AB Erdoğan’ın restlerini görmez
.
BAŞBAKAN, dört yıl bir aydan sonra Brüksel’e ilk defa adımını attı. Ama oradaki üslubunu ve ele aldığı konuları görünce insan “keşke gitmeseydi” diyor. Gezinin hedefi, Türkiye’nin 17 Aralık 2004’ten bu yana ortada kalmış olan Avrupa Birliği ilişkisini yapılan son hamleler (AB işlerinden sorumlu bakanın tayini, ulusal programın kabulu) ışığında canlandırmak, Avrupa’ya Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ciddi olduğunu bir kez daha hatırlatmak ve Avrupalı ortaklarımızdan benzer bir iradeyi göstermeleri talep etmekti.
Komisyon ve Parlamento’nun yetkilileriyle yapılan görüşmelerde bunlar dile getirildiyse de Erdoğan’ın Brüksel çıkarmasından akıllarda hiddeti ve Putinvari yaklaşımları kaldı. Başbakan, Gazze konusunda haftalardır dinmeyen öfkesinin esiri olduğu izlenimini bıraktı ve Avrupalılara kayıtsız şartsız bir Hamas ve dolayısıyla İran taraftarı olduğu izlenimini verdi. Yetmedi, Avrupa’nın ekonomik krizden sonra şu sıralardaki en büyük başağrısı olan doğalgaz akışı konusunda alternatif bir yol olan Nabucco’yu dile getirdi ve bunu Türkiye’nin AB üyeliğine karşı bir pazarlık unsuru olarak sunmayı başardı. Yakın danışmanları tarafından telkin edilen bu yaklaşım, kabaca Türkiye’nin jeo-politik (Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu) ağırlığı ve jeoekonomik (enerji) önemi Avrupa tarafından anlaşıldığı zaman AB üyeliğimizin kolaylaşacağını sanan bir ham hayaldir.
AB, Türkiye’nin değerini Putinvari güç politikaları ve gerçekten olmayan ağırlıklar sonucunda değil, samimi bir ortak gibi hareket ettiğinde anlayacaktır. Yeni bir Putin’e ve koşulsuz bir Hamas-İran destekçisine ihtiyacı olmayan AB, Erdoğan’ın restlerini görmeyeceği gibi Türkiye’nin müstakbel AB üyeliğini artık bu çerçevede değerlendirecektir. Sonuçta Başbaka’nın Brüksel beyanları, Türkün Türke Brüksel’den propogandası olmaktan öteye gidememiştir.