Gerçekten Avrupa Ligi'ndeki gedikli temsilcilerimiz için Final Four oynamak yasaklanmış gibi. Yasakları koyanlar da bizzat kendileri... "Yazık oldu", "Ucundan döndü"lerle uğurladık Efes Pilsen'i de geçen hafta. Ben okyanusları aşarken kuru teknik seçim eksikliklerinde boğulageldiklerini yazıyorum yıllardır. Ama medyanın geri kalanı "şerefli malubiyetler" destanı yazmaya devam etlikçe bu -iyi ile yetinme- kısır döngüsü süregelecekEvrensel gerçektir: İyi mükemmelin düşmanıdır. Bu ikili de artık çıtasını yükseltmelidir çünkü eşyanın doğası gereği dururlarsa düşecek ve sıradanlıktan bezecekler. Üç Büyükler gibi hasta fanatik taraftar desteğinden yoksun, patron takımları için sıçrama yapamadan olduğu yerde patinaj yapmak, koyduğunun karşılığını alamamak anlamına gelir. Tofaş'da bu kötü örneği yaşadık.Dost olarak (onlar Türk basketbolünün lokomotifleri olduğu için dostlarıyım) tekerlek kırılmadan, hatta şanzıman dağılmadan, iki somut önerim var kendilerine. Biri yönetsel diğeri teknik.Yönetsel olanı: Basketbolumuzun önlenemez şekilde kuvvetler ayrılığına gittiğini ve Kulüpler Birliği'nin Süper Basketbol Ligi'nin yakın gelecekte mutlaka kurulacağını gözardı etmeden, ilk adımı siz atın ve Süper Profesyonel Lig'in mabedi olacak olan Süper Dome/salon projesini başlatın... Yer güzel eski günlerin Spor ve Sergi Sarayı civarında. Gereken tüm detaylar bende mevcut. Siz ilgilenin yeter... 2006 sezonunun ilk maçını orada yaparız...Teknik olanı da idari aslında ve çok basit "Bırakın teknik adamınız kendi oyun sistemine göre kendi kadrosunu kursun."En yüksek çıtada buluşmak istiyorsak sözlerime bu kez kulak verin lütfen...Efes neden kaybetti?Bu başlık geçen yıl Barcelona Final Four'una katılamadığımızda da atılmıştı tarafımdan. Demiştim ki "Basketbol takımı konstrüksiyonunda 15 (1+2+3+4+5) altın rakamdır." Yani beş pozisyonda oynayan ve bankdaki oyuncularla Avrupa standardını yakalayamıyorsan, doğru ve yeterli takımı kuramıyorsan gerisi hikayedir... Yılbaşında finalistleri bu açıdan değerlendirmiş ve başlamadan finalistleri yazmıştım:Barcelona, CSKA, Maccabi ve Skipper. Dörtte dört, ben müneccim miyim? Yoooo. Oyunun ana kuralı bu. Takımı sağlama alacak ondan sonra işini Allah'a havale edeceksin. Efes'de Kerem ve Önder 0.5'den 1, tutanı atamaz, atanı tutamaz ve kontrolsüz. Langdon 1'den 2, tüm sezon sadece bir Skipper maçı doğru dürüst oynadı. Granger 2.5'den 3, iyi tutulduğunda stranger ama gene de takımın en iyisi. 3'ün yedekleri Ömer ve Alper savunmacılar (ne demekse) skora katkıları oyunun bitmiş zamanlarında (garbage time). 4'de 3.5'dan Nikoliç, içeriyi hiç oynayamayan, savunma ismatch(uyumsuzlukları) yaşatan oyuncu. 5 pivotta, Kaya, Prkaçin ve Ermal, al birini vur ötekine, Efes pivotsuz oynadı diyebiliriz rahatlıkla...Takım böyle yetersiz ve kapasitesiz olacak ve sen takım savunması, rakipleri normal skorları altında tutmak gibi Avrupa Ligi standartlarına göre ütopik kabuller ile yola çıkacaksın. Beni de "Efes çok cool" vb. gibi moral depolama yazıları yazmak zorunda bırakacaksın yıl boyu. Bir başka altın oran da, içerden %60, dışardan %40 asgariden sayı üretebilmektir. Altın Şişhane üstün Keşhane olursa yerinde sayar durursun...* Yasaklanmış olana erişmektir amacımız.
Basketbol üzerine yakın gelecekteki olumsuzluk kehanetlerimin dostlarımda, umut bağladıklarımda doğru çıkması inanın üzüyor beni. Hem de "Bir vakitte çıkar" dediklerim oyalanmadan neticelenince buruluyorum...İşte Ülker örneği: Naumoski için ülkeye geri döndüğü zaman "Ancak kendi emekliliğini kurtarır" demiş... "Kariyerime Türkiye'de başladım. İnşallah burada da bitecek. Türkiye benim ikinci vatanım. Kendimi Makedonya'da gibi hissediyorum burada" diyen Naumoski tüm ayak oyunlarıyla kendisinden çok bahsettirecek gibi gözüküyor. Renk kattığı kesin... Turuncu-beyaz Ülker'in rengini karartmasın da" diye eklemiştim...Yılbaşında Harun'la -yaşlandı, hırsını yitirdi gerekçeleriyle-yollarını ayıran Ülker'in yıl ortasında kulis kralı Naumoski'yi alarak tüm takım kimyasını alt üst etmesininin absurdlüğünü vurgulamıştım. Ne oldu? Petar kendine oynadı, Ülker ise perişanları. Üstelik de bir ipte iki canbaz oynamayacağı için de İbrahim'in verimini düşürdü. Muratcan başta olmak üzere, Tutku ve Serkan'ı da bankkolik yaptı.Tekerlek kırılmadan aylar önce -dostbakışı Ülker yazımda-"Takımda oluşum, kurulum hataları var. Pivotta Blair'i Fatih Solak ile yedeklemek yetersiz. Kerem her geçen gün daha iyi ama o 3.5'dan 4 numara, Rentzias evlere şenlik, 4 numara için bulunabilecek Avrupalı'nın en yetersizi... Dışarıya gelince; 3 numara Arda'nın transferiyle doldu taştı... İbrahim'i 2 numaraya, atan guard'a kaydırmak gerek" demiş, hatta ileri giderek olması gerekli oyuncu rotasyon şeması vermiştim. Kimler geldi kimler geçti... Dujmovic, Traina, Amaya... Şarkıdaki gibi "hiç birisi senin kadar sevilmedi" oldu ve aranan kimya bulunamadı. En son bir de Mirsiç yanlışı tüy dikti Ülker'in casting (oyuncu seçimi) bilmezliğine.Önce koçu seçBütçeler karşılaştırıldığında Ülker Avrupa'nın ilk beş takımının hiç de uzağında değilken sportif başarı yakalanamıyorsa bir yerlerde yanlış yapıldığı kesin. Hele bu yanlışı ColaTurka ile çağdaş management çizgisini yakalamışlar yapınca durum daha da vahim kanımca. İnanın formül "önce koçunu belirle, o oyun karakterine karar versin, kadro seçimini ona göre yap" şeklinde özetlenecek kadar basit...Gelecek hafta da Efes Pilsen'in son durumuna, eskiden yazdıklarımın ışığında bir göz atacağım.Susarak konuşmakAristo, "Akıllı insan her düşündüğünü söylemez. Ama söylediği her şeyi düşünür" der. Zordur susarak konuşmak, beceri ister. Basketbolün yönetimi, uzun soluklu yönlendirimi konusunda oldu bittiye getirilmeye çalışılan özerklik kapıya dayanmışken ben susuyorsam söyleyeceklerim tükendiğinden değil bilesiniz... Peki neden? Değerlendirmesini size bırakıyorum... İki önemli lafa kulak kabartarak susma hakkımıkullanıyorum..Bob Goddard: "Şunu unutmayın: Her şeyin yok olduğunu düşündüğünüz anda, gelecek hâlâ yerindedir." Ve Bertolt Brecht: "Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır. Bugün, yarına, dünle beslenerek yol alır."Çünkü Rockefeller'ın dediği gibi: "Nereden bakarsak bakalım, problemlerin içinden fırsatlar da oluşur..."
Fransız basketbolunun sancak gemisi Pau Orthez'i evinde 20 sayıyla yenince benim de böyle küstah bir başlık atmamı hoş görün lütfen. Gerçekten Efes Pilsen, her geçen gün daha oturan savunma ve basketbolunu bütün maça nefis bir şekilde yaydı. Orthez'in NBA takviyesi Sasser de katkı koyamayınca Efes , Granger'ın akşamında (25 sayı) yaptığı akıllı savunmayla Pau'yu başından teslim aldı. Lukovski, Drozdov ve Foirest'yi sahadan silen Efesliler, maç boyu tüm bank çok olumlu kullandılar. 3, 10 ve 15 sayı farkla geçilen 3. periyotta da hem içerde hem dışarda üstün olan taraf Efes Pilsen'di. Üstelik Langdon ve Kaya'nın çok da olumlu olmadığı akşamda Efes'in bu performansı ilerisi için bizi çok umutlandırıyor.Efes sürklase ettiNikoliç'in yerinde attığı sayılar da Pau'nun zaman zaman ortaya koymaya çalıştığı direnci kırdı. Ender ve Kerem, bir oyun kurucunun oynaması gereken bütün performansı sahaya koydular. Savunmada sağladığı top kazançlarıyla da Efes hücumları olumlu değerlendirmeyi bildi ve Pau Orthez'i tam anlamıyla sürklase etti.Lacivert-beyazlı ekipte giren-çıkan oyuncular koç Mahmuti'nin akıllı oyun yönetimiyle tüm maçın ritmini ayarlamayı biliyorlar ve rakip karşısında zayıf oldukları noktaları da enerji ve kat savunmalarda kapatıyorlar. Yani Efes çok iyi takım oyunu oynayan bir görüntü veriyor. Allah bozmasın...
Basketbolumuzda, güzel yapılanlara rastlayınca biteviye yinelemek, sizlerle paylaşmak istiyorum. Marifet iltifata tabiidir ve çirkinlikleri yazmaktan kan damlayagelen kalemimin methiye yazası gelmişken ket vurmamalı diye düşündüm.Valencia'da Pamesa karşısında seyrederken Efes'le gurur duydum... Haklarını zamanın da teslim etmek lazım (günler torbaya girmedi ya nasılsa yiyeceğimiz günler olur). Grup liderliğini ve diğer grup liderleriyle Top 16'da karşılaşmama hakkını kazanana kadar ilk tur maçlarında çok güzel işler yaptılar lacivert-beyazlılar. Bu başarıları sayesinde de görece olarak kolay bir gruba düşerek, Skipper, Olimpija ve Pau Orthez'le eşleştiler.Yıldızı yok amaToplam istatistik verilere bakıldığında, maç başına 74.1 atıp 68.8 yiyerek 78.2 ortalamayla 24 takım arasında 20. Yıldız listeleri tepelerinde hiç oyuncusu yok. Lafın özü teknik kapasitesi ve kalibresi parlak bir takım değil. Yıldızlar topluluğu hiç değil... Peki nasıl oluyor da 10-4 galibiyet/mağlubiyet oranıyla, kapasite ve bütçe olarak kendini katlayan Benetton, Pamesa, Tau, Olympiakos vb. takımları alaşağı ediyor.El cevap; Efes Pilsen, iyi koç edilen, yıldız olmayan oyuncuların takım oyununda görev adamı olarak yıldızlastığı, her maçın taktik hakkını vermeyi becerebilen sert kabuklu, kazanmayı öğrenmiş, iyi ve cool (yerine göre ne yapacağını bilen, gösterişsiz amayere bakarken yürek yakan anlamında kullandım) bir takım.... Pamesa formalite maçında hakem Pitsilkas hain düdüklerine ve 4 önemli oyuncu eksiğine rağmen (Kerem, Prkaçin sakat, Granger ve Kaya var ama yok) 18 sayı fark kapama direnci gösterebilen bir takım kesin kazanmayı bilen takımdır. O maçı da aslında kazandı Efes.Efes'in kabuğunu sertleştiren ise Mahmuti'nin topa baskılı, pas kanallarını kapatan savunması. Zaman zaman vites ve şekil değiştirerek (adam adama, alan ve birleşik savunmalar) baskıyı tüm maça yayıyor ve rakibi Efes cehennemine sokuyor, bankın tamamını seferber ederek karşı hücumu bezdiriyor maç boyu. Zone ile rakibin oyununu bozarak oyuna kendi ritmini kabul ettirmenin yanısıra, oluşturduğu top kazanımlarından elde ettiği extra hücumlarla maç başı top kullanım (ball posession) sayısını arttırarak, kendi hücumunun iyi olmadığı gecelerde (hemen tüm geceler) hücumuna art değer katıyor.Efes'in ne yazık ki Granger hariç, dışarda yüzdeli mutlaka atan, pota dibinde de güven veren etkili uzunları yok. Mahmuti, fast break'li ve sete sete girmeden hızlı hücum ederek bu açığı büyük ölçüde kapatıyor. Buraya kadar da bu akılcı, "katı savunmada başlayan akışkan hızlı hücum" felsefesiyle geldi. Sınırlarını özveriyle zorlayan 1. sınıf görev adamlarından oluşan bir takımdan, winning team/kazanan takım yarattı.Final Four'a da akar gider bence...Kent mimarisiKadın, Kumar ve Mimar'ı insan hayatının üç musibeti olarak adlandırıp yakınındaki biz, biri eski, diğeri icraatsız (ben ve Erhan İşözen) mimarları tiye alan Hıncal (Uluç) ağabey, Valencia'da tarihsel dokuyla çağdaş mimariyi örtüştürmek için tüm becerilerini sergileyen ekibin, Gaudi'in kenti Barcelona, Madrid gibi tarihsel yapı zengini kentlerle yatıştırabilmek adına, kent mobilyası veya heykeli diyebileceğimiz, devasa ve fakat tarihsel dokuyla kontrast yaratan, çağdaş yapıtlarla bezenen Grandes Parques de Ocio (Büyük Okyanus Parkı) içindeki L'HEMISFERIC (Ciutat de les Arts i de les Ciencies) görmeliydi.Sadece o değil tarihsel korumacılığı taş üzerine taş koydurmamak sanan tutucuların da Avrupa kentlerindeki bu heykelsi yapılarla kent ikonu yaratma trendine (mesela Bilbao'daki Gugenheim Müzesi) at gözlüklerini atarak bakmaları gerek...
Yunanlı başhakem Nikolaos Pitsilkas Efes'in, grup liderliği tacını değil ama resmen 18 sayıdan çevirdiği maçını çaldı. Efes Pilsen'in iki eksikli ve hatta Granger ile Kaya'nın da verimli olmadığını gördüğümüz bir gecede, grup birinciliğini garantilemiş olduğu bir durumda biraz da olsa gevşemiş olmasını düşünmek mümkündü.Ancak Efes Pilsen gerçekten çok 'cool' bir takım. Efes'in basketbolunu seyretmek soğuk temalı senfoniler bestecisi Sibelius'u dinlemek gibi. İnsanın baştan 18 sayı farkla geri düşerken tüyleri diken diken oluyor. Ancak elindeki malzemenin kalite ve kalibresini iyi okuyan Mahmuti'nin yerinde yaptığı savunma değişiklikleri ile oyunu çevirmesini gördükçe de hazdan doyuma ulaşıyor.Ender yükseliyorEfes yıldız oyuncusuz takım halinde yıldızlaşan bir ekip. Gerektiğinde vites değişiklikleri yaparak, çok gerilerden gelip oyunu kendi lehine çevirmesin bilebiliyor. Tabii bu arada son maçların yükselen değeri Ender in de büyük katkısı var Efes Pilsen'in direncinin yükselmesinde.Efes Pilsen bu direncini sürdürürse Barcelona, CSKA ve Maccabi de diğer gruplara gittiği için bundan sonrası için dörtlü gruplardan lider olarak çıkıp Final Dörtlü'yü oynayabilecek düzeyde basketbol oynadığını bu akşam bize ıspatladı.
Son çeyrekte 21 sayı atarak Ülker'i 14 sayı hezimetten Cibona karşısında başarıya taşıyan Naumoski için ülkeye geri döndüğü zaman "Ancak kendi emekliliğini kurtarır" demiştim. Sadece sportif başarıyı kastetmeyen, kapalı geçtiğim bu çok yönlü hoşnutsuzluğumun hâlâ arkasında duruyorum. İlerlemiş yaşma göre sahadaki performansı ile şimdilik beni tekzip eder gözüküyor Naumoski. Ancak kariyeri boyunca dolaştığı bütün takımlardan problemli ayrılmış Petsi, Basketbol Federasyonu'nun resmi internet sitesine verdiği açıkamalarla karakteri hakkındaki çokuluslu şüpheleri fena halde doğruluyor..."Son 2 yılda İtalya'da Naumoski'den resitaller sundum" diyerek lafa giren eylemsiz Makedon milletvekili, tarihin kapalı sayfalarını kendince aralıyor ve veriyor, veriştiriyor. Ona göre "Efes Pilsen o dönemde Avrupa Ligi'nde Final Four görememiş ise bunların en önemli sorumluları Aydın Örs ve Pano Natof'muş. Bu ikilinin taktik hataları ve yanlış yabancı oyuncu seçimleri, onun kazandırdığı Koraç Kupası'ndan sonra, Efes'i en büyük kupadan her defasında uzak tutmuş..."Aydın Örs kritik maçlarda kırılma noktalarında '4 numarayı oynayacaksınız' diyordu. Bu ne demek? Yani ben topu alacağım. Rakibe karşı bir anlamda bire beş oynuyorduk. Setin anlamı buydu. Bu nasıl bir set, anlamak mümkün değildi. Bu yüzden tek başına oynamak zorunda kalıyordum."Aydın Örs'ün teknik kapasite ve kalibresi için benim yıllardır anlattığımı birinci ağız söylüyor ve Örs ile rüya nesil 12 Dev Adam'a üç altın yıl kaybettiren federasyon bunu resmi sitesinde yayınlıyor... Bak şu Allah'ın işine.250 bin $ meselesiO zaman Efes Pilsen 2.Başkanı olan Pano Natof ise Naumoski'nin hakkı olan 250 bin dolan Tofaş final serisi öncesi vermemiş ve Efes ile film orada kopmuş... Bu alacak konusunun spekülasyonları çok çeşididir... Uluslararası mahkemesi hâlâ devam ediyor. Günahı boynuna, Naumoski'nin Tofaş serisinde ve Aris maçında dışarı attığı 4 topla bunu kompanse ettiğini bile söyleyenler olmuştu zamanında...Pano, Saint Joseph'li kibarlığıyla "Yaşlandıkça yozlaşan karakter yapısı ile Efes gibi kuralları olan bir kurumun kronikleşen çatışması son noktayı koydurdu" demekle yetiniyor....."Kariyerime Türkiye'de başladım. İnşallah burada da bitecek. Türkiye benim ikinci vatanım. Kendimi burada Makedonya'da gibi hissediyorum" diyen Naumoski tüm ayak oyunlarıyla kendisinden çok bahsettirecek gibi gözüküyor. Renk kattığı kesin... Ülker'in rengini karartmasın da...Yakın gelecekte, Siena'da Saporto Kupası'nı kazandığı/kazandırttığı Ataman ve ikinci baharına yol veren Lütfi Arıboğan için bakalım neler söyleyecek?2010'da kim ne alacak?Tam 7 ülke, 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası ev sahipliği için başvurdu. Bu ülkeler Türkiye, Fransa, İtalya, Rusya, Sırbistan-Karadağ, Avusturya ve Porto Riko. 2002 Dünya Sampiyonası'nın Amerika'da yapılması, 2006'nın Japonya'da yapılacak olması kıtasal dengeler açısından Avrupa ülkelerinin şansını arttıran bir faktör gibi gözüküyor... 1999 Avrupa Şampiyonası'nı başarıyla organize etmiş olan Fransa'nın adı çok telaffuz ediliyorsa da, biz de 2001'i başarıyla organize ettik ve o gün bugündür Avrupa'da büyüyen basketbol trendine sırtımızı dönerek ULEB'i tanımadan, ona hasmane bir tavır içerisinde, bu şampiyonayı verecek FIBA'nın dümen suyundan ayrılmıyoruz değil mi? Sayın ilgililer... Alacağız değil mi 2010'u? Yoksa yine...
Olur da bu kadarı olmaz... Basketbolümüzün maalesef sorumlu yerlerinden birini işgal eden -milli takım menajeri- eş zamanlı köşe yazarı geçenlerde işkembe-i kübradan keşif yapmış "FİBA ve ULEB arasındaki menfaat çatışmasının ardında Amerikan basketbolü yatıyormuş." Günaydın...Uyan babaya hoş geldiniz... Teşhisi retarde doğru da, tedavi önerisi gabice ve bizim basketbolün kimlerin elinde nasıl perişan edilegeldiğini çok güzel açıklıyor... Şahıs, FIBA'nın artık son kullanım tarihini doldurduğunun farkında değil. Hâlâ 'ULEB (Avrupa Kulüpler Bitliği) ile FİBA birleşsin'leri sayıklıyor.Avrupa'da profesyonel basketbol ULEB tarafından Euroleague bünyesinde uygulanıyor ve her geçen gün güçlenerek çığ gibi büyüyor. FİBA güdük kupalarla direnmeye çalışıyorsa da elinde sadece, Olimpik yapısı nedeniyle, ulusal takımların şampiyona organizasyonları kaldı. Yeniden birleşmeyi aklından geçiren her halde sadece ilgili şahıs kalmışta. Amerikan basketbolü etkisine gelince, eşyanın tabiatı gereği, profesyonel basketbolün doğru modeli NBA olduğu için, Euroleague'in yasayabilmek için NBA'i model alması da doğaldır. İnsan bu kadar mı dünyadan bihaber olur... Olur da basketbolümüzün sorumlu yerleri bu kara cahillere nasıl bırakılır...Bir günlük beylik mi?Efes'in önlenemez yükselişini Olimpiyakos maçında izlerken (tahtalara vuralım ki nazar değmesin) iki ay evvel "Yorumculuk kıvırtmadan öndeğerlendirme yapabilmektir" demiş ve Efes Pilsen bu yıl Final Four'a gidecek gibi raconu kesmiş olmanın tadına doyulmaz hazzını yaşadım. Grupta 9-2'lik mükemmel bir performans yakalamış vaziyette Efes. Top 16'da görece zayıf rakiplerle eşleşme şansı da cabası. Hem de eksiklerle, sakatlarla, şansızlıklarla ve de en önemlisi sınırlı kapasiteli bir kadroyla. 1'den 5'e pozisyonlarının en'leri yok Efes'de. Hatta pozisyon özürlerinin oluştuğuna bile çok rasladık. Kerem, Ender ve Langdon triosunun en güvenilir, rakibe skor tehdidi oluşturur, içeriyi en iyi besler olmadığında hemfikirizdir sanırım. Dış skor yükü taşıyıcısı Granger'ın iyi savunmalar karşısında stranger olduğu çok maç oldu. Alper ve Ömer iyi bankdan gelenler tamam da yıllardır kategorileri atlayamadılar. Kendini aşmayı başaranlar Nikoliç, Kaya ve tabii ki en iyi Abdurrahman Çelebi Ermal..Takım kimyası tarifim başarının anahtarına yaklaştırıyor bizi; kenar yönetim ve koçluk becerisi... Bu sınırlı becerili takımı hamur edip ondan acayip uzunları olmamasına, olanların da bir türlü bir arada oynayamamasına rağmen sert ve kombine savunmayla (62.3 sayı maç başına) kendi pota altına hakim olarak dönen toplan ribaunta çevirip fast break atan, ortalama 70.8 sayı üreten bir takım yaratan Oktay Mahmudi, en olgun ve başarıyla dolgun sezonunu yaşıyor. Şapka çıkarılır.Evinde yenildiği ünlü Messina'nın ve diğer önemli koçların taktiklerini kontur taktikler ve oyun içi uyarlamalarla tek tek aşıyor, bileklerini büküyor. Winning Coach -kazanmayı bilen- olma üst basamaklarına tırmanıyor Oktay. Rüzgârı bol olsun...
En doğru sözü maçtan önce Olympiakos Koçu Sakota söyledi: "İstatistikler ve tarihle basketbol maçı kazanılmaz." Komşunun ünlü takımı İstanbul'da dün akşam Efes Pilsen'in karşısına 5-0'lık bir tarihsel puan desteği ile çıktı. Peki ne oldu? Tam anlamıyla "Papaz her zaman pilav yemez" oldu.Onlar Diamantopoulos ve Wolkowysky, biz ise Kaya ve Prkaçin gibi önemli oyunculardan yoksun başladık maça. Grup liderliğine bileğinin ve akıllı basketbolunun hakkıyla oturmuş Efes, maça istediği gibi başlayamadı. Ritmini bulamayınca Olympiakos'un veteranları Gorenç. Harissis ve Bagariç'in etkili oyunlarıyla zorlanan Efes 3. periyodun ortasına kadar evsahibi üstünlüğünü bir türlü sağlayamadı. Bütün ribauntların yandan fazlasını Olympiakos alırken, Bagariç potaları domine ediyordu. Zaten maçın kırılma noktası da Bagariç'in sakatlanarak kenara alınması üzerine meydanın dün bütün zamanlarının en iyi basketbolünü oynayan Ermal'a kalmasıydı. Ermal 26 sayıya ulaşırken attığı kadar kaçırdıysa da gününde olmayan Nikoliç'in esamesi okunmazken Efes'i galibiyete taşıdı. Sakota'nın haklı olduğu bir diğer konu da koç Mahmuti'nin şansının da yardımıyla giderek ustalaştığı. 9-2 ile liderliği pekiştiren Efes, dün bana "yorumculuk kıvırtmadan ön değerlendirme yapabilmektir" demiş ve "Efes Pilsen Final Four'a gidecek gibi" raconunu kesmiş olmanın tadına doyulmaz hazzını yaşattı. Teşekkürler Efes.