Hayat ‘ama...’ ile başlayan sözleri kabul etmez...

Uzun yıllar önce, gençler bir bilim adamının yanında, kitap okuyor ve eğitim çalışması yapıyorlardı...

Gençlerden biri bir gün bilim adamının yanına geldi...

-“Efendim; bilimsel çalışmalarıma artık devam edemeyeceğim...” dedi...

Öğrencisini sükunetle dinleyen bilim adamı sordu:

-“Neden evladım?..”

-“Küçük bir evde, annemle, babamla ve kardeşlerimle beraber yaşıyorum... Bilimsel çalışma yapabilmek için yoğunlaşmam ve dikkatimi toplamam gerekiyor... Fakat benim şartlarım buna hiç uygun değil...”

***

Hayat ‘ama...’ ile başlayan sözleri kabul etmez...

Bilim adamı, o gün öğrencisine hiçbir şey söylemedi...

Biraz zamanın geçmesini bekledi...

Sonra bir gün; öğrencisine eliyle gökyüzündeki güneşi işaret etti...

Öğrencisinden “eliyle yüzünü kapamasını” istedi...

Genç öğrencisi Hoca’sının söylediğini yaptı...

Elleriyle yüzünü örttü...

Bunun üzerine Hoca’sı dediğini yapan öğrencisine şöyle dedi;

-“Ellerin küçük... Ama koskoca güneşin enerjisini ve haşmetini örtmeye yetiyor da artıyor...

Aynı ellerinin yaptığı gibi, hayatında karşılaştığın ufak tefek sorunlar da, seni manevi yolculuğunda ilerlemekten alıkoyuyor...

Haberin Devamı

Nasıl ellerin güneş ışığının sana ulaşmasını engelliyorsa, yeterli azmi gösteremeyişin de içindeki ışığın parlamasını engelliyor...

O halde kendi gayretsizliğin ve çaresizliğin için başkalarını suçlama ve bahaneler arama...”

***

Öyküyü kaleme alan Burçin Alpacar; “Bir Not Var Sizlere” kitabında, “Kimimizin hep bahaneleri vardır, hayat ve olaylar için...” diyor...

-“En sıradan olaylardan tutun da, hayatı etkileyen en kritik anlarda bile bahaneler üretebilir bazılarımız...

Bu kişiler korkuyor olabilir...

Mükemmelliyetçi olabilir...

Sorumluluktan kaçıyor olabilir...

Veya geçmişte oluşmuş bir suçluluk duygusundan kendilerini kurtaramamış olabilir...

Sebebi ne olursa olsun sonuç aynıdır...

Onların hep bitmeyen bir bahaneleri vardır...

Hep ‘Ama...’ diye başlayan cümleler kurarlar...

Hayatsa ‘Ama...’ diye başlayan cümleleri kabul etmez maalesef...”

***

Dün Ahmed Hulusi’den şu önermeyi yazıya alıyorum:

-“Gideceğiniz ortamda ‘mazeret’ diye bir şey geçerli değil...

Haberin Devamı

‘Mazeret’in geçerli olmayacağı bir ortama, ‘mazeret’le gitmeye kalkmayın...

Geçersizdir o akçe...”

***

SHOW TV’nin İcra Kurulu’nda, tepe yöneticiler yönetim kurulu başkanının başkanlık ettiği “Salı toplantılarında” grupta kendi alanlarındaki durumu ve amaçları anlatır, hedef analizi yaparlardı...

Bir gün yöneticilerden biri, patronun söylediği sözleri kabul ediyormuşcasına tekrarladı sonra da...

-“Ama...” diye söze devam etti...

Yönetim Kurulu Başkanı yöneticinin sözünü büyük bir hışımla kesiverdi;

-“Ama... diyeceksen, sözlerimi sanki kabul ediyormuş gibi tekrarlama... Karşı çıktığın şeyi baştan söyle...

‘Ama’dan itibaren konuş...

‘Ama’ diyorsan, sözlerimi kabul etmiyorsun...

Kabul ediyormuş gibi davranıp, ‘ama’ dediğin zaman cümlenin başında bütün söylediklerinin anlamı gidiyor... Sen ‘Ama’dan sonrasını söyle... Yeter...”

***

Mazeret geçersizdir..

Hayat mazeret kabul etmez...

“Ama”lar bizi mutlu etse de, hayatın karşısında çaresizdirler...

Hayat ‘ama...’ ile başlayan sözleri kabul etmez...

Ruhumun gizli kalmış tapınaklarıyla, kentin gizemli arka sokakları; akortu bozulmamış bir armoniyle dans ederdi içimde...

Haberin Devamı

Seine nehrinin iki yakasına kurulan kent, gizemli hüznü; ve ruhumun dalgalı melankolisiyle birlikte, yağmur olur taşardı içimden...

Alışılmış hüzünlü sokaklarından, solmuş sarı yapraklı geniş caddelerinden yürür, sokak lambalı dik merdivenlerinden çıkardım...

Paris’in en çok “Bir Sonbahar kenti” olduğunu o anlarda keşfederdim...

Çiseleyen yağmur, üzerimize değil, içimize yağardı Paris’te...

PARİS; BİR SONBAHAR ŞEHRİ...

Habertürk internet sitesi;

Sonbahar şehirleri isimli bir çalışma yapıyor...

“1 numara”ya da “Paris’i” yerleştiriyor...

Sonbahar şehri olarak Paris...

Aslında sadece Sonbahar şehri değil Paris...

Özellikle bir Eylül şehridir orası...

Yazılarımdan “Paris’i anlatan alıntı birkaç satır gerekli şimdi;

O şehre ait ‘Sonbahar Özlemleri’ni giderebilmek için;

***

“Paris;

Yaşamımın keskin virajlarına tanıklık eden şehrin;

Gecelerimden birinde...

Nehrin kenarındaki kuytuluğunda...

“Hayatıma yeni dramlar...

Hüzünler...

Varoluşlar...

Yoksun kalışlar...

Haberin Devamı

Kalleşlikler...

Ve dirilişler”

Katacak bir tat vereceğini elbette bilmiyordum...

Hayat ‘ama...’ ile başlayan sözleri kabul etmez...

***

Oysa bilmeliydim ki orası Paris’tir...

En hüzünlü mutluluklarımın...

En sevinçli huzursuzluklarımın...

En emprovize tiradlarımın...

En cool dramlarımın şehridir orası...

***

17 yaşından beri;

“Gitmezsem oksijensiz kalırım” diye feryat ettiğim “gurbet;”

Üç yıldır egzistansiyalist bir mecburiyetle beni “kendi memleketime” hapsetmişti...

“Oksijenli gurbet yerine zaruri memleket” tatbikatı devam ediyor hala...

***

Kim bilir kimler gidecek; üç Kurban’dır, üç Ramazan’dır, üç Noel’dir, üç yılbaşıdır, üç Paskalya’dır, üç sömestr’dir gidemediğim “hüzünlü gurbet“e...

***

Çokça “gurbette kalınır ve memleket özlenir...”

Bu yazı ise “memlekette kalınıp gurbetin özlendiği” bir yazı...

Çiseleyen yağmurun üstümüze değil de, içimize yağdığı şehir çok uzaklarda şimdi...

***

Loş lambaların, parke taşlı sokaklardan ziyade, içimizi yarı gölgeli aydınlattığı

“loş şehir” nehrinin taşkınlıklarını dinliyordur muhtemelen şimdi...

Nehrin bu mevsimde hangi şiddette aktığını, kaç yıl geçerse geçsin bilebilecek müktesebattayım şükür...

Ne ki; “vaki olacak mı bilememekteyim çocuklarıma anlatabilmek...”

Nehre vuran ışıltılı kent silüetinin, babalarının hayatına damga vuran sonsuz izdüşümlerini?..

DİĞER YENİ YAZILAR