Evet, tam 7 gün içinde sevgili bulmanın yollarını keşfetmişler! Asrın keşfi! Bu var ya, ameliyatsız yüz ovalini 2 cm yukarı kaldırmaktan bile daha önemli!
Hem de “an meselesi!”ymiş.
Dediklerini yaparsak tabii...
Neler mi?
Yaşı kemale erdiği hâlde çocuğu olmayan bekâr adamlar için gönüllü damızlıklar demiştim... Onların diğer damızlıklardan farkı var çünkü!
Ne farkı var?
Birlikte olduğu kadın hamile kaldığında, “Ben istemiyorum”, “Benim baba olup olmamaya karar verme hakkım yok mu?”, “Ben damızlık mıyım?” diye ortaya çıkıp feryat etmemeleri...
Hatta ufaktan ufaktan, havadan bir çocuk sahibi olma fikrine sıcak bakmaları...
Yalnız anneler ve damızlık babalar... Son 5-6 yılın konusu yani... Aslında her şey, “Bir çocuğum olsun”la başladı... Ortada fol yok yumurta yok, çocuk istemek var-dı... Yani bırak kocayı, ortada sevgili bile yok ama çocuk isteyen kadınlar var-dı.
Başrolde, panik kadınlar ve geçkin erkekler... Birbirlerini bulmaya başladılar.
Ve olaylar gelişti!
Nasıl gelişti?
Hani dün, “iyileşmeye başladık” diye yazdım ya... Gezi ve 17 Aralık’ın sayesinde ruhlarımız tamir olmaya başladı falan da!..
Her zaman böyle büyük krizler çıkmaz! Yoksa çıkar mı? Hatta daha kötüsü, bu kriz bitmez mi? Bunlar iyi günlerimiz mi?
Olsun, bizim bu yeni duruşumuzu korumamız lazım.
Hazır kendimizi unutmuşken. Kalp kırıklıkları, yıpranmışlıklar önemini yitirmişken. Bu kadar zayıf düşmüşken, son darbeyi de vurmak lazım. Ki bir daha geri gelmesinler!
Yavaş yavaş iyileşiyoruz... Öyle hissediyorum... Yok, hükümet-devlet meselelerinden bahsetmiyorum. O henüz yeteri kadar dibe vurmadı! İlişkiler kadar birbirini yok etmedi. Henüz!
Önce dibe vuracak, acı çekecek, her yerinden kurşun yiyecek, yıkılacak ki, yeniden yapılansın...
O cenahta henüz kimse acı hissetmiyor. Hani kurşun vücuda ilk girdiğinde anlamazmışsın ya... Sadece kurşunun girdiği yere bir sıcaklık yayılırmış. Ardından vurulduğunu anlarmışsın. Ama hâlâ acımazmış. Elini kurşunun girdiği yere doğru insiyaki olarak götürürken bir inkâr ve şaşkınlık süreci yaşanırmış. “Bu benim başıma gelmiş olamaz!” Elini yaradan çekip kanı gördüğünde ise büyük bir korku ve büyük bir telaş içine girermişsin. Ayakta kalabilme telaşı... Acı, yere düştükten sonra çıkarmış.
Ama biz ayakta ölenlerin ülkesiyiz!
Hani hep, “herkes kendini iyi sanıyor” derim ya... Gerçekten de, öyle galiba!
Sadece ‘iyi’ sansa! Herkes her şeyi hak ediyor!
Kimsenin hatası yok! Herkes bir, “hoca bana taktı!” sendromunda...
Bu hep böyleydi ama sanki bu ara daha bir yoğunlaştı.
Kimse aptal yerine konulmak istemez. Ama konulur. Bu ne demek?.. Demek ki herkesi aptal yerine koyacak birileri var... Bir de, aptal yerine konulan kadar aptal yerine koyan da var demek!
Aptal yerine konulanların sinirini anlıyoruz. Adı üzerinde zaten.
Pekii, aptal yerine koyanlar...
Onlar ne iş?