‘Muhafazakar’ tamam, ‘demokrat’ nerede?

Haberin Devamı

AKP’nin Kurucu Genel Sekreteri ve Başbakan eski Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır giderek tepkilerin arttığı “öğrenci evleri” konusunda “hiç kimsenin temel hak ve özgürlükleri kısıtlama” yetkisi olmadığını, bunun “düşünce açıklaması olmanın ötesinde bir baskı olduğunu” söylemiş.

Yalçınbayır açıklamasında “Biz AK Parti’yi ‘muhafazakar demokrat’ olarak kurmadık, kuruluşunda ve sonrasında hiçbir yazılı metinde muhafazakar demokrat olarak yazmaz. Muhafazakar demokrat derseniz, muhafazakarlığı bir baskı unsuru haline getirirsiniz” diyor ve bu konunun Abdüllatif Şener ile Tayyip Erdoğan arasında tartışma konusu olduğunu, Şener’in bu nedenle ayrılıp ayrı parti kurduğunu anlatıyor.

Şimdi tabii “muhafazakar” dediğinizde hem eski geleneklere sıkı sıkıya bağlı ve gelişmelere-değişime tümüyle kapalı insanları etkilemeniz, baskılara sebep olarak kullanmanız, inandırmanız ve bunun üzerinden çağdaş insan ve partileri kötülemeniz mümkündür, hem de “dindar” anlamında kullanarak din üzerinden etkilemeniz ve dini sahiplenmeniz mümkündür. Bunların hepsi yapılıyor da “demokrat” sözcüğü yapılanların neresinde yer alıyor o belli değil. ‘Muhafazakar-demokrat’ın ikinci kısmını “BASKININ OLMADIĞI” hangi kurum ve eylemlerden anlamalıyız mesela? Hatırlayabilen var mı?

Özgürlükler meselesi!

Yukarıdaki yazının devamı olarak Cumhurbaşkanı Gül’ün 10 Kasım Atatürk’ün “ölümsüzleşme tarihi”nde yaptığı konuşmadan bazı vurgulara dikkat çekmek mümkün..

“Türkiye Atatürk’ün hayalini gördüğü ülke olma yolundadır” ..

“Öncülük ettiği reformların ve özgürlüklerin önünü açmıştır..

“Demokrasinin ülkenin önüne bir ideal olarak konulması başlı başına tarihi adımlardır” diyor Cumhurbaşkanı.. Oysa artık Türkiye’de bırakın sokakta insanların baskı altına alınmasını, en temel insan hakkı olan “konut dokunulmazlığı, özel alan özgürlüğü” gibi konular bile devlet baskısıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Bunlara bile “Biz uygun görüyorsak kimseyi dinlemeyiz” diyerek dokunuluyorsa, dokunulacak ve insanlar evlerinde bile “komşuları tarafından gözetlenip, özel hayatları hakkında hesap vermek zorunda bırakılacak”sa, bunun yanında toplum keyfi şekilde “şunlar dindar, bunlar değil” diye bölünüp kutuplaştırılıyorsa ne özgürlükten, ne demokrasiden söz etmek artık mümkün değildir.

Tabii “bilirkişi raporları, avukatlar bile dinlenmeden verilen özel yetkili mahkeme kararları” ile insanların 15-20 yıl hapis cezalarına mahkum edildiği ülkede hukuktan da söz edilemeyeceği gibi.. Bu nedenle “Atatürk’ün özlemini çektiği ülke, reformlar ve özgürlükler, demokrasi ideali” gibi ideal tanımlar günümüze pek uymuyor. Küçük bir hatırlatma yapayım dedim.

‘Kemalist’ değil, ‘laik’ rejim!

Daha önce de yazdım, aynen bir yana sanki “devletin din ve inançlara karşı tarafsız olması, bir din-inanç ve mezhepten yana taraf olmaması”nın doğruluğuna inanan insanları” yani “Laikleri” diğer tarafa sanki onun karşıtı imiş gibi “Müslümanları” koymak yanlışı gibi bu.. Büyük bir yanlış.

“Kemalist dönemde devlet alanlarında başörtüsü yasağı” demek.. Kemalist dönem ne demek, “laik rejim”den söz ediliyor ve bu rejimde sadece “başörtüsü”ne devlet alanlarında kısıtlama var demek doğru değil, laiklik kamusal alanlarda; devlet okulları ve kurumlarında “tüm dini simge, kıyafet ve uygulamalar”ın olmaması gerektiğini söylüyor.. Örneğin AİH Komisyonu o nedenle Türkiye ile ilgili olarak “bir üniversitenin giyim konusunda düzenleme yaparak dini simge yasağı koymasını” dini inanç özgürlüğüne aykırı bir davranış saymamıştır.

Komisyonun kararı..

“Avrupa ve ABD’de üniversitede başörtüsü ile okunuyor” diyebilirsiniz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesinde din ve inançları açıklama özgürlüğünün sınırsız olmadığı belirtilmiş, AİH Komisyonu da kararını “özellikle ‘nüfusun büyük çoğunluğunun aynı din ve inançtan olduğu’ ülkelerde dini baskıların ortaya çıkmaması için laiklik kurallarının daha sıkı uygulanabileceği” gerekçesine dayandırmıştır.

Komisyon aynı kararda, “bir öğretim üyesinin kendi ibadet saatlerinde-çalışmaya mecbur edilmesinin AİH Sözleşmesi’nde öngörülen “din-inanç özgürlüğüne aykırı olmadığı”nı da belirtmiştir. Bugüne kadar hep yanlış anlatıldı, siyasi propaganda aracı yapıldığı için hiç değinilmedi, yazarların-akademisyenlerin çoğu da popülist kolaycılığa kaçarak göz ardı etmeyi tercih ettiler ama İnsan Hakları Sözleşmesi bu şekilde ve mesele “sadece başörtüsü veya namaz” değil, genel olarak “tüm dini kıyafet ve ibadetler” konusudur..

O nedenle de, kıtaları kapsayan insan hakları sözleşmeleri, komisyon kararları sadece bir ülkeye özgü olmadığı için “Kemalist dönemde kamusal alanda örtünme denirdi” benzeri vurgular doğru değildir.

Niyet kötü olunca..

Benim bazı yazılarımdan paragrafların kötü niyetle ve kasıtlı şekilde çıkarılarak “anlam değiştirtildiğine” rastlıyorum. Bugüne kadar sadece “laikliğin gerçek uygulaması” çizgisinde kaldım ve sadece “devlet alanlarında kısıtlama olmasını” İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde değerlendirdim. O cımbızla çekilen paragrafların devamında mutlaka bu açıklamalar yer almıştır, bunu da bilgilerinize sunuyorum!

DİĞER YENİ YAZILAR