Çevirmen

‘Çünkü eninde sonunda iki taraf arasında bulunan ben de, bir dille konuşuyordum. Ve bu dil, öbür ikisinden farklıydı, iki insan, iki topluluk ya da yeryüzü ile insan arasında yeniden üretilen bir dil.’

Onat Kutlar’ı yitirişimizin ardından onca zaman geçti. Onun ‘Bahar İsyancıdır’ adlı deneme kitabından alıntıladığım satırlarının önemi ise, ağırlığını artırarak devam ediyor. Bu denemeden daha önceki bir yazımda da bahsetmiştim; şimdi bu değerli metni daha geniş ele almak istiyorum.

Ne anlatır bu denemesinde Kutlar?

Bir üçüncü dilden bahseder bize. Üstelik aynı dili konuşurken oluşagelen bir üçüncü dildir bu. Belki de birbirini dinlemekten nicedir vazgeçmiş insanlar için gereken, yeni olmasa da, yeniden üretilmesi gereken bir alandır bu. Nicedir karşısındakini duymayan, duymayı sadece kendi cümleleriyle tanımlayan insanlar için aciliyeti esas olan kutsal bir bölgedir burası. Sağırlaşan kulaklara ‘dinlemenin’, dinlemekle mümkün olabilecek ‘anlamanın’ ne kadar önemli olduğunu fısıldayan bir ara mucizedir söz konusu olan.

Haberin Devamı

Gelelim Kutlar’ın bu denemede bizlerle paylaştıklarına: Ağaçtaki serçeleri odacısının yardımıyla tüfeğiyle vuran bir yargıcın (eve misafir gelmiş ve tüfekle bu şekilde oyalanmaktadır), evdeki abla, erkek kardeş, anne ve babayı serçeler yüzünden gerdiğine tanık oluruz. 14 yaşındaki abla dayanamaz isyan eder: ‘Vuracaksanız yılanı vurun. Serçeleri niçin vuruyorsunuz?’ Yargıç bu esnada gözlüklerini alnına kaldırır ve kıza bakar. ‘Bunlar ağaçta tek çağla bırakmaz yarına kızım’ der ve serçeleri vurmaya devam eder. Söz konusu durum devam ederken işi çözmesi için babasına bakar Onat Kutlar. Baba, gitmek zorunda olsa bile lafı dolandırma niyetindedir. Küçük erkek kardeşine seslenir: ‘Git ahırdan kolanı getir’ der. Anne orada devreye girer: ‘Yargıç Bey de yola çıkacak’. Sonra da Yargıç’a dönüp kibarca ekler: ‘Yorulmuşsunuzdur!’ Ve mızmızlanan kardeşine döner: ‘Babanı duymadın mı?’

Küçük kardeş o sırada iyice gerilmiştir: ‘Ben yılandan korkuyorum, ahıra gidemem.’ Yargıçsa şöyle der anneye: ‘Yok canım ne yorulması, kalemi kırdık bir kere...’ Ve düşen serçeleri tabağa koyarak toplayan yaşlı odacısının yanında bir serçeyi daha vurur.

Haberin Devamı

Onat Kutlar ise burada devreye girer:

‘Bu insanların hepsi aynı dili konuşuyorlar ama birbirlerinin söylediklerini anlamıyorlardı. Sanki odada bir Japon, Bir İngiliz, bir Macar, bir İspanyol vardı ve hiçbiri ötekinin dilini bilmiyordu. Bir şey yapmalıydım. Çünkü serçeler ölüp duruyordu.’

Ve sonra ‘çevirmen’ olarak konuşmaya başlar:

‘Yani ablam diyor ki serçeler duvardaki yuvalarına gizlenmiş yılandan korktukları için ağaca konuyorlar. Serçeleri vuracağınıza o yılanı vurun. Hem serçeler kurtulsun hem de ağaç... Babam konuğuna git diyemediği için yola çıkamıyor. Atın kolanını istemesi bu yüzden. Belki konuk anlar diye. Küçük kardeşim kolanla yılanı karıştırıyor. Bu yüzden korkuyor. Hakkı da var. Çünkü geçenlerde babam, karanlıkta kolan sanıp bir yılanı tutan birinden söz etmişti. Şimdi unuttu herhalde bunu anlattığını. Annem, konuğun yorulmadığını biliyor. Bunu söylerken artık gitseniz demek istiyor. Yargıç amca ise serçeler için verdiği idam kararından dönemeyeceğini söylemek istiyor. Odacının ise hiç sesi çıkmıyor. Çünkü korkuyor.’

Haberin Devamı

Ve her şey bu sayede çözülüyor. Kimileri kırılıyor, kimileri kızıyor. Ama durum netleşiyor. Herkes birbirinin ne demek istediğini anlamış oluyor. Dahası serçeler artık ölmüyor.

‘O anda, yaptığım işin sadece bir çeviri olduğunu, kimseyi kızdırmak istemediğimi elbette anlatamadım. Çünkü açıkçası, yaptığımın ne olduğunu da iyice bilmiyordum. Özelliğimi kavramam ve adlandırmam için yılların geçmesi gerekti.’ der Onat Kutlar nihayetinde.

***

Bu tür çevirmenlere ne çok ihtiyacımız var şu ara.

Öyle değil mi?

DİĞER YENİ YAZILAR