Akıllı makineler kumaşı görüp, kiri algılayıp nasıl yıkayacağını belirliyor

10 Eylül 2017

Birkaç yıl içerisinde mutfaklar akıllanacak. Evdeki cihazlara dışarıdan sesli ya da yazılı komutlar verebileceğiz. Mykie, Alexa gibi robot mutfak asistanlarının evi çekip çevirdiğine şahit olacağız.

Dünyanın en büyük tüketici elektroniği fuarı IFA için, Bosch Siemens’in (BSH) davetlisi olarak Berlin’deydim. Ev aletlerinde tüketicileri bekleyen yeniliklerin sergilendiği fuar, her yıl şirketlerin gövde gösterisi yaptıkları bir arena. Bu yıl da ihtişamından bir şey kaybetmemişti.

Farkında mısınız? Mutfaklarımız uzun süredir değişiyor. Eskiden salon ve yemek odasından duvarlarla soyutlanan mutfaklar artık açılıp, salonun birer parçası haline geldiler. Mutfak duvarları yıkılmıyor aynı zamanda genişliyor da. Eskiden ufak olan mutfaklar giderek ailenin yemek için buluştuğu masaları yani yemek odasını da kapsayacak şekilde büyüyor.

Mutfaklar artık eğlenceli bir mekan

BSH Ev Aletleri CEO’su Karlsten Ottenberg, değişen durumu en güzel şu sözlerle açıklıyor: “Kimi müzeye, kimi sinamaya, galeriye eğlenmeye gider. Ben eğlenmek için mutfağa girerim. Hatta bize gelen dostlarımızla bile bazen birlikte yemek yaparak vakit geçiririz” Çünkü Ottenberg’e göre mutfak aktiviteleri eskisi gibi kirli, pis işler olarak algılanmıyor, aksine eğlenceli bulunuyor. O yüzden hepimizin çevresinde bu kadar çok yemek dersi alan var. Bu yüzden bu kadar çok yemek kanalı var. Yemek yapmak hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı.

Bosch / Siemens CEO’su; globalizasyonun sonucu olarak halkların kendi değerlerine daha çok sarıldığını ve bu alışkanlıklara uygun dijital çözümler talep ettiğini belirterek “Kişi; sabah 9’da içtiği kahve ile öğleden sonra 2’de içtiği kahvenin farklı olmasını istiyor” diyerek kendilerinden bekleneni tarif ediyor.

Devamını Oku

Türkler vizesiz Belgrad’ı çok sevdi

16 Temmuz 2017

Hafta sonu hem ucuza yemek yiyelim, gezelim eğlenelim hem de en iyisinden olsun diyorsanız, Balkanlar’ın tarihi kenti Belgrad size göre.

THY ile 80 dakika ve her gün uçak var

Sırbistan’ın başkenti Belgrad vizesiz seyahat etmek isteyen Türkler için Avrupa’nın en cazip destinasyonlarından. THY’nin her gün sabah-akşam Atatürk Havalimanı’ndan iki seferi var. Ayrıca Pegasus ve Air Serbia Havayolları da Sabiha Gökçen’den hafta içi her gün seferler yapıyor. Biletler kişi başı gidiş-dönüş gün ve saatine göre 250-300 dolar arasında. Yolculuksa İstanbul - Bodrum seferinden farksız, 1 saat 20 dakika sürüyor. Nikola Tesla Havaalanı’na indiğinizde, şehir merkezine 15 dakikada gidebiliyorsunuz. Taksiye ise 20-25 euro ödüyorsunuz. İsteyenler A1 shuttle’a da binebilir, 2 euro’ya havaalanından ekspres otobüsle şehre gidiş 20 dakika.

Gün içi kale turu, alışveriş akşam müzikli meyhaneler

1 milyon 700 bin nüfuslu Belgrad’ın en önemli yeri kuşkusuz yüzyıllar boyunca Osmanlı istihkamlarının bulunduğu Sava Nehri ile Tuna Nehri’nin birleştiği yer olan Kalesi’dir.

Kalemeydan Parkı içerisindeki bu yapıda Bizans döneminden başlayarak, Osmanlı’ya, oradan Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na ve Sırp Krallığı’na dair anıtlar, müzeler, galeri ve heykelleri bulabilirsiniz. Şehrin en güzel manzarasına sahip açık hava müzesi, Belgrad’ı ziyaret edenlerin ilk gitmesi gereken yerdir şüphesiz.

Devamını Oku

Ege’yi Cruise ile gezme zamanı

13 Mayıs 2017

Avrupa’nın önde gelen denizcilik firmalarından Celestyal Cruises’un yeni gemisi Nefeli ile 4 gecelik tur için İzmir limanından Ege’nin mavi sularına açıldık. Gemideki yaşam tatil köyünü aratmıyor. Açık büfeler, barlar, havuz, A la carte restoranlar ve her akşam sahne şovlarıyla, insanın kamarasına girmeye vakti kalmıyor. Gece geç saatlerine kadar eğlence ve müziğin eksik olmadığı gemi, her sabah farklı bir limana demirliyor.

Naflion: İlk durağımız Mora Yarımdası‘ndaki Naflion kentiydi. Naflion, Yunanistan’ın ilk başkenti. 1820’lere kadar Osmanlı hükümdarlığında olan Naflion’un Anayasa (Syntagma) Meydanı’na çıkan ferah sokaklarda tasarım dükkanlar ve konsept cafe’ler dikkat çekiyor. Sokrates sandaleti diye bilinen el yapımı sandaletleri ve balıyla ünlü. Naflion’da; Karathona, Plaka, Psili Amos ve Iria plajlarını tavsiye ederim. Kişi başı 40-50 euro olan kara turlarına katılırsanız, Korint Kanalı‘nı gezip, gezi teknesi ile geçme imkanını yakalarsınız. Korint kanalı Ege Denizi ile İon Denizi’ni birbirine bağlayan 6.5 kilometrelik bir kanal. Eni o kadar dar ki, hiçbir gemi buradan geçemez sanıyorsunuz. Ama öyle değil, cruise gemileri bile geçebiliyor. Eğer Korint’e giderseniz yol üzerinde Agamemnon’un (M.Ö. 13. yy ) mezarının bulunduğu Miken kasabasındaki Kolizera restoranında kuzu eti yemeği ihmal etmeyin.

Hanya: Foça’yı andıran Hanya, Akdeniz’in 5’inci büyük adası Girit’in ikinci büyük kenti. Gemimiz Celestyal Nefeli ile Souda Limanı‘ndan giriş yaptık. Osmanlı döneminde Konya’dan (Hanya-Konya değişi buradan geliyor) getirtilen Bektaşi aileleri sayesinde yerel halktan hatırı sayılır kişi Müslümanlığı benimsemiş. Bir dönem adadaki Müslüman nüfusu yüzde 35-40’lara kadar ulaşmış. Osmanlı döneminde kiliseden camiye çevrilen eserler, bugün yine kilise olarak hizmet veriyor. Bunlardan Aziz Nikolaos Kilisesi Hünkar Camii çok ilginç. Hem kilise çanı hem de minare birlikte göğe yükseliyor. Liman koyu, restoran ve alışveriş merkezleriyle dolu. Hanya’ya gidip, adanın meşhur zeytinyağını satın almadan dönmeyin. Bunun için en uygun yer kapalı çarşısı. Bizdeki Mısır Çarşısı‘nın benzeri. Peynir, kalamata zeytini, ada çayı satın almak için ideal. Zira unutmayın Giritliler Akdeniz’in en uzun yaşayan halkı.

Rodos: Marmaris’ ten hızlı feribotla 45 dakikada da geçebileceğiniz Rodos adası, Avrupa’nın en iyi korunmuş Ortaçağ kentlerinden biri. UNESCO tarafından Dünya Koruma Mirası Listesi’ne alınmış. Haksız da değil. Rodos, Kudüs’ü Müslümanlara karşı savunan Hospitalye Şövalyeleri’nce Bizans’tan 1309’da satın alınmış. Daha sonra Tapınak Şövalyeleri unvanını kazanacak olan bu şövalyeler, Ada’yı olası saldırılara karşı öyle bir tahkim etmişler ki, Kanuni Sultan Süleyman 1522’de bir haftada almayı planladığı adayı altı aylık kuşatma sonrası güçlükle ele geçirebilmiş. Büyük Üstadlar Sarayı görülmeye değer. Daha sonra Avrupa’ya yayılacak Ortaçağ mimarisinin başlangıç örneklerinin verildiği kentte Muhteşem Süleyman Camii, Türk Hamamları, medreseler ve ünlü Türk şair Namık Kemal’in kaldığı evin bulunduğu çarşı içini sıkılmadan gezebilirsiniz. Vaktiniz varsa, Lindos antik kentine tur almanızı tavsiye ederim. Öğle yemeği için uğrak noktanız ise çarşıdaki Vasilis balık restoranı olmalı.

Bu yıl kapıda vize alınabiliyor!

32 bin Türk yolcu: Celestyal Cruises’un Ege adaları gezileri, 3,4,7 gecelik tur paketlerini kapsıyor. Vizeniz olmasa bile bu yıl kapıdan vize alabiliyorsunuz. Fiyatlar her şey dahil 229 euro’dan başlıyor. Geçen yıl 32 bin Türk’ü Ege sularına vizesiz taşıyan şirketin sloganı “İlk keşfeden siz olun!” Şirketin Türkiye Direktörü Özgü Alnıtemiz “2015’te 25 bin, geçen yıl 32 bin Türk yolcuyu Ege’de gezdirdik. Gemileri Türkiye limanlarına en çok uğrayan cruise şirketiyiz. Hedefimiz birkaç yıl içinde 80 bin Türk yolcuya ulaşmak” diyor. Alnıtemiz, turlara katılanların yüzde 72.6’sının ilk kez bir cruise tecrübesi deneyimlediğini ve mumnun kaldığını öğrenmekten büyük bir gurur duyduğunu da ifade ediyor.

Devamını Oku

Casusluk sanatını CIA nasıl unuttu?

11 Mart 2017

Amerikan Politico siyasi düşünce gazetesiyle geç tanışanlardım. Ne zaman ki gazete, Başkan Trump'un Beyaz Saray'a giriş yasağı koyduğu yayın kuruluşları listesindeki yerini aldı, o zamandır takip ediyorum. Aşağıda anlatacaklarım da Politico'dan bir alıntı.

"CIA casusluk sanatını nasıl unuttu? İlk ağızdan..." Yukarıdaki başlığı görünce insan ister istemez meraklanıyor. Makaleyi Alex Finley müstear isimli eski bir CIA ajanı (undercover agent) kaleme almış. Ajan Finley, terörle savaş sırasında CIA'nın istihbarat toplamak için daha militarist bir görüntü aldığını, ancak şu an ihtiyaç olanın yeniden eski klasik Soğuk Savaş tipi ajanlar olduğunu söylüyor. Ama işin kötüsü CIA'nın elinde bu ajanlardan neredeyse hiç kalmamış.

11 Eylül saldırılarından dört yıl sonra, 2005'te, henüz Bin Ladin yakalanmamışken, CIA içindeki hemen tüm ajanlar Ortadoğu ya da Asya'daki Savaş Bölgeleri'ne gitmek için kuyruğa girmişlerdi. Hepsi de Doğu Avrupa'nın tarihi sokaklarında, kafelerinde şnaps yudumlayarak çalışmak yerine; ailelerinden uzakta, beton duvarlar ve tel örgülerle çevrili, teröristlerin her gün roket attığı yağdırdığı konteynır kalelere gitme derdindeydi. Niye? Çünkü 20 yıl sonra geriye dönüp baktıklarında 2000'li yılların savaş bölgelerinde hizmet etmek, 1980'lerin Soğuk Savaş ülkelerinde hizmet etmekle eşdeğer sayılacaktı. Ve onlar tam da bu aksiyonun ortasında olmak zorundaydı.

Aslına bakarsanız, CIA kurulduğu 1947'den beri hep Soğuk Savaş gördü, Rusya'ya karşı mücadele etti. Ama 1996'ya gelindiğinde bünyesinde o bildiğimiz 007 James Bond tipi ajanlardan sadece 25 kişi teşkilatta eğitim görüyordu. 1998'de CIA, 1000 deneyimli ajanını kaybetti, çoğu ya emekli oldu ya da özel sektöre geçti.

Ta ki 11 Eylül'e kadar. İkiz Kuleler'e saldırı sonrası CIA, yeni, tanımadığı asimetrik bir savaşla tanıştı ve buna kendini hızla adapte etti. Bu yeni savaşta artık eski James Bond'lara, kokteyllerde boy gösteren, üst düzey partilerde ya da kumar masalarında VIP silah tüccarlarıyla buluşup, dirsek temasıyla bilgi toplayan takım elbiseli ajanlara yer yoktu. Yeni ajanlar, birer Jason Bourne olmalıydı. Tepelerde, arazide yatıp kalkan, askeri üslerde barınan ya da beline sadece Glock takıp, olağanüstü güvenlik altında (Humvee jeeplerle) şehir merkezlerine inip baskınlara katılan tiplerden bahsediyorum. Artık Soğuk Savaş'ın o tebeşirle işaretlenen sokak lambaları, gazetelere verilen şifreli ilanları, çöp kutularına ölü paket bırakma vs. taktikleri kalmamıştı. Hatta Langley'deki CIA karargahında bile ajanlar artık takım elbise yerine, çöl desenli kargo pantolonlar, Under Armor tişörtlerle boy göstermeye başlamıştı.

Peki bu sırada Rusya ne yaptı? Rusya, beyler, ironik ama CIA'nın tersini yaptı. Onların başında zaten böyle bir terör problemi olmadığından Putin, rakibinin dikkati başka yöne çevrilmişken, sessizce geleneksel casusluk sanatına davam etme, güçlendirme yoluna gitti. Ne zaman Amerikan kurumları Rus istihbarat servislerinin siber saldırılarına hedef olmaya başladı, o zaman CIA başını terörle savaştan kaldırıp "N'oluyor lan" demeye başladı. Son seçimlerde Demokratların Ulusal Komitesi server'ları ile Hillary Clinton'ın kampanya başkanının hacklenmesi de tüm bunların üzerine tuz biber ekti. Ancak saldırıların kim tarafından, neden, hangi mali kaynaklarla finanse edildiği gibi bilgileri toplamak tamamen ‘old school’ diye tabir edilen eski tarz istihbarati çalışma gerektiyordu, yani dirsek teması denilen çalışmayı... CIA Başkanı James Clapper, hacklemenin ardında Rus istihbaratının olduğunu sandıklarını halka açıklarken, bunu sınırlı insan kaynağı bilgisine dayandırıyordu. Açıkçası CIA'nın elinde yeterli eski tarz istihbarat elemanı kalmadığının itirafı gibiydi bu...

Şu an Rusya'nın organize, iyi eğitim görmüş ve mali açıdan iyi bir istihbarat ağı varken, Amerika tüm gücünü, sıçan deliklerinde üçüncü ülkelerin verdiği doğruluğu tartışılacak istihbarati bilgilere dayanarak yaptığı terörist avında tüketiyor. Suriye'de de açıkçası çuvallıyor.

Devamını Oku

Donmuş gölde test sürüşü

25 Şubat 2017

Finlandiya Lapland bölgesinin ilginç bir turizm geliri var. Burası her yıl buz üzerinde araç kullanmak isteyen binlerce otomobil meraklısının akınına uğruyor. Audi de en önemli markası Quattro'yu buz üzerinde yaşattığı kişiye özel deneyimlerle bir adım öteye taşıyor.

Gaza bas, bas!... Viraj geliyor fren, fren, frennn!... Şimdi çek ayağını bırak kaysın, kaysııınnnn... Gaz ver, gaaazzz!’ Donmuş göl üzerinde saatte 70 kilometre hızla ellerim direksiyona kilitlenmiş, bacaklarım titreyerek bir virajdan ötekine savrulurken yanımda oturan eğitmen Jan Becker'ın ağzından, kutup buzulundan daha soğuk Alman aksanıyla işte bu sözcükler dökülüyor.

Her virajda aynı replik kulağımı tırmalarken, altımdaki otomobilin önce arka tekerlekleri sonra da tamamı kar bariyerine doğru kaymaya başlıyor. "Bindirdik" dediğim anda gaza basmamla birlikte, kuzeyin tanrısı "Thor'un çekici" değmişçesine 354 beygirlik bir gök gürültüsü zembereğinden boşalıyor. Quattro'nun çivili tekerlekleri bir kaplan pençesi gibi buzu tırmalıyor, sayısız patinajın ardından yola tutunup, roketleyerek virajdan çıkıyor. Ben, "Mucize, nasıl oldu da çarpmadık" diyemeden saniyeler içinde başka bir viraja aynı çılgınlıkla giriyoruz.

Markanın sağlamlığı buz üstünde test ediliyor

Evet, Audi'nin her yıl düzenlediği Buz Sürüş Deneyimi (Audi Ice Driving Experience) için Finlandiya'nın Lapland bölgesindeyiz. Burası Kuzey Kutup Dairesi içerisindeki Muonio kasabası... Quattro markasını kişiye özel deneyimlerle bir adım öteye taşımak isteyen Audi, 24 yıldır bu etkinliği düzenliyor. Audi kullanıcısı olsun olmasın dileyen herkes, profesyonel öğretmenler denetiminde donmuş göller üzerinde hem sürüş keyfi yaşıyor, hem de yeni yerler yeni maceralar deneyimliyor. 85 santimetrelik buz tabakası üzerindeki eğitimi, biz basın mensupları 354 beygir gücündeki S4 Avant'lar ile gerçekleştirdik. Her biri Dünya Ralli Şampiyonası'nda derece elde etmiş eğitmenler, buzda yol tutuş, viraja girme, fren yapma tekniklerini öğretiyor. Yorucu günlerin geceleri ise fin saunaları, kuzey ışıkları (Aurora Borealis), haskilerle kızaklı orman turları, kar motosikletiyle sürüş keyifi gibi etkinliklere ayrılıyor. Üç günlük tur kişi başı, uçuş hariç 3 bin 500 euro'ya mal oluyor. Şaka değil, bugüne kadar yaklaşık 12 bin kişi Audi sürüş keyfi için Lapland - Finlandiya'nın yolunu tutmuş. Audi Ice Driving Finlandiya'nın yanısıra, Avusturya Seefeld ve Saalbach, İsveç Arvidsjaur olmak üzere dört farklı noktada düzenleniyor. Rezervasyonlarsa Audi'nin kendi sitesinden yapılıyor...

Devamını Oku

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e iki dünya arasında bir ressam

18 Şubat 2017

Türkiye'de müzeciliği uluslararası standartlara kavuşturan Sakıp Sabancı Müzesi, kuruluşunun 15'inci yılında muhteşem bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Ressam Feyhaman Duran'ın hayatı, 1000'i aşkın eserinin yanı sıra sanatçının Beyazıt'taki ev ve atölyesinin kopyası Sabancı Müzesi'nde sizi bekliyor.

Sabancı Holding’in katkıları ve İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle 1914 Kuşağı’nın önde gelen temsilcilerinden Feyhaman Duran’ın (1886-1970) hayatı ve eserlerinin yer aldığı “Feyhaman Duran, İki Dünya Arasında” sergisi, alışılagelmiş sergilerden çok farklı. Zira Duran'ın hayatının kesitlerle anlatılarak hikayeleştirildiği sergi; eşsiz video arşiv görüntüleri ve ressamın kişisel eşya ve mobilyasının yer aldığı Beyazıt’taki evinin odalarının replikaları da ziyaretçileri hayrete düşürüyor.

3.5 yıl önce başlayan heyacan dolu bir maraton

Bu yaratıcı fikrin altındaki isimse; müzecilikte sadece Türkiye'de değil, dünya çapında da haklı ve saygın bir şöhreti bulunan Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer... Nazan Hanım, İstanbul Üniversitesi'nden özel izinle aldığı 1500 parçalık bu koleksiyon için 3.5 yıldır hazırlık yapıyor. İlk kez özel sanat eseri muamelesi gören resimlerin profesyonelce taşınmasından, sigortalanmasına, saklanmasına kadar hemen her detayla tek tek ilgilenmiş.

Feyhaman Duran'ı anlamak için yaşantısına göz atmakta fayda var, ki SSM sergisi bunu çok iyi başarmış zaten. Duran'ın şair ve hattat olan babası Süleyman Hayri Duran, karısının isteğini yerine getirerek küçük Fayhaman'ı Mekteb-i Sultaniye'ye (Bugünkü Galatasaray Lisesi) yazdırıyor. Ancak Hayri Bey çocuğunun büyüdüğünü göremeden o henüz 6 yaşında iken hayata veda ediyor. Geride 141 beyitlik Pend-i Hayri (Hayri'den öğütler) diye oğluna hitaben kaleme aldığı bir şiir bırakıyor. Sabancı Müzesi babadan oğluna atfen yazılı bu şiiri çevirip sergiye koymuş. Son derece dokunaklı şiirde baba, minik Feyhaman'a ‘iyi ve ahlaklı bir adam’ olması için tavsiyeler veriyor. Ve o küçük çocuk hayatı boyunca babasının o sözlerinden dışarı çıkmıyor. Yaşamının sonuna kadar çalışıyor, çiziyor, çiziyor...

İşte böyle bir şiirle başlıyor hikaye... Feyhaman, Galatasaray'da okurken çizim ve hattaki ustalığıyla hemen dikkat çekiyor. Hep Paris'te eğitim görme hayali kurarken bir gün talih kuşu omzuna konuveriyor. Ressam o günü şöyle anlatıyor:

"Paşa'nın kızının portresini yaptı hayatı değişti"

"Galatasaray Lisesi’nde resim öğretmeniydim, bir gün tanıdığım bir hanımefendiye resmini yapmayı teklif ettim. Bana: ‘Ben yaşlıyım ne olacak resmimi yapıp da? Onun yerine şu küçük kız çocuğunun resmini yap!’ diyerek çantasından küçük bir kız çocuğunun resmini çıkarıp verdi. Bu resmi bir portre haline getirdim. Çocuğu tanımıyordum. Sonradan bunun zamanın ünlü kişilerinden Prens Abbas Halim Paşa’nın (Hidiv Kasrı'nın sahipleri) dördüncü kızları olduğunu öğrendim. Paşa, bu resim üzerine öteki beş kızının ve bazı tanıdıklarının daha resmini yaptırdı, takdirlerini kazandım, böylece kendileri tarafından ve bütün masraflarım karşılanarak Paris’e öğrenime gönderildim. Bu vesileyle hayatımda mutlu bir dönüm noktası olmuştur."

Devamını Oku

Hamburg'a gitmek için 5 neden

26 Kasım 2016

Almanya'nın kuzeyindeki Hamburg'u, romantik anlar yaşayabileceğiniz özel bir gezi rotası olarak defterinize kaydedin.

Avrupa'nın ikinci büyük limanı olan Hamburg, Kuzey Denizi'ne dökülen Elbe Nehri kıyısındaki eşsiz coğrafi konumu itibariyle tabiat harikası olarak öne çıkarken, mimarisi ile hem klasik Gotik, hem de modern İskandinav tarzını yansıtıyor. 1.8 milyonluk şehir, açıkhava parkından farksız. Hamburg'ta Amsterdam ve Venedik'ten çok daha fazla var. Şehrin tam ortasında etrafı yeşil alanlar, yeme içme, müze ve sanat galeriyle çevrili iki göl bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Almanlar bu göllerde mumlar ve çevresinde ateşler yakarak, şehir merkezinin İngiliz uçaklarının ağır bombardımanından kurtulmasını sağlamış. O yüzden şehrin dış mahalleleri ağır hasar görürken, eski kent savaşı nispeten hafif atlatmış. Tüm binalar kısa sürede eskisi gibi inşa edilmiş. Yaprakların kırmızıdan sarıya, havanın yağmurdan kar kokusuna döndüğü bu aylarda Hamburg'u gezebilir, Alster Gölü çevresinde yürüyebilir, buharlı gemiyle turlayabilir, şehrin simgesi sayılan Rathaus'u (Belediye Binası) gezebilir, Mönckeberg'te alışveriş yapabilir, limanda balık ekmek bira takılabilirsiniz. Daha birçok neden sayabilirim. İşte bunlardan bazıları...

Michelin Yıldızlı Türk şef

Hamburg'ta 11 tane Michelin yıldızlı restoran var. Bunlardan biri de Türk. Elbe nehri kıyısında Speicherstadt'taki Carls Brasserie'de, dünyanın tem Michelin yıldızlı Türk şefi Ali Güngörmüş' ün Le Canard Nouveau 'su limana kuşbakışı hakim bir tepeyde. Elazığlı mütevazı şefin spesialitesi kızarmış çıtır ördek . Yolu Hamburg'a düşenlerin mutlaka gitmesi gerek. Ördek öncesi ise şefin Türkiye'den özel olarak getirdiği malzemelerle hazırladığı kırık porçini mantarlı buğday rizottosu, çam fıstığı püresi-yer elması-keçi peynirli rezeneli tortellini eşliğinde kuzu budu denemeye değer. Tabii yanında Riesling şarabıyla.

Devamını Oku