Hükümet adamları yeni yol açıyor.. Bunlar açıldığı saat o yolu tıkayıp, arabalarının içinde oturarak trafiğin ilerlemesini bekliyorlar..

***


Bunu bileceksin, İstanbul’u terk ederken kara yolundan değil deniz üzerinden kaçacaksın..

İDO’muz şu sıralar çok zinde.. Vapurları insanı arabası ile Yenikapı’dan kapıp, iki saat içinde Bandırma’ya aşırıyorlar.. Veya Bursa’ya yahut

Yalova’ya..

Tek sıkıntı feribotun neresine kaçarsan kaç kurtulamayacağın çocuk gürültüsü.. Anladığım kadarıyla bunu da önlemenin imkânı yok..

Analarının, babalarının nezaretinde azıtmak, feribotun içinde kudurmuş gibi bağırarak koşuşturmak “çocuk yetiştirme sürecinde” bizim bebelere has bir uygulama..

Laftan anlamayan bebeleri hayata karşı böyle hazırlıyorlar.. Onları toplu mekânlarda azdırıp, kromozomlarına arsızlık, pişkinlik, vurdumduymazlık genleri yüklüyorlar..

Çocuklar böylece “Kurtlar Vadisi” kültürüne uygun, mafyatik hayat tarzına bağışıklı birer yetişkin haline gelebiliyor..

YOL NOSTALJİSİ

Dişimizi sıkıp feribot faslını atlattıktan, bir de Bandırma sancağından çıktıktan sonra kendimizi nihayet yeşilin içinde bulduk..

Tatilcilere buradan da bir haber vereyim..

Bandırma ile Susurluk arasındaki yol yıllardır çift yönlü hale getirilmek için eşilip duruyordu hani.. İşte o yol neredeyse bitmiş..

Bir iki kilometrelik yeri kalmış..

Ancak nasıl bir yeni yolsa, çalışmaların bitmesi ile çift yönlü hale gelen yolun eskimesi bir olmuş..

Karayollarına hizmet veren müteahhitleri burada ayrıca tebrik etmeli.. Hem yeni yol yapacaksın hem de o yola 1960’lı yılların NATO asfaltlarını andıran “eskitme” uygulayıp, nostalji yaşatacaksın.. Az başarı değil..

“Nostalji tazeleme” konusunda bu yolun müteahhitlerini, İstanbul’un sonradan görme zenginleri için eskitilmiş eşya üreten antikacıları ile aynı yere koyuyorum..

Birincilik kürsüsüne ikisini birden çıkarıyorum..

Trafik polislerinin pozisyonları, radar gizledikleri yerler de değişmemiş..

Feribotta araçlarının içinde beklerken bunalıp saykoya bağlanan İstanbul’un sürücülerini yine aynı yerde, yani Bandırma çıkışının on üçüncü kilometresinde bekliyorlar..

İDO feribotunun şehirlerarası yola saldığı İstanbullu sürücüler ile “10” plakalı yerli sürücüler bu on üç kilometrelik parkurda ölümüne kapışıyorlar..

İstanbullu sürücüler, altlarındaki araçlar daha lüks olduğundan biraz avantajlı..

“10” plakalı sürücülerde ise inanç var..

Kullandıkları araba kaç yaşında olursa olsun, dünyada bundan daha iyisi olamaz inancına sahip olduklarından ister Mercedes, ister Audi, isterse BMW olsun; yol üzerinde kime denk gelirlerse onunla kapışıyorlar..

Yerel trafik ekibi ise burada hakem konumunda..

On üç kilometrelik parkurun sonunda bekleyip “10” plakalı araçları görmezlikten gelirken, sadece “34” plakalı olanları çeviriyorlar.. Cezayı öderken yarışı yerli sürücülerin kazandığını anlıyorsunuz..

***


Bu mevsimde İstanbul dışına çıkmak insana “pikniğe gitmiş” havası verir, demiştim hani.. O duygu kendini, bu on üçüncü kilometreyi atlattıktan sonra gösteriyor..

“Nerede kahvaltı etsem acaba?” diye kurmaya başlıyorsunuz..

Susurluk’tan itibaren seçenek çok..

Ulusoy, ilçenin altı kilometre dışında kalan eski tesisinin yerine yenisini kurdu.. Eskisi de açık ama İzmir’e doğru giderken yolun solunda kaldığı için herkes dalamıyor..

Çünkü yol, şehir içi trafiği aratmayacak kadar kalabalık.. Denemeye kalktığında göbekten darbe alma ihtimali var..

OUTLET OLAYI..

Önce Ulusoy tesisleri bekliyor yolcuları.. Onun az ilerisinde de Varan’ın yeni tesisleri var.. İkisi de ünlü markaları taşıyan outlet mağazalarının kuşatması altında..

İstanbul’da ticari alanın metrekaresi altın pahası.. İstiklâl’de iki metrelik duvar boşluğunu; dikkat buyurun, dükkân değil duvar boşluğu, ayda bin sekiz yüz liraya kiralayan çiğ köfteci görmüş adamım..

Bu outletlerin kurulduğu alanlar Allah’ın kırı.. Metrekareden tasarruf olayı gibi bir dert olmadığından her mağaza devasa ölçekler içinde konuşlanmış..

Kahvaltı için mola verenler önce bu outlet mağazalarına dalıyorlar.. Pılı pırtı didikliyorlar..

Aynı kader beni de bekliyordu.. Yeğenim biraz mütevazı mağazaya daldı.. Onun derdi, yeni alındığında bile çöplükte bulunmuş duygusu veren tişörtler..

Kız arkadaşım da doğal olarak daha lüksüne yöneldi.. Benim için asıl tehlike ikincisi olduğundan, yeğenim Beran’ı kendi haline bırakıp onun peşinden gittim..

***


Gerçekten de ucuzluğu damarından yakalamışız..

Allı dallı basmayı andırır kumaştan yapılmış bir fistanın etiketine çaktırmadan baktım.. Bin iki yüz elli liraymış..

Ancak müthiş bir uygulama başlatıldığından bu emsalsiz kıyafetin fiyatı şimdilik iki yüz elli liraya inmiş..

Ben etiketlere bakıp bakıp “Yuuuh!” çektikçe, arkadaşım “Öyle deme ama İstanbul’da aynı elbise..” diye başlayan cümleler kuruyor..

Cinnete olan ruhi bağışıklığımı test ediyor.. Daha kahvaltı bile edemedik.. Elimizi kana bulamazsak devam edeceğiz..

DİĞER YENİ YAZILAR