Müslüman toplumlarda kadın ve cinsellik

Pınar İlkkaracan'ın Fas ve Cezayir'den, İran'a, Nijerya'dan Arap ülkelerine kadar çok sayıda Müslüman ülkeyi inceleyerek yazdığı harika bir kitap bu

Haberin Devamı

Pınar İlkkaracan'ın Fas ve Cezayir'den, İran'a, Nijerya'dan Arap ülkelerine kadar çok sayıda Müslüman ülkeyi inceleyerek yazdığı harika bir kitap bu...

İslâm ülkelerinde geçici evlilik, kadına karşı şiddet, tecavüz olaylarında mağdurun nasıl yapayalnız, çaresiz ve suçlu konumunda bırakıldığı, kendileriyle ilgili her kararın (doğru-yanlış) başkaları tarafından verildiği olağanüstü bir çalışma sonucunda nefis bir akıcılıkla anlatılmış.

Türkiye'de de kafası karışık birçok insana yön gösterecek nitelikle bir eser "Müslüman toplumlarda kadın ve cinsellik"...

Bu toplumlarda kadınların içine düştüğü ikileme güzel bir örnek de Ayetullah Humeyni'nin torunu ve aynı zamanda İran Meclis Başkan Yardımcısı Rıza Hatemi'nin eşi Zehra Eşragi'nin dün Vatan'da çıkan sözleriydi.

"İnsanların çarşafa saygısı kalmadı. Onu gelenek olmaktan çıkararak zorla taktırılan bir simgeye dönüştürdüler. Baskı nedeniyle, istememe rağmen resim, müzik dersi alamadım" diyordu Eşragi. Bu konuşmaları ve düşünceleri nedeniyle "İslama saygısızlık yaptığı" söylenerek milletvekilliği adaylığı da reddedilmişti.

Kadına dini yolla baskı ve onu toplumdan, sanattan, çalışma yaşamından soyutlama çabalarının nerelere vardığını ve önceleri "gelinecek noktayı" fark etmeden susanların sonunda nasıl "her şeye rağmen" konuşma ve isyan durumuna geldiklerini aynı hataya düşenlere göstermesi açısından ne kadar yararlı sözler.

Başbakan Tayyip Erdoğan ise kısa süre önce Almanya'da iki gazeteye konuşurken "tam tersine bir baskı"dan söz ediyor ve türban konusunda önce;

"Türban siyasi simge değil, din buyurduğu için türban takıyorlar, baskı yapılmamalı" diyordu. Erdoğan hemen sonra da şunları söyledi:

"Almanya'da türban yasağı tartışmalarının şu anda sorun olarak gündeme getirilmesini anlamıyorum. Bu tartışma toplumu ikiye böler." Zehra Eşragi'nin içinde bulunduğu baskı hakkındaki sözleri ne kadar açıksa Başbakan Erdoğan'ınkiler o kadar karışık.

Yani neyi öneriyor sayın Başbakan?

"Türban dinle ilgilidir, özel alanlarda kullanılmalı, devlet sorunu haline getirilmemelidir"i mi?

Yoksa "Bu sorun örtbas edilmeli, konuşulmamalıdır"ı mı?

Anlamak zor. Keşke Alman gazetelerine olduğu gibi Türk gazetelerine de bir açıklama yapsa...
Daha net olarak!

Tanıtma fonu kimlere veriliyor?
Modacı Dilek Hanif 20 Ocak'ta Paris'te Haute Couture Moda Haftası'na katılacak, duymuşsunuzdur.

Christian Dior, Jean Paul Gautier, Valentino gibi dünya modasının dev isimleri arasında ilk kez bir Türk tasarımcının modelleri sergilenecek, önemli bir olay.

Anadolu motifleriyle hazırladığı, en güzel işlemelerle bir tablo gibi yarattığı 35 parçalık koleksiyonuyla Türk modası adına büyük bir sınav verecek olan Dilek Hanif önce Türkiye'den sponsor aramış. Diğer ülkelerde tekstil firmalarının, büyük moda kuruluşlarının hemen yardım eli uzatarak sponsor olduğu bir konuda bizde kimseden ses çıkmamış.

"Amerikan Express Londra'da firmalara sponsor oluyor ve o firmalar 'Biz artık para endişesi olmadan rahatça modellerimiz üzerinde çalışıyoruz' diyorlar. Biz ise yalnızız, tanıtım gayretlerimiz de kimsenin umurunda değil" diyen Hanif Türkiye'yi Tanıtma Fonu'ndan yararlanmak üzere Kültür Bakanlığı'na da başvurmuş. Bakanlıktan gelen soru şeklindeki
cevap ilginç doğrusu:

"Bize ne faydası olacak?"

Bu soruya ben cevap vereyim;

Süreyya Ayhan'ın kazandığı yarışların, Sertab Erener'in kazandığı Eurovision Şarkı Yarışması'nın, Türkiye'den diğer ülkelere giden sanat gruplarının ne faydası oluyorsa, bunun da öyle bir faydası olacak. Tam anlamıyla "Tanıtım Fonu" nun amacını içeren bir fayda: yani tanıtım.

Hem de öyle gerekli bir tanıtım ki sadece tekstil ürünleri için Türkiye'ye turist çekebilecek, kaliteyi göstererek ihracatımızı etkileyebilecek, kumaşından, fasonuna, aksesuarına kadar birçok sektöre yararı dokunabilecek bir tanıtım. Türkiye'nin modada da Avrupa'dan geri olmadığını ve hatta modanın zirvedeki isimleriyle yarıştığını anlatacak bir tanıtım.

Haydi bu defilede bir hata yapmış Kültür Bakanlığı, bari bundan sonrakilerde yapmasın; Temmuz ayında bir defile daha var.

Onca Turizm ve Kültür bürosuna, elemanına adı sanı duyulmayan faaliyetlere fon bulunuyor, çıkarılıyor da buna mı çıkarılmayacak?

Umut Çocukları Ajandası
Öyle güzel ajandalar yapılmaya başlandı ki Türkiye'de bu hızlı gelişmeleri görüp de hayran olmamak imkânsız!

Ne parlak buluşlar, ne özgün dizaynlar, ne kâğıt ve resim kalitesi... Pes yani...

Eksik olmasınlar beni hatırlayıp yeni yıl için gönderen kuruluşların hepsini ayn ayrı takdir (ve teşekkür) ediyorum.

İşte bayıldığım ajandalardan biri:

Umut Çocukları Derneği'nin hazırladığı 2004 ajandası. Her ayın başına fotoğraflar konmuş ve onlara şu soru sorulmuş:

"Bir eşya olsaydın, ne olmak isterdin?"

Bakın şimdi cevaplara:

- "Bir bisiklet olmak isterdim, bisikletim olmadığı için..."

- "Ben bir ev olmak isterdim. Depremzedelere ve sokaktaki çocuklara yuva olmak isterdim."

- "Bir pencere olmak isterdim. İnsanlar baktığında görmek istediklerini görsün diye."

- "Bir kitap, şiir kitabı olmak isterdim. İnsanların benim şiirlerimi okumaları için..."

- "Ben bir kurşun kalem olmak isterdim. Kitaplara yazılmak isterdim. Kuş, okul, ağaç resimleri olmak için."

- "Bir eşya değil, kuş olmak isterdim, gökyüzünde uçmak için."

- "Işık olmak isterdim. İnsanlar karanlıkta kalmasın diye."

- "Yapma bir çiçek olmak isterdim. Solmadığı için."

Söyler misiniz bundan daha güzel cevaplar olabilir mi? Bayıldım okurken ve sizinle paylaşmak istedim.

DİĞER YENİ YAZILAR