Adalet Bakanı yeni fark etmiş!

Haberin Devamı

Bakan Sadullah Ergin’in “sabahın beşinde gözaltına alınan Ahmet Hakan’ı arayıp ‘geçmiş olsun’ dediğini ve özeleştiri yaptığını” duyup da şaşırmamak elde değil. Çok yönlü olarak şaşırırsınız, çünkü..

-Bu gözaltına neden gösterilen olayın üzerinden uzun zaman geçmiş, verilen yakalama kararı kalkmış ama her nasılsa ve “hangi nedenle yapılmışsa” yine de polis bu işlemi özgürce yapabilmiş. Bakan Ergin “Bu ihmalin kimden kaynaklandığını bulmak lazım” diyor ama kimden kaynaklandığı ortada olduğu gibi “ihmal” görüntüsü de vermediği ‘olayın çoğunluk tarafından algılanma şekli’yle, son iki gündür yazılara gelen mesaj ve yorumlarla görülüyor. Kısacası “gazetecilere yapılan gözaltı ve tutuklamalar” artık tek bir şekilde algılanıyor; “korku vermek ve istenmeyen haber ve yazılara, eleştirilere engel olmak”..

-Adalet Bakanı “sabahın beşinde otel basma (veya ‘ev basma’ olmalı tabii) uygulaması yanlıştır, bu uygulamanın gözden geçirilmesi lazım” diyerek tabii ki doğruyu dile getiriyor ama burada da sanki “olay ilk kez Ahmet Hakan’ın başına gelmiş gibi” bir hava ortaya çıkmış. Bu güne kadar; hukukçu, gazeteci, sivil toplumcu (hatta hayatının son günlerinde Türkan Saylan), rektör demeden “topluma mal olmuş” yüzlerce insan “imzasız ihbarlar, iddialarla” polis tarafından gece yarıları en ağır suçlu muamelesiyle gözaltına alındı. O olaylarda bu büyük yanlış neden fark edilmedi?

Bakan’ın söylediği gibi “bu konuda İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile birlikte değerlendirme yapıp bir çözüm yolu bulmak” için bu son gözaltı olayının beklenmesi mi gerekiyordu? Veya; hangi neden “bugün fark edilmesini” sağladı?

O kadar çok “yanlış” var ki ortada “doğru”lar arada kaybolup gidiyor, “gazetecilerin eleştirmesini eleştiren” arkadaşlar bu yanlışlar arasındaki doğruları çıkarsalar ve tabii “hangisi ağır basıyor” eleştirisini kendileri ortaya koysalar hamasi laflardan daha iyi olacak. Diğeri pek ‘kolaycılığa kaçmak’ oluyor çünkü!

***


Şu ’27 Nisan’ meselesi!

Bir ‘iktidar’dan, bir ‘muhalefet’ten alacağım.. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “28 Şubat’a en güzel cevap”ları saymış ki aralarında “27 Nisan bildirisine karşılık AKP’nin 28 Nisan’da yaptığı açıklama ile cumhurbaşkanı seçimi” de var.. Gerçi 28 Şubat “kendilerinin de içinde bulunduğu Refah Partisi”nin kabulüyle (hiçbir sözlü itirazla bile karşılaşmadan ve demokrasi kesintiye uğramadan, Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararla olmuştu ama..

Madem ki şimdi “neredeyse darbe gibi” söz ediliyor o zaman “en iyi cevap” yetersizdir. “27 Nisan bildirisi” dediği olay da bugün hala yerli ve yabancı basında “muhtıra” olarak geçmektedir. O zaman bu muhtıranın da, 12 Eylül darbesinin de sorgulanması, “seçilmiş iktidarlara anti demokratik müdahale” olarak mahkum edilmesi gerekirdi. Bu kadar şey söylenirken “referandum öncesi halka söz de verildiği halde” buna hiç değinmemek dikkat çekicidir.

EVET, HATADIR!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise “27 Nisan e-muhtırasına (buyurun, ‘muhtıra’ diyor) partimiz itiraz etmeliydi, yanlış yapıldı” demiş. Çok doğru, sadece “demokrasiye müdahale” olmakla kalmayan, on binlerce vatandaşın katıldığı Cumhuriyet Mitingleri’nin hemen arkasından geldiği için o mitinglerin ‘orduyla ilişkilendirilmesine’ fırsat veren, yarattığı tepkiyle cumhurbaşkanlığı ve diğer seçimleri de etkileyen, bugüne kadar gündemden hiç düşmeyen (ve düşmeyecek) bu muhtıraya her parti itiraz etmeliydi.

Her parti “sorumlunun hesap vermesini” istemeliydi ama nedense iktidar başta olmak üzere hepsi sustu. Parti içi demokrasi, kısacası “gerçek demokrasi” olsa belki itiraz edecek milletvekilleri çıkardı ama o da yok maalesef.. Bundan sonra uzun süre için “olacağına dair ümit” de yok. Baksanıza “milletvekillerini liderin seçmesi” çok hoşlarına gittiği için seçim sistemi değişikliğine de hiç değinilmedi (CHP de ancak kısmen, bazı bölgelerde yapacak gibi görünüyor.)

Yukarıdaki nedenlerle artık hiçbir partinin 27 Nisan’ı ağzına alma hakkı yoktur. Yine de “özeleştiri” duymak iyi geliyor.

(Not: Avrupa’da ‘milletvekillerini lider seçmediği için’ özgürler. Buna rağmen önemli kararlar parlamentoların ‘üçte iki nitelikli çoğunluğu’ ile alınıyor, bizde ise ‘çoğunluğu ele geçiren parti’ istediği her yasayı, kararı kendi milletvekilleriyle çıkarıveriyor. Sonra da dönüp, demokrasi kalitesi karşılaştırılamayacak AB ülkeleri için “onlarda da böyle” deniyor. Oysa AB örneğin “bizdeki hukuk sistemi ancak ileri demokrasilerde uygulanabilir” demiştir. Bu AB aldatmacasına da bir son versek artık?)

***


‘Kraliçe Lear’ı kaçırmayın!

Gerçekten o kadar olağanüstü güzellikte oyunların sergilendiği bir dönem ki, bir değil birkaç kez izlenebilecek bu oyunları ‘kaçırmayın’ diye çırpınmaktan dilimde tüy bitiyor. Dün, günümüz olaylarını hicveden ve kaçırılmayacak bir siyasi komedi olan “Kadın ile Memur”u hatırlatmış, yine kaçırmamanız gereken “Leyla’nın Evi” oyununu anlatmıştım. Bugün Yıldız Kenter’in “Kraliçe Lear”ini bir kez daha hatırlatacağım zira Mart’ta sadece üç kez sahneleneceği söyleniyor ki bence bin kez daha sahnelenmeli..

Konu şöyle; Shakespeare’in “Kral Lear” isimli unutulmaz eserinin ‘kadınlar tarafından sahnelenmesi’ düşünülür. Kraliçe Lear rolünü oynayacak ünlü kadın oyuncu artık biraz yaşlanmıştır ve eskisi kadar iyi ezber yapamamaktadır. Bu nedenle kendisine “beraber çalışmak için” genç bir yardımcı bulur. Karakterler o kadar sevimli, espriler o kadar güzel, Yıldız Kenter yine öyle müthiş bir oyun sergiliyor ki izlememek gerçekten büyük kayıp. Kuşak çatışmasını ve sonunda doğan sevgiyi çok iyi anlatan oyunda, böylesine güçlü bir sanatçının karşısında “genç yardımcı”yı oynayan Sedef Şahin de sıra dışı bir performans sergiliyor.

İstanbul’da iseniz bu oyunları mutlaka görün, bana teşekkür edeceksiniz.

DİĞER YENİ YAZILAR