‘Savaşa girecek olsak ABD bile arkamızda gözükmüyor’

Chp Milletvekili, deneyimli diplomat Osman Korutürk Vatan’a Konuştu...

Haberin Devamı

Emekli Büyükelçi Korütürk, “Hükümetin Suriye politikası çok riskli. Tampon bölge çatışma getirir. Suriye ile savaşa Çin, Rusya ve İran karşı. ABD artık bu bölgede savaşa girmek istemiyor. Başkalarına bu savaşı yaptırmak istiyor ve ‘Başkaları arasında biz de varız’ deniliyor. Dış potikada yumuşak güç olmaktan çıkarsak, İran’la baş etmemiz mümkün değil” dedi...

CHP İstanbul Milletvekili, deneyimli diplomat Osman Korutürk, hükümetin Suriye politikasını çok riskli bulduklarını belirterek, “Tampon bölge çatışma getirir. Ayrıca bakıyorum, Deniz Kuvvetleri’nin yarısı içerde. Diğer kuvvetlerin de üst düzey komuta kadrosunun çoğu öyle. Orduya doktor, mühendis, hakim amiral-generaller mi komuta edecek?” dedi. Korutürk, Demirel ve Hafız Esad arasındaki ilginç olayı anlattı ve İran’a dikkat çekti.

Suriye ile savaşa girme ihtimali var mı? ‘Savaşa girecek olsak ABD bile arkamızda gözükmüyor’

Hükümetin Suriye politikasını kolay anlamak mümkün değil. Türkiye’nin normal dış politikalarında da şimdiye kadar böyle bir durumla hiç karşılaşmadık. Görüntü şu: Biz saldırmak için hamle ediyoruz, elimizi kolumuzu tutuyorlar. Yoksa bıraksalar birden dalıvereceğiz. Oysa bizim bölgedeki rolümüz bu değil. Rolümüz istikrar oluşturmak, anlaşmazlıkları yatıştırmak ve o istikrarın üzerine de yumuşak güç kullanarak bir hakimiyet sağlamak. Geleneksel ağırlığımız budur. Bu bilinçsiz, mahçup, çekingen veya Dışişleri Bakanı’nın iddia ettiği gibi ‘Bekle ve gör’ şeklinde etkisiz bir politika değildir. Çok etkilidir. Türkiye bölgenin ağırlıklı bir ülkesi ve bazı vasıfları var. Büyük ve güçlü bir ülke. Kendisini liderliğe oynayan diğer büyük bölge ülkelerinden ayıran vasfı istikrar içinde çalışabilen bir ülke olması. Ama belli pozisyonlarımızı bir anda tersine çevirmek, biriyle gayet iyiyken birden çok kötü olmak, yumuşak bir ilişki sürdürürken birden saldırmak gibi beklenmeyen davranışlarımız bölgede hiç olmamıştır.

Geleneğimiz ‘Bekle-gör’ değil mi yani?

Hayır. Geleneğimiz: Şekillendir, ihtilafları çöz, istikrar ortamı yarat ve o ortam üzerinde güç sahibi ol. Hep de güçlü olmuşuz. Bakın Suriye’de çok sıkıntılı dönemlerimiz oldu. Sanıyorum 1993 Şubatı’ydı, Sayın Demirel Başbakan, ben Orta Doğu Genel Müdür Yardımcısıydım. Suriye’ye gittik. Baba Esad, “Türkiye ile ilişkilerimizi geliştirmek istiyoruz. Hatta su meselesini de çözebiliriz” dedi. Demirel bunun üzerine “Bunu biz de isteriz ama bunu engelleyen bir durum var. Siz Türkiye’de terör faaliyetlerinde bulunan PKK’nın başını ülkenizde barındırıyorsunuz. Bunu kabul edemeyiz. Bu şahıs burada olduğu müddetçe biz bu ilişkileri sizinle kuramayız. Ya bunu bize iade edin mahkemeye sevk edelim ya da eğer göndermemeniz için geçerli bir sebep varsa sizin açınızdan -ki bir sürü kaçakçılık işini birlikte yaptıklarını ima etmek istiyordu- Türkiye’ye zarar vermeyeceği bir yere gönderin” dedi. Öcalan diye ismini de telaffuz etti. Öyle deyince Hafız Esad bir kalem çıkardı, “Şu ismi bana bir heceler misiniz, kimdi?” deyince Demirel “Siz ne diyorsunuz. Bilmeme imkanınız var mı? Bilmiyorsanız büyük bir yönetim zaafı. İsmi hecelememe gerek yok bir dosya vereyim, Şam’daki adresi telefon numarası hepsi var” dedi. Hikmet Çetin de hatırlar. Tamamen gerçek dışı konuşuyor, Demirel gayet ağır bir cevap verdi: “Siz Türkiye Başbakanı ile konuşuyorsunuz. Biraz daha ciddi olmanız lazım. Bu nasıl şey” dedi. Sonra Suriye ile aramızda bir işleyebilirlik süreci başladı ve ilişkilerimiz düzeldi.

Şimdi eskisinden kötü gibi görünüyoruz.

AKP hükümeti iktidara geldikten sonra Suriye ile ilişkileri olması beklenenden çok daha ileriye götürdüler. Ortak bakanlar kurulu toplantısı, stratejik işbirliği... Birleşme noktasına geldik neredeyse. Bütün ülkelerle iyi ilişkiler olmasında her halükarda büyük fayda var. Ama rejimleri birbirine benzeyen ülkelerin aralarındaki ilişkiyle, rejimleri birbirine çok ters ülkeler aralarındaki ilişkiler farklı. Rejimleri birbirine çok ters ülkeler arasındaki ilişkilerde biraz daha ihtiyatlı, dikkatli olmak lazım.

Ne değişti, ne zaman değişti sizce?

Arap Baharı çıkıp olaylar Suriye’ye sıçrayınca hükümet uzunca süre sessiz kaldı. Biz CHP olarak çok açıkça iki kere ikazda bulunduk. “Suriye yönetimi halkının barışçı yollardan ortaya koyduğu meşru taleplerini baskıyla ortadan kaldırmaya çalışmasın. Demokratik yollardan bu taahhütlerin gereğini yerine getirmeye çalışsın. Diğer memleketlerde olanlardan ders alsın” dedik. Hala da bunu düşünüyoruz. Suriye rejiminin halkına karşı sertlik uygulamasını istemiyoruz. Ama uyguladı ve o sertliğe bizim hükümet uzun süre sessiz kaldı. Sonra birden bire böyle çok dramatik bir değişiklik yapıp, o güne kadar abartılı bir şekilde yakın olduğu rejimi birden karşısına aldı. Ve muhaliflerin Türkiye’de örgütlenmesi, faaliyet göstermesine destek vererek çok ciddi şekilde taraf oldu. Böyle dış politika olmaz.

Kimse istemez ama o savaşın sonucu ne olur?

Dediğim gibi kavgada falan olur, biri birine saldırır. Etraftan kolunu bacağını tutarlar, kurtulur bir, tekrar çıkar gibi olur. Tekrar tutarlar... Görüntü öyle de arkamızda hiç kimse yok. Biz böyle bir savaşa girecek olsak -belki ABD’nin arzu ettiği bir şey olabilir ama- ABD bile arkamızda gözükmüyor. Rusya gayet itidalli bir şekilde ikaz ediyor. Çok tutarsız bir politika ama Sayın Bakan’a sorsanız çok tutarlı ve çok aktif politika olarak görüyor. Bu Türkiye’nin bu bölgede hiçbir zaman izlememesi gereken bir politika. Çünkü Suriye eğer bir savaşa muhatap olursa ve bunun sonucu Suriye’de bir Lübnanlaşma; bölünme olursa bize de sıçraması ihtimali var. Ayrıca bölgede yerel sorunlar çıkabilecek karışıklıklar sonucu küresel olma riskini taşıyor. Kürt sorunu bunlardan biri. Kendi içimizde bu sorunu çözmeden başka memleketlere girersek o sorunların çözümünü de uluslararası planda arama çabaları başlayacak. O zaman sorun elimizden çıkacak, bütünlüğümüz tehlikeye girebilecek. Bu kadar riskli bir politika nasıl sürdürülüyor, bunu anlıyor değiliz.

Başbakan Çin’den sonra S. Arabistan’a gidiyor. Suriye’yle ilgili bir sonuç çıkar mı?

Suudi Arabistan Suriye’ye karşı bir harekat geliştirilmesi isteğinde. Belki Başbakan biraz moral tazeleyecek. Kendisiyle aynı dili konuşan birisiyle karşı karşıya gelebilecek. Ama Çin’de kendisiyle aynı dili konuşmayan insanlarla karşılaştığından hiçbir kuşkum yok. Rusya’nın aynı dili konuşmadığından kuşkum yok. İran’da Başbakan’a hakikaten çok küçük düşürücü hareketlerde bulundular. İran bunu kasten yaptı. Başbakan, “İran’da çok çeşitli merciler başka beyanlarda bulunuyor. Gerçek görüşü nedir bilmiyoruz” dedi, çok şaşırtıcı buldum.

Neden şaşırtıcı buldunuz?

Bunu söylemesi hayret verici. Çünkü İran’ın genel politikası bu. 3 bin yıllık bir devlet ve satranç oynar gibi politikası var. Gayet pragmatik. Dini, mezhebi dürtülerle yaklaşmaz. Öyle olsa en yakın dostu Ermenistan olmazdı. Ama İran milli çıkarlarını ön plana alacak çok esaslı ve birkaç hamleyi önden yapan, karşı tarafın o hamleleri sezmemesine çalışan bir politika izler. Çok da başarılıdır. İran’la bölgedeki başa güreşimizde bize güç veren hep bizim yumuşak güç kullanmamız, istikrar arayışımız ve güven verici olmamızdı. Biz bu konumdan çıkarsak İran’la orada baş etmemiz mümkün değil. Tabii İran’da cumhurbaşkanı başka şey söylüyor, dini lider başka bir şey söylüyorÖ İran’ın ne söylediğini oradan anlamıyorsunuz ama o ne istediğini biliyor. İran’da bir tereddüt yok, tereddüt sizde oluyor. 10 sene devleti yönetip, yanında yeni Kissenger denilen bir Dışişleri Bakanı olunca o bakanın kendisini bu konuda uyarmamış olması çok şaşılacak bir şey.

İran’ın bu tavrını Türk diplomatlar çok iyi bilir mi diyorsunuz?

Evet ama bence AKP hükümeti Türk diplomatlarını artık az dinliyor. Dışişleri çok yetenekli, saygın bir kurum. Fakat artık kurumdan sadece bir alt yapı hizmeti olarak yararlanıldığı, fikir verici olarak da başka danışmanların ve Dışişleri Bakanı’nın bizzat kendisi gibi bir takım teorisyenlerden yararlanıldığı görülüyor. Dışişleri Bakanı’nın teorilerini 3 senedir uygulamaya çalışıyor ve geldiğimiz nokta belli. 3 sene önce savaş olur mu diye konuşmazdık. Bu noktaya geldiğimize göre Bakan’ın herhalde o teorilerini gözden geçirmesi belki de o kitabı yeniden yazması gerekiyor. Ali Tekintüre’nin “Tanrım Beni Baştan Yarat” diye bir şarkısı var. O kitabı yeniden yaratması lazım.

İran’da Başbakan’a kasıtlı olarak nezaketsizlik yapılması kabul edilebilir birşey mi?

Onlar bunu nezaketsizlik olarak değil, ikaz olarak yapıyor. İran anlamsız iş yapmaz. İran, Türkiye’nin öne çıkmasını hiçbir zaman istemiştir. Şah zamanında da, bugün de böyle. Kasrı Şirin Antlaşması’ndan beri sınır ihtilafımız yok. Dikkat edilmiş. O dikkati elden bırakma ortaya çıkarsa iki taraf da birbirinin canını çok ciddi yakabilir. Bu İran’ın durumunu zorlaştırmak için ABD’nin de işine gelir. Bu oyunlara çok dikkat etmemiz gerekiyor. Türkiye’-nin dört beş yıl öncesine kadar oyuna düşmemek konusunda büyük bir becerisi vardı. Şimdi yavaş yavaş bu oyunlara geliyor gözüküyor.

İran, Esad’ı feda edebilir mi?

Neye karşı feda edecek? Esad; İran’a karşı ABD’nin öncülük ettiği bir hareketin belki de son adımı. Suriye eğer İran’ın önünden kalkarsa tamamen çıplak olarak bu tehditle karşı karşıya kalacak. Rusya da yapmaz.

Türkiye aleyhine dönme ihtimali mi var?

Hükümet daha karışıklıklar sürerken Libya Temas Grubu’nu İstanbul’da topladı. “Kaddafi hükümeti gayri meşru, Bingazi hükümeti meşrudur” diye karar aldı bu grup. Ama orada Güvenlik Konseyi’nin iki üyesi, Çin ve Rusya yok. Bu uluslararası meşruiyet sınırını aşıyor. Sonra Suriye’nin dostları diye Tunus ve İstanbul’da toplandılar. Orada da Çin ve Rusya yok. Güvenlik Konseyi’nin işleyiş tarzına karşı olabilirsiniz. Ben de karşıyım. Fakat karşı olmak başka bir şey, şu anda geçerli olup olmadığı başka bir şey. 5 daimi üyesi var ve birlikte karar verebilmesi lazım. Birisi yarın Bükreş’te, “Türkiye temas grubu” toplasa ve “Ankara hükümeti değil filanca hükümeti meşrudur” diyerek Türkiye içinde başka bir yeri işaret etse ne yapacaksınız? Bugün olmaz 10-20 yıl sonra olur. Bunlara yeşil ışık yakmamak lazım. Uluslararası meşruiyetin içinde olmak lazım.

Annan planı işe yarayacak mı?

Yatıştırıcı, kontrol altına alıcı ve müzakereye imkan açıcı bir rol oynadı şimdiye kadar. Burada da muhtemelen rolü bu olacak. Sorunu çözmek değil ama müzakere imkanı açabilirse yararlı olur. Tabii bunun için Esad’ın ve muhaliflerin plana uyması lazım. Esad bu durumdayken katliam yapmaya devam edemez.

‘Müslüman Kardeşler biat etmez’

Bir çok senaryo konuşulmaya başladı...

Doğru. Deniliyor ki; bölgede Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir İslami kuşak kurulması isteniyor, bizim hükümet onu destekliyor, eğer öyle bir kuşak kurulursa o kuşak üzerinde bir liderlik yapabileceğini düşünüyor. Bu çok yanlış. Arap ülkeleri şu anda Türkiye’nin liderliğini kabul edebilecek bir noktada değil. İkincisi “ABD artık ekonomik gücü, stratejik öncelikleri bakımından bu bölgede bir fiili savaş içine girmek istemiyor. Onun için başkalarına bu savaşı yaptırmak istiyor ve ‘başkaları’ arasında biz de varız” deniliyor. Geçen ay Dışişleri Komisyonu’yla Ürdün’e gittik. Bizim komisyon başkanı “Bizim başbakanımızla sizin başbakanınız kardeş gibi” dedi. Berlin’den arkadaşım olan Ürdünlü Dışişleri Bakanı bana dönüp, “Geçen sene de Esad’la öyleydi’ dedi. Bunların etkisi görülüyor...

Suriye’nin düşmesinden Türkiye’nin ne kazancı olabilir?

Ben bir kazanç görmüyorum. Meğer ki hükümet, o bölgede Müslüman Kardeşler’in yönetimini kurmak istiyor ve o yönetim üzerinde daha fazla bir hakimiyet bulacağını düşünüyorsa o kendi görüşü. Bunun ortaya çıkarabileceği komplikasyonları görmüyor. Hükümetin muhtemelen tavır değiştirmesinin sebebi bu. Türkiye önemli bir ülke, Müslüman Kardeşler o desteği tabii ki sonuna kadar kullanacak. Ama kullandıktan sonra Türkiye’nin etkisi altına girip, liderliğini kabul edip, biat etmez.


Orduya doktorlar mı komuta edecek?..

Esad en azından şimdi gitmiyor. Peki Türkiye ne yapacak?

Suriye’de bir harekata girdiğimiz zaman orada şehit vermemize gerek var mı? Bizim çatışmaya ihtiyacımız yok. Bir de TSK’nın komuta kadrosu şu an tutuklu. Hüküm giymemiş olarak cezaevindeler. Eğer Suriye’de bir hareket olacaksa, TSK 6. Kolordu Komutanı’nın komutasında olması lazım, şu an tutuklu. Bizim TSK’nın savaş imkan ve kabiliyetleri ne noktada dikkatle bakmak lazım. Doktora, mühendise, hakim general-amirallere mi komuta ettireceksiniz?

“Suriye’den kaçan olursa kapımız açık” denildi

Bir yandan da sürekli kamplara insan yağıyor...


Bizim normal tutumumuz mümkün olduğu kadar mülteci gelişlerini kısıtlı tutabilmek, BM ile işbirliği halinde başka yerlere kanalize edebilmek. Ama bunu yapacak yerde daha gelen-giden yokken “Suriye’den kaçan olursa kapımız açık” dendi, kamplar hazırlandı. Gel diye neredeyse davetiye çıktı. Sonra kamplar da garip. Bir gün 11 bin, bir gün 14 bin oluyor sonra 9 bine iniyor. Niye geliyor, gelen giden kim, ne yapıyor? Bir bilgi kirliliği var ne olduğu belli değil.

‘Babam muhtırayı ortalık yatışsın diye bekletti...’

Babanız eski Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Evren’in yazdığı muhtırayı 6 gün gizlediği iddia edildi...


Muhtıra verildiği zaman babam G.Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarını da çağırıp “Hepiniz bu yazdıklarınızdan mutabık mısınız?” diye sordu. Epey bir konuştuktan sonra bunu sadece hükümete değil tüm siyasi kadrolara vermenin doğru olduğunu düşünüp hepsine gönderdi. Bekleme meselesi zamanının dolmasıyla ilgili değil. Bir parça tansiyonu yumuşatma için olmuş olması lazım.

DİĞER YENİ YAZILAR