Türkiye'nin Frank Sinatra'sı İbrahim Tatlıses yaşam savaşı veriyor...

Haberin Devamı

Ankara’nın ünlü “Baba”larından İnci Baba‘nın bir düğünüydü, onunla TRT’deki bir televizyon programı için kameramanımla editörümün röportaj yaptığı ilk buluşma...

Ünlü “Kabadayı”ların “Baba”ların sofrasında otururdu her zaman...

O dünyalarla, ilginç bir gönül bağı vardı bu belliydi tavırlarından...

Dünyayı bilmeyenler, hayatı tanımayanlar onu “ara sıra kadınları döven, kaba saba bir magazin figürü” olarak gördüler...

Onu 1996’nın 15 yıl önce tam bu günlerinde Hürriyet gazetesinin 9. katındaki SHOW TV’de Ateş Hattı programına çağırmıştım...

Gece 11’de başlayan program 01 gibi bitti...

Rahmetli Ufuk Güldemir‘in SHOW’a gelirken bana özel yaptırdığı camekan kaplı bir odam vardı...

Canlı yayının yapıldığı açık stüdyonun hemen çaprazında...

Yayından çıktık, on metreye yürüyüp odama geçtik...

Çalışma masasının üzerinde bir viski açtım;

-“Ben viski içmeyim” dedi...

-“Ne içersin dedim...”

-“Rakı içeyim” dedi...

O saatte rakı buldurduk bir yerlerden...

Sohbetin dibine vurduk...

Sohbet biter gibi olduğunda saat 6.30 olmuştu...

Gün ağırmıştı...

Delidolu, sert ve acımasız görünürken, gözyaşlarını sınırsızca akıtmaktan çekinmeyen, kadınları hep dövüyormuş gibi görünürken, aşkları için deli divane olan, her tür çapkınlığı yapar kadınları aldatırken, kadın intikamlarının acımasızlığında, acılar içinde öksüz haykırışlarda hüngür hüngür ağlayan bu adam bana hep Türkiye’nin Frank Sinatrası olarak geldi...

***


“Asla Özür Dilemeyen Bir Dago (İtalyan): Frank Sinatra” isimli çalışmasında Dilek Dallıağ, Kity Kelley‘in His Way (Onun Yolu) isimli kitabına referans yaparak şunları yazar Frank Sinatra için:

“Annesine düşkünlüğünden mafya ilişkilerine, kumarhane lisansı alış hikâyesinden Beyaz Saray’la olan ilişkisine, Başkan Kennedy‘yle tanıştırdığı kadınlardan, Elvis Presley‘ye duyduğu nefrete kadar, Sinatra’nın yaşamına ait her şeyin anlatıldığı kitap okuyucuya bilinenlerin dışında bir Sinatra portresi çiziyor.

***


Hezeyanlarla dolu karakterine, film ve müzik dünyasına adını yazdıracak kadar çok yönlü yetenekler sığdıran, fırtınalı aşklarıyla gazete baş sayfalarından inmek bilmeyen, her gün iki paket Camel sigarası tüttürecek, bir şişe Jack Daniel’s içecek kadar sağlığına boş vermiş, anne tarafından bütün yakın akrabaları Sicilyalı olduğundan mafya ile sıkı ilişkiler içinde olan...

Hatta onlar adına kuryelik yaparak, gangsterlerin ayağına kadar çantalarla para taşıyacak kadar vurdum duymaz olan...

Bir ağız dalaşıyla New York’un o dönem en büyük iş adamlarından birinin kafasına telefon vurarak kötürüm bırakacak kadar acımasız, hiç tanımadığı hasta çocukların tedavilerini, sakat gençlerin protez giderlerini karşılayacak kadar yufka yürekli biri... Hayatında hiç “özür dilerim,” “teşekkür ederim” demeyen bir nobranlık içinde olan, Kennedy, Johnson, Ronald Reagan gibi başkanların yatak odalarına girebilecek kadar Beyaz Saray’la içi içe birisi...

FBI kayıtlarında dünyada başka hiçbir sanatçının olmadığı kadar çok dosyası olan...

Hayatını kendine vakfetmiş en yakın dostlarını bir kalemde silip atabilecek kadar vefasız...

Çaptan düşmüş eski bir sahne arkadaşının programına, en zirvede olduğu dönemde hiç ücret almadan çıkacak kadar vefalı olan...

Bir toplantı sırasında ‘Amerikan müziğinin içine ettin’ diyerek Ahmet Ertegün‘e saldıracak kadar kavgacı...

Ava Gardner‘ı adeta bir köpek gibi çılgınca seven, Ava’nın bir hiddet anında parçaladığı bir resmini toplamaya çalışırken, iki gözü iki çeşme ağlayan... Bir türlü bulamadığı resmin bir parçasını bulan

pizzacı çocuğa 30.000 dolarlık saatini armağan edecek kadar tuhaf...

Ölürken son nefesinde “Kaybediyorum” diyecek kadar kaybetmeye alışık olmayan bir “Dago” (İtalyan): Frank Sinatra...

Hiç Bitmeyen Aşkı; Ava Gardner...

Frank Sinatra, dört evliliği ve hayatında geçip giden birçok kadın arasında birini iflah olmaz şekilde sevdi...

Evlenip ayrıldığı ve hiçbir zaman sahip olamadığını düşündüğü Ava Gardner, onun ilahıydı...

Sinatra’nın evinde, altında devamlı mum yanan dev bir Ava tablosu vardı...

Besteci Jule Styne’ın anlattığına göre Ava Gardner’ı adeta bir köpek gibi çılgınca seven Sinatra bir hiddet anında Ava Gardner’ın resmini paramparça ettikten sonra pişman olmuştu, parçaladığı bir resmini toplamaya çalışırken, iki gözü iki çeşme ağlayarak, bir türlü bulamadığı burun kısmını açtığı kapının rüzgarıyla uçurarak bulan pizzacı çocuğa 30.000 dolarlık saatini armağan etti...

***


Gençliğin çapkınlık anlatımlarındaki yorgunluk bilmeyen Eros, hiç kuşkusuz, bu iki kışkırtıcı (Don Juan ve Kazanova) ve aşkınlaştırılmış figüre özenmenin ürettiği öykülemelerdir. Ama bu tahayyül, bırakın ihtiyarlamayı, daha orta yaşlarda gerçekliğin içinde algılanır ve genellikle yıkıma uğrar: Bir olanaksızlıktır...

Ne var ki Don Juan ve Kazanova, aradan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen, hala erkeklerin ve hatta, feministlerin öfkelerine muhatap olacağımı bilerek söylüyorum; bazı kadınların da idolüdür...

Kadın zihniyetinin tarihini erkek zihniyetinin tarihinden koparmanın olanağı yoktur çünkü...

Tahakküm ilişkilerinin içinde olduğu kadar iletişim ve rıza ilişkilerinin içinde de oluşmuştur bu iki zihniyet biçimi...”

***


Bu satırları okurken ne kadar İbrahim Tatlıses buluyorsunuz, o kadar Frank Sinatra’dır Tatlıses...

My Way, Strangers In The Night veya Newyork Newyork...

Ya da Akdeniz Akşamları, Mavi Mavi veya Bebeğim...

Hayatı bilenler, dünyayı yeterince tanıyanlar Anadolu’nun Frank Sinatra’sını, züppece tavırlarla küçümsemezdiler...

Onu tanıdığım günlerden epey sonra sezmiştim, nota bilmeyen Sicilya kökenli bariton Sinatra’yla, “Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik” diyen tenor Tatlıses arasındaki muhteşem benzerliği...

Can savaşı veriyor şu anda kafasının arkasından girip alnından çıkmış kurşunun acısıyla...

Haberleri bırakmış, atv’de öylesine bir televizyon programı yapacaktım...

İbo Şov’u atv’de yaptığı günlerdi...

Alelacele beni programa canlı yayına çağırdı...

“Usta; bizim programın hemen arkasından bu kanalda televizyon programına başlayacak” diyordu...

Deli dolu haykırışlardan, ancak çok ince insanlarda varolabilecek duyarlılıklara sahip olacak geniş bir yelpazede vals yapıyordu...

Şimdi bu sıfatı onun için kullanmanın zamanıdır...

“Usta” can çekişiyor...

DİĞER YENİ YAZILAR