Şarkı söylemek lazım avaz avaz...

Haberin Devamı

Hak zorbanın olunca, diz bükülünce, yürek şişince, dil dönmeyince, akıl durup kan kaynayınca, şarkı söylemek lazımdır avaz avaz, öyle öğretti bize minik serçe.

İyi de hangi şarkıyı?

Olduğumuzun değil, olamadığımızın belki.

Aklıma gazeteci ve çevirmen Valérie Gay Aksoy’un Japonya izlenimleri geldi. Valérie, Japonları ’Adeta Türklerin nazik hali’diye tanımlamış, Japonya’yı da uygarlaşmış bir Türkiye gibi gezmişti. Nezaketle yaratılan uygar Türkiye nasıl olurdu, merak ettim, ‘Yazsana’ dedim arkadaşıma, yazdı. İşte Valérie’nin, çok sevdiği Türkiye’yi düşünerek beğendiği Japonya:

***

“Osaka’ya vardığımda beni en çok şaşırtan özellik, alabildiğine sanayileşmiş ve modern ötesi kentin sessiz dinginliği oldu. Sanki araba motorları bile gürültü yapmıyor. Zaten çalışanlar da: İş makinelerinin çalıştığı yerlere asılan tabelalarda, üzgün olduğu suratından belli bir işçi, gürültü yaptığı için özür diliyor. Restoran ve barlarda sigara içiliyor. Sokaklarda ise yere izmarit atmamak için içilmiyor. Ama düzenli aralıklarla, sigara tablası bulunan tiryaki köşeleri var.

Yere tükürmek kesinlikle yasak! Başkasının önünde burnunu silmek, affedilmez bir kabalık. Zaten vücuttan çıkan sümük, tükürük, ter gibi atıkların tamamı, saygısızlığın daniskası.

Hemen tüm Japonlar güzel giyiniyor. Hele Tokyo’da. Modada herşey mübah, ne kadar çılgınsa o kadar iyi. Kızlar genelinde kısacık etekler, çok yüksek topuklu papuçlar giyiyorlar. Delikanlılar kızlara bakıyor mu, diye izledim, bakıyorlar, ama çaktırmadan. Israrla bakmak, açık açık asılmak, ayıp. Zaten genelinde, kimse kimseyi rahatsız etmemeye çalışıyor, insanlar terbiyeli ve yardımsever.

Evsiz yoksullar bile bedava dağıtılan çorbalarını almak için sükûnet ve düzen için kuyruğa giriyor. Asansörlerde bile bir ses kaydı, siz girerken ‘Hoşgeldiniz,’ çıkarken ‘Teşekkürler,’ diyor.

İleri teknolojinin sağladığı genele yaygın sessizliğin gerisinde, herkesin telefonu çalıyor, herkes konuşuyor, ama bağırmadan. Yaya geçitlerinde, ışıklar ‘guguk guguk’ diye uyarıyor.

Kasiyerler, erkek olsun, kadın olsun, her müşteriyi eğilerek selamlıyor. Satıcıların hepsi güler yüzlü, nazik. Aynı dili konuşmasanız bile anlaşıyorsunuz.

Ötekine saygı, sakatlara gösterilen ihtimamdan anlaşılıyor: Tüm kaldırımlar boydan boya, körlerin ayakları ile hissedebilecekleri kabarık bir şeritle kaplı. Her bina, her kaldırım, her yaya geçidi, her kamu taşıtı ve zaten her yere tekerlekli sandalyelerin inip çıkabilecekleri düzenekler yapılmış.

Ama uygarlık, tuvalette zirve yapıyor: O kadar çok düğme var ki, sifonu bulana kadar epeyce aramak gerekiyor. Klozetin üstüne oturur oturmaz su akmaya başlıyor, vücudumuzdan çıkan gürültüleri emmek için teknolojik düzenek öngörülmüş. Popo yıkamak için bir düğme, yıkayacak suyun sıcaklığını ayarlayan bir düğme, bir de kurutmak için düğme var... Çocuklu annelerin, yavrularından ayrılmadan hacet görebilmeleri için bebek askısı bile var. Temizliğe gelince, söylenecek hiçbir söz kalmıyor.

Bu ülkede en çok hoşuma giden, mükemmele ulaşma çabası ve estetik uyum oldu. Işıklandırmadan temizliğe, mimariden insan ilişkilerine belli bir estetik var ve her yerde, her alanda sade, ama çarpıcı bir zevk anlayışı göze çarpıyor.

Osaka, Hiroşima, Kyoto, Nara, Nagoya ve Tokyo’yu dolaşırken, hep Türkleri ve Osmanlıları düşündüm.

Sarayları ve tanıpakları gezerken, Osmanlı’nın Asya kökenleri ayan beyan önüme serildi. Toplumsal ilişkiler, toplumsal şifreler, kodlar, hiyerarşi, hatta temel yemek kültüründe bile benzerlikler var. Türklerin, Japonya’yı hiç garipsemeden benimseyeceğini düşünürken, tabii ki Türklerin işlettiği dönercilere rastladım.

Tersi olsaydı, şaşardım...”

***

Ben de.

Japonya’da imam yok ki, ‘imambayıldı’dan anlasınlar. Geleneklerinin içine tükürmeden uygarlaşmayı da zaten imansız başardılar. Japonların belli bir tanrısı ve kutsal kitabı da yok. Şamanist gelenekleri var.

O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz.

DİĞER YENİ YAZILAR