Meşrebime uymayan bir edepsizlikle suçlanıyorum, kerhaneye düşmüş ev kızı gibi hissediyorum kendimi
Cem Mumcu’yla daha önce hiç tanışmamıştım. Bu sanırım iyi bir şey, umarım ruh sağlığım hakkında bir fikir vermiştir size...
Fakat çok yakın olduğum, tanıdığım, sadece adını bildiğim, uzaktan gördüğüm herkesin doktoru Cem Mumcu. Bu da çevremdekiler hakkında bir fikir vermiştir sanırım size...
Bunları yazmak kolay ama röportaj yapmak için bir psikiyatrla buluşmak o kadar da kolay değildir diye düşünüyordum onunla buluşana kadar. Cem Mumcu anlatmaya başlar başlamaz fikrim değişti, heyecanlı heyecanlı anlatıyor, sizi güldüren küfürler ediyor, arkadaşca bir yakınlık kuruyordu. “Konuşmanın bir yerinde bunu söylerim ama röportajda kullanmanızı istemiyorum” dedi ve teybi kapattık, anlatmaya başladı canını sıkan şeyi. Bir süre sonra anlattığı konuyla ilgili bir telefon geldi, konuştu. Ve tekrar yanıma geldiğinde neredeyse duygularına dokunabileceğim kadar şeffaf bir hali vardı. Hassastı. Önce gözleri doldu, sonra yaşlar yanaklarından süzüldü. Evet, Cem Mumcu ağlıyordu. Sesimi çıkarmadan sadece ona bakıyordum. Fotoğrafçı genç arkadaşım Barış fotoğraf makinasını yere bıraktı. Makinanın yere değdiği andaki çıkardığı sesi çok sevdim... Gösterdiği itina çok hoşuma gitmişti...
“Evet ağlayabilen bir adamım ben, siz beni bir de seanslarda görün” dedi. Gülümsedi... Teybi açtık, röportaja devam ettik. Uzun konuştuk. Bu, o uzun konuşmanın merak ettiğinizi düşündüğüm Mazhar bölümü. Devamı mı, durun bakalım...
Doktor olmaktan sıkılıyor musunuz siz artık?
Hayır ama doktor kimliğimle anılmaktan sıkılıyorum. Ben sadece doktor değilim ki. Niye olayım yani! Gece beni dans ederken görenler “Siz dans eder misiniz?” diye yanıma geliyor. Niye etmeyeyim yahu, hep ettim hep de edeceğim. Her yerde karşıma çıkıyor. “Bu sizin mesleğinizle ne kadar ilgili?”, hiç ilgili değil ne olacak! Bulunan uygunlukla hiç ilgilenmiyorum. Ben böyleyim. Mehmet Öz gibi cerrah önlüğümle dolaşamayacağım yani. İşimi seviyorum ve iyi yapıyorum. Sıyrılmak istemiyorum ondan. Ama kadın doğumcu olsaydım kesinlikle tıbbı bırakmıştım. TV’ye çıkıyorum diye mi sordunuz bu soruyu siz?
Evet. Televizyon figürü olmayı neden istediğinizi merak ediyorum? Psikiyatrsınız, üstelik herkes size geliyor. Yazarsınız. İnsanlar severek okuduklarını söylüyorlar. Üniversitede ders veriyorsunuz. Birçok dostunuz var, eğlenceli bir hayatınız var.. Televizyon ünü eksik olan neyi tamamlamak için?
Yazar Cem Mumcu lafından da sıkılırım ama. Sınırlar benim hoşlanmadığım. Sakallı, erkek, doktor, yazar gibi tanımlar beni örtüyor, beklentiler oluşturuyor ve özgürlüğümü kısıtlıyor, niye ki? Herşey olabilmeliyim ben.
Bu anlatım çok güzel, katılıyorum size. Ama olabilmek istediğiniz şey niye bu kadar görünür olan, onu merak ediyorum işte.
Psikiyatr olmak tuhaf bir bedel ödetiyor insana. Sevgililerim arasında da bana “Sen psikiyatrsın” diyenler vardı. “Nasıl ya!” Düşünsenize işi nereye getiren bir durum bu. Ayrıca psikiyatri üzerine oluşmuş algı da tamamen yalan ve yanlış bir şey. Her şeyi bilmiyoruz biz, biz de insanız, tuhaf tuhaf özelliklerimiz var. Sorunuza gelince, son 10 yıldır bana sürekli bir televizyon programı önerisi gelir. Bunların içinde çok acayip teklifler de vardı. Çoğunu dinledim ve reddetim. Program yapmam gerekir mi? Hayır ama yazarken de olan bir derdim hep var, “mış” gibi durumundan çok sıkılıyorum. Herşey sadece algılar üzerine kurulu. Sahici olan pek birşey yok. Bunu sıyırmayı, bunu açmaya yönelik yazmayı çizmeyi konuşmayı seviyorum. Önemsiyorum.
Habertürk’te Harun Tekin ve Pelin Batu’yla “Kısa Devre” programına başladınız. sizi nasıl ikna ettiler?
Habertürk’te Saba Tümer’in programına çıktım. Ondan hemen sonra Saba’nın (Tümer) Ayşe’yle (Özyılmazel) yaptığı programa çıktım. O programın sonunda Habertürk’ün program koordinatörü Hüseyin bana “Abi artık sana bir program yapmak istiyorum” dedi. “Konuşuruz” dedim. Aradığında da “Biz bir ara evde Harun’la (Tekin) otururken ciddi meseleler konuşuyorduk ama bunları hiç de ağır bir dille değil ve çok komik konuşuyorduk. Birgün program yaparsak beraber yapalım diye konuşmuştuk. O yüzden Harun da olsun isterim” dedim. O da “Neden olmasın abi” dedi. Harun’la görüşüldü. Bir üçüncü kişi hanımefendi olsun dendi. Ben birini önerdim, kanal istemedi. Kanal “Pelin Batu olsun” dedi. Daha önce hiç tanımıyordum. “Tamam” dedim.
Aklınızda nasıl bir program yapmak vardı?
Tatlı tatlı sohbet edelim, sahicilik bir platformu olsun, kendimizi özgürce ifade edelim, evdeymiş gibi olalım, kendimizi kasmayalım... Böyle birşey yapmak istedik.
2.5 ay oldu sanırım başlayalı. Bu dediğinizi yapabildiniz mi sizce?
Bence yaptık. Bu son programda iş biraz sevmeyeceğim bir hale dönüştü.
Geçtiğimiz hafta Mazhar Alanson’du konuğunuz ve bütün hafta sizden bahsedildi. Ne oldu o gece?
O gece olup bitenler çok acayipti. Mazhar Bey’de çok yoğun bir öfke vardı. Bu öfkenin kaynağını bilmiyorum. “Bu kadar öfke doluysanız buraya niye geldiniz?” diyebilirdim ama ev sahibiydim. Ayrıca Mazhar Bey büyüğüm, bunu yapma şansım yoktu. Baştan beri saldırgan bir tavrı vardı ama. Bana ve Pelin’e odaklıydı. Dinamik olarak bunun nerelerden gelebileceğini, ne gibi anlamları olduğunu keşfedebilecek kadar da mahir bir insanım. Agresifti. Ama olmuş bir adam agresyonu değildi. Kendisinden küçük bir adamı alt etme agresyonu gibiydi. Zor geçeceğini hemen hissettim.
Ne yaptınız peki, siz nasıl bir tavırla durdunuz? Kendinizi sonra tekrar seyrettiniz mi?
Tevazumu, küçüklüğümü, ev sahipliğimi öne çekmeye çalıştım bununla meşgul oldum. Zekâmı, donanımlarımı, hazır cevaplılığımı askıya aldım. Çünkü gerçekten kötü bir yere varabilirdi. Hoş olmazdı. “Sen niye öyle ortada oturuyorsun?” dedi. Ben de eğer karşımdaki tahtsal bir sorun yaşıyorsa rahatlatayım diye iki basamak alta indim, tahtı ona verdim. Sonra o beni alıp yukarı çıkardı. Tatlılaştık. Zaten mesele öyle olsun istiyordum. Öyle de kalmasını isterim. Ama kontrolü güç bir program olduğunu seyredince anladım.
İş tatlılaşınca siz işi daha da yumuşatacağını düşündüğünüz bir iltifat yapmak istediniz sanırım. Mazhar Alanson’un eşi Biricik Suden için “Bu arada uzaktan uzağa karınıza aşığım” dediniz.
Bir hoşluk yapmak istedim. Aşklarını önemsediğimi, ilişkilerinin yüksekliğine çok hayran olduğumu söyleyerek bir giriş yapmak istedim. “Biricik Suden size ne güzel bakıyor” demek istedim. Çünkü konuğumuza hazırlanırken medyada bu aşk üzerine öyle abuk sabuk şeyler yazılmış ki onu fark ettim ve gerçek olan söylensin istedim. Asla erkeksi olmayan ilişkiye yönelik bir laf ettim. “Siz Sufi meşrep birisiniz, aşkın bir sürü manasını biliyorsunuz, yanlış anlamayacağınızı bilerek” diye başladım. Demek istediğim şuydu: Sizin gibi armağanları olan insanlar zordur, size öyle güzel bakıyor, size öyle güzel esin veriyor ki, ne güzel bir karınız var, ona hayranlık duyuyorumdu. Ama medya beni ırz düşmanı haline getirdi. Algılar dünyasını yıkalım, sahici olalım derken ben kurban oldum bu sefer.
Mazhar Alanson sizin ne demek istediğinizi anladı yoksa çok daha sert bir tepkisi olurdu. Karısını tutkuyla seven bir adamdır o. Ve Biricik için söyledikleriniz de tamamen doğru ve çok hoş sözler...
Mazhar Bey sinirlenmedi, tatlı ayrıldık. Beni medya bitirdi.
Program çıkışı ne konuştunuz Mazhar Bey’le? Ya da konuşma fırsatı buldunuz mu?
Konuştuk “Ne oldu ya, ben umre mumre birçok şeyi halletmiş bir adam bekliyordum” dedim yani. O da “Geldiğimde bana ‘Ne iyi ettin de geldin’ dedin” dedi. Benim dediğimse şuydu “Ne iyi ettinizde geldiniz, şeref verdiniz.” Ya da velev ki “Ne iyi ettin de geldin” dedim, ne olur ki yani. O eşitlikten rahatsız olduğunu söyledi. O anda Biricik Hanım aradı. “Cem Mumcu’nun bana aşık olduğunu söylediği andan sonra izlemedim bile” demiş, bunu söyledi bana güldük. Sarıldık öpüştük “Ne tonton adamsın” dedi. Ben orada aslında başka birşeye takıldım. Harun erken gitti programdan sonra, benim aklım ona takılıydı. Unutmuştum bile Mazhar’ı. Ama ertesi gün gazeteleri görünce iş değişti. Yeni bir derdim daha oldu.
Sonra en çok ne aklınıza takıldı? Sizi en çok ne rahatsız etti?
Tehdit telefonları bile aldım. Medyadaki kıldırgıcık üç tane insan yüzünden beni vurabilirler, bu çok tuhaf acayip değil mi ya! Beni başkasının karısına sarkan bir adam gibi lanse ettikleri için beni gelip vurabilirler. Ölmek mesele olmaz. Yapmadığım şey yüzünden ölürsem gözüm açık gitmez ama medya bu küçük oyunu oynayacak diye beni ertesi gün çat diye vursalar, o haberi yapanlar iyi hissederler mi kendini.
MAZHAR BEY’İN SUFİZMLE UZAKTAN YAKINDAN ALAKASI YOK
Aldırmayabilirdiniz de, değil mi? “Anlamadı salaklar ne dediğimi” de diyebilirdiniz. Bu kadar sahici olmaktan bahsederken, bu kadar kafaya takmanız da çok anlaşılır değil...
Kendi meşrebime hiç uygun olmayan bir edepsizlikle suçlanıyorum. Benim etiğim ve edebimle ilgili olduğu için rahatsız oldum. Ben kendi sevgilime bile aşkımı ortalık yerde sunmayı pek uygun bulmam. Malzemesi olmadığım bir yer ayrıca. Aparatım da yok, ne yalan söyleyeyim kerhaneye düşmüş ev kızı gibi buldum kendimi. Program çıkışı arayan arkadaşlarımını hiçbiri o lafı hatırlamıyordu bile. Bazıları “Niye öyle yumuşak durdun, birşey söylemedin alttan aldın” dediler. Bazıları da “Cem böyle yapar, Sufi meşrep bir adamdır” demiş. Annem “Biz birşey olamamışız, ben senin kadar tevazulu olamazdım” dedi. Annem hacı. Bugün olsa yine Mazhar Bey’in karşısında öyle dururdum, çünkü maalesef insanların içindeki dinamikleri okumak konusunda diğer insanlardan daha maharetliyim, bir başkasını orada dekompanse etmem, dağıtırım yoksa, ben dağıtmam o dağılır yani. Doktorluğumdan dolayı bir avantajımı kullanmış olurdum ki, eşitsiz gücü kullanmak ayıp olurdu. Çünkü siz bana deli ya da hasta diyebilirsiniz ama ben size dersem altına imza atabiliyorum. Geçerliliği olan bir laftır, rapor haline gelir. Bunu sosyal hayatta kullanmak edepsiz birşey olurdu.
Siz Mazhar Bey’i tanımlarken “Sufi meşrepten” dediniz, arkadaşlarınız sizi tanımlarken “Sufi meşreptir Cem” demişler. İki Sufi karşı karşıya gelince bu kıvılcım çıkmamalıydı sanırım, öyle değil mi?
Gördüğüm Mazhar Bey’in benim bildiğim Sufizm ile yakından uzaktan alakası yok bence. Kenarından bile geçmemiş görünüyor. Böyle olmaz. Sufi fanidir bir kere. Bu kadar korkuları olmaz. Kendini yok eden biridir. Benim çok ilgilendiğim bir alan. Mazhar Bey’i kırmak istemem bunları böyle anlattığım için. Yine özellikle şunu belirtiyorum benim anladığım Sufizm’le ilgisi yok.
Gittiğiniz bir dergâhınız var mı sizin?
Tarikatım yok. Üstadım yok. O kadar sahicisini henüz bulamadım. Bulursam giderim hiç de saklamam. İbn-i Arabi’dir en çok üzerinde çalıştığım kişi. Dergahım yok, bulmak isterim ama.