Obama inanıyor, biz inanmayalım mı?

Haberin Devamı

ABD’nin son 3 yıl içindeki gizli diplomatik yazışmalarının da içinde olduğu on binlerce belgenin yayınlandığı Wikileaks skandalı ABD’nin tüm önleme çalışmalarına rağmen patladı ve 250 binden fazla belge arasında Türkiye’yle ilgili 7 bin belgenin olduğu anlaşıldı biliyorsunuz.

Böylece ABD’nin konrol altına almak, bu nedenle de siyasetini yakından izleyerek yönlendirmek istediği ülkelerin arasında Türkiye’nin de olduğu resmen belgelendi.

Hani artık “bizim iç işlerimiz onların üstüne vazife mi” benzeri çıkışlar yapma anlamsızlığına düşmeye gerek yok, üstlerine vazife gördükleri bir kez daha açıkça, reddedilemeyecek şekilde ortaya çıktı... Bu nedenle artık böyle tartışmalar yerine onlara bu imkanı tanıyan, her konuda sözlerinden çıkmayan, “bizi kullanın” filan diyen yönetimleri tartışmak lazım... Wikileaks belgelerinde Başbakan Erdoğan hakkında yer alan; ‘inatçı, mükemmelliyetçi, çevresini baskıcı şekilde yöneten’ benzeri yorumlar ABD’lilerin yorumları değil, ona yakın bir danışmanın verdiği bilgilere dayanıyor, onun için de doğruluğunu, yanlışlığını tartışmak gerekmez. Ama ABD’nin Erdoğan için “gizli bir hedefi olduğu ancak Türkiye’ye şeriat rejimi getirme olasılığının düşük olduğu” yorumu ve Genelkurmay ikinci Başkanı Ergin Saygun’un “27 Nisan bildirisini laik sistemi korumak için yaptık. Eğer çatışma isteseydik tankları sokaklara indirirdik” sözleri elbette tartışılacaktır.

Örneğin bu durumda Türkiye’nin ve Erdoğan’ın ABD’ye “içişlerimize karışma hakkını nereden buluyorsunuz?

Madem ki karışmaktasınız o zaman partilerinize bunu mu yapıyoruz” diye sorması, hem de bunu topluma açık şekilde yapması gerekir.

“TANK” SÖZÜ SORUŞTURULMALI!

Obama, Wikileaks belgelerinin bir kısmını açıkladığına, yorumladığına göre bu belgelerin varlığı tartışılamaz, o takdirde Erdoğan’ın da bunun aksini iddia etmek yerine kendisi ve hükümeti ile ilgili yorumları değerlendirmesi, özellikle “gizli hedef” konusunda hangi verilere dayandıklarının açıklamasını istemesi kaçınılmazdır. Ayrıca 27 Nisan e-muhtırası bugüne kadar Yaşar Büyükanıt “kimseye danışmadım, ben tek başıma yazdım” demesine rağmen iç da rejimini değiştirmekle ilgili gizli hedefleri olduğuna inandığınız bir yönetime neden ‘Anayasa Mahkemesi kararlarına müdahaleden referanduma kadar her konuda’ medyanız ve siyasetçilerinizle akıl veriyor, destekliyorsunuz? Bu çelişkiler sizin hangi çıkar umutlarınızdan kaynaklanıyor. Ayrıca Türkiye’nin ana muhalefet partisine ‘bir avuç gürültücü elitist’ benzeri çirkin bir tanım kullanmak ne demektir, biz sizin ve dış politikada, insanlara “ordu her an müdahaleye hazır” duygusu vermede fazlasıyla kullanılmıştı. Wikileaks belgelerindeki bu tank vs sözleri; insanların cezaevlerinde yıllardır “darbe iddialarıyla, imzasız ihbar mektuplarıyla” tutulduğu, orduya her gün yeni bir suçlamanın yöneltildiği bir dönemde Büyükanıt’ın ve Saygun’un kesinlikle sorgulanması gerektiğini gösteriyor. Ortada somut neden, hele de şimdi söz konusu cümleler varken bunun yapılmaması, ‘sadece istenmeyen bazı insanların cezalandırılması için’ o iddiaların kullanıldığını akla getirir ki bu da hukuka olan güvenin elde kalan kırıntılarını da tümüyle ortadan kaldırmaya yeter!

Özgürlük “eleştiriye açık olmak” ise bunlar ne?

Başbakan Erdoğan üniversite rektörleriyle yaptığı görüşme sırasında üniversite konularını konuşurken öğrencilerin yumurtalı protestoları ile ilgili fikirlerini de söylemiş. “Siyasetçilere yumurtalı gösteri yapmanın ifade özgürlüğü, demokratik özgürlük içinde kalmayacağını” anlatan sözlerinde haklıdır, her ne kadar demokratik Batı ülkelerinin çoğunda aynı yumurtalı saldırılara rastlanıyorsa da, bunu Türk öğrenciler bulmuş değillerse de konuyu çoğumuz aynı şekilde yazıyor, söylüyor, olmaması gerektiğini anlatıyoruz. Ama diğer sözlerini tartışabiliriz, zira kendisi de bu “tartışma” konusunda hemfikir olduğunu aynı konuşmada ifade etmiş. Bazı cümlelerini alalım;

“Kimse özgürlük ortamından istifade ederek bu hakkı başkalarını susturmak, konuşturmamak için kullanamaz”...

“Bilim sorgulamaktır. Teze karşı antitez üretmektir. Bilim ile statükonun yan yana bulunması bilimin özüne, gayesine aykırıdır”.

“Özgürlük ortamı eleştiriye açık olmaktır. Tartışmaya, sorgulamaya açık olmaktır”...

Hepsi de göze kulağa çok hoş gelen, doğruluğu tartışılamayacak sözler, konuşmayı kim hazırlamışsa bravo doğrusu ama gel gör ki pratikle hiç mi hiç uyuşmuyor.

Kurumlarının, hakimlerinin vatandaşlarının telefonunun dinlendiği, yaşam tarzlarının polis tarafından fotoğraf çekilerek bile fişlendiği Türkiye’de artık hiç kimse konuşabilecek, görüşlerini özgürce açıklayabilecek durumda değil. “Başkaları” ki bunlara sivil toplum kuruluşları, medyanın eleştiri görevini yapmaya çalışan kesimleri, bilim adamları, üniversiteler dahildir, susmadıkları konuştukları takdirde ya işlerini kaybediyor, ya “bertaraf edilme” gibi tehditlerle karşılaşıyor, ya da anında bertaraf ediliyorlar.

Bu durum açıkça ortadayken, eleştiren, tartışan, sorgulayan TV programları kaldırılır, gazeteciler işinden edilir, iş adamları ertesi gün maliyeci baskınlarıyla karşılaşırken, daha da ötesi “bir şekilde ‘darbe, terör vs ile ilişkilendirilerek aylar, yıllar boyu cezaevlerinde süründürülürken”, farklı görüşte olan partilere bile çeşitli etiketler yapıştırılırken bu sorgulama, antitez üretme, eleştiriye açık olma söylemlerine nasıl inanılabilir?

İşte Türkiye’nin bu dönemdeki en büyük sorunu bu zaten; demokrasinin, özgürlüğün konuşmalarda, ruh okşamada pek ustalıkla kullanılması ama gerçekte artık sadece “Meclis çoğunluğunu ele geçirmiş parti”ye ve onu destekleyenlere hak olarak görülmesi... Bu bağlamda; yaratılan korkulara ve baskılara gözlerini kapatarak “korkanlar gazetecilik yapmasın” gibi inciler dizen ama aynı zamanda liberal olduğunu iddia eden “taraf” gazetecilere de ayrıca ‘bravo’ diyorum. Yalnız, örneğin Ahmet Altan’ın şu soruyu da cevaplaması lazım; neden bugüne kadar hiçbir zaman, hiçbir iktidar döneminde (sadece Tansu Çiller benzerini denemişti ama vergi cezası, işten attırma gibi boyutlara ulaşamamıştı) medyada bu korkular ve bu tablolar ortaya çıkmadı?

Birkaç yıl önce Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir toplantıda Iraklı gazetecilerden orada medya mensuplarına verilen cezaları dinlemiş ve bizim ülkemizde bunların olmadığına sevinmiş, onlar adına da üzülmüştüm. Bu gün tıpatıp aynı durumdayız!

DİĞER YENİ YAZILAR