Liberaller AKP'nin emniyet sübabıdır...

Haberin Devamı

Günlerdir Ahmet Altan’ın Başbakan’ı ağır eleştirisiyle başlayan ve Başbakan’ın Altan’ı mahkemeye vermesiyle süren tartışmayı izliyor Türkiye...

Başbakan’a yakın kalemler, Ahmet Altan’ın yazısının eleştiri değil “hakaret” unsurları içerdiğini öne sürüp, “Bunlar eleştiri değil...” diyorlar...

Liberal yazarlar son olaylardan sonra AKP’ye belirgin bir mesafe koydular...

Ahmet İnsel’de, Mehmet Altan’da bu pozisyonlama açıkça görülüyor...

***


Üsluba değil içeriğe bakalım...

Ahmet Altan’la birlikte liberallerin söylediği, “Sekiz yıldır, Kürt açılımı, Alevi yaklaşımı, Ergenekon ve ordu içindeki darbe girişimlerine karşı açık mücadele” gösteren AKP’ye ne olduğu sorusudur...

Ahmet Altan “Bu büyük devrimci açılımları cesaretle yapan ‘adam’ seçimlerde MHP’yi baraj altına itebilmek için MHP’nin oylarına göz koydu... Kürt açılımını durdurdu...

Askeri harcamaların nereye gittiğini, halktan gizleyecek yasalar çıkardı... Politik söylemlerini özgürlükçü ve sivil platformdan, MHP tabanına şirin gözükecek milliyetçi noktalara kaydırdı... Dizilerden alkol tartışmalarına kadar sanal tartışmalar yaratmaya başladı...” diyor...

Altan’a göre, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na gidecek yolu bu uzlaşmalardan geçiyor...

***


Üslup bir yana, bugüne kadar AKP’nin politikalarına en güçlü desteği veren liberal kanadın, bugün AKP’yle arasında böylesine bir siyasi tartışmaya girmesi, toplum gözünde çok şeyi sorgulatır...

Liberaller iktidarı belirleyecek bir oy oranına sahip değiller...

Onların tavrıyla AKP’nin oylarında bir santim artış olmaz...

Liberaller toplumda çok fazla da sevilmezler...

AKP’nin ya da MHP’nin tabanındaki kitle, liberallerin gitmesiyle üzülmez, tersine “İyi oldu bunlardan kurtulduğumuz” diye sevinebilir...

Bu yönleriyle bir kayıp teşkil etmez Başbakan ya da AKP için, bu ittifakın çözülmesi...

***


Ancak liberaller AKP’nin emniyet sübabıdırlar...

“AKP’nin gizli bir gündemi var mı,” sorularını soran çevrelerde “bu ülkenin gidişi hayra değil” diyen kesimlerde ve “Türkiye bir İslam devleti mi olacak yoksa modern bir demokrasi mi” diye en derin merkezlerde en kapsamlı araştırmalar yapan Batı’lı çevrelerde, liberallerin tavrı hayati derecede önemli...

Onlar yalaka ya da dönek diye itibarsızlaştırılmaya çalışılsa da, tavırları, duruşları, hayat tarzlarıyla AKP’nin ittifakı duruşları, iktidar partisine büyük bir artı yazıyor...

AKP’nin gizli bir gündemi olmadığı liberallerle kurduğu ittifakın gerçeğinde ispatlanıyor...

Tayyip Erdoğan liberallerle “heykel ve üslup” meselesinden girdiği tartışmaya bu açıdan bakmalı...

Çok yakınındaki kalemlerin “Elbette ki siz haklısınız haşmetmeap” sözlerinden değil...

*****


ATMA BE BAŞKAN!..

Dünyanın en keyifli ülkelerinden biridir Yunanistan...

Oraya ilk gittiğimde, “bana çocukluğumda verilen öğretilerle ağır bir çatışma yaşamış, bir türlü orta yolu bulamaz” olmuştum...

Bana hep çalışmanın en yüksek değer olduğu öğretilmişti...

İşin kötüsü tembellik yaptığım zaman da, “çalışmanın, üretmenin ve yaratmanın insanoğlunun en yüksek değeri” olduğunu düşünmeye koşullanmıştım...

***


Atina’da Pazartesi öğleden sonraları çalışılmıyordu...


Nedenini sorduğumda “Pazartesi sendromu yaşamak istemediklerinden Pazartesi’yi hafif geçtiklerini” öğrendim...

Haftanın ilk çalışma günü saat 14.30-15 gibi her yer kapanıyor, Salı sabahına kadar açılmıyordu...

“Bu ülke nasıl böyle zengin” diye sorduğumu hatırlıyorum Amerikalı ve İngiliz gazeteci meslektaşlarıma...

“Avrupa Birliği’nin şarapçılık için, tarım için, turizm için, adalar için milyarlarca euroluk yardımları geliyor Yunanistan’a...” yanıtını almıştım...

***


Hayat tam anlamıyla dolce vita bir hayattı Yunanistan’da...

Gençtim, hayatta ve mesleğimde başarmak istediğim şeyler vardı...

Ben çalışmayı ve yaratmayı düşünürken, onlar dinlenmeyi, güneş altında plajlarda tavla oynamayı, tavernalarda muhabbeti ve keyif çatmayı düşünüyorlardı...

İçimdeki fırtınalarla, dışımdaki sefa ve keyif saltanatı arasında bocalayıp duruyordum...

Salı günleri çalışırlar, Çarşamba yine öğleden sonra tatil yaparlardı...

Cuma ise felaketti...

Saat 13 dedin mi bankalar kapanırdı...

***


Gazeteye sabah geçeceğim haberleri biran önce geçmeye bakar, arkasından koşturarak bankaya yetişmeye çalışırdım...

İki üç kez saat 13’te bankaya geldiğimde “kapalı” yanıtını aldım...

İçerde çalışanlar vardı...

“Bir girsem de para çeksem... Biliyorsun gazeteciyim...

Hafta sonu büronun paraya ihtiyacı olur... Yardımcı olun...” derdim, kimseler dinlemezdi...

Cebimde kalan parayla, olağanüstü bir olay olmamasına dua ederek kös kös evin yolunu tutardım...

Cuma öğlen 1’den, Pazartesi sabaha kadar, para çekeceğiniz hiçbir yer yoktu...

***


“Peki bu turistler ne yapıyor” derdim...

Bana Syntagma (Anayasa) Meydanı’ndaki bir döviz bozdurma ofisini gösterdiler...

O da akşam 17’ye kadar açıktı...

“Ya buradan çekerler, ya da havaalanına gidip orada bozdururlar, başka bir yerden para bozdurmak mümkün değil...” demişlerdi...

Rahatına düşkün, keyfini, eğlencesini hiçbir ahval ve şerait altında bozmayan, mümkün olduğunca az çalışıp, mümkün olduğunca fazla kaytarmayı düşünen bir Akdeniz ülkesiydi Yunanistan...

***


Aylık periyodik grevler vardı...

Zaten grevler esnasında bankalar hepten çalışmaz, çöpler dökülmez, havaalanları işlemez hatta gazeteler çıkmazdı...

Çok şaşırmıştım gazetelerin grevden dolayı çıkmamasına...

Türkiye’de o yıllarda Bayram günleri de gazetelerin çıkması tartışılıyordu...

Dün Yunan Cumhurbaşkanı Karolas Papulyas’ın “Bizi katleden Türklerden korunmak için bu kadar silah almasak IMF ve AB’ye 110 milyar euro borçlanmazdık” dediğini okuyunca bu görüntüler gözümün önünden geçti...

***


Papulyas’a gayr-ı ihtiyari “Atma be Başkan” dediğimi duydum...

Çok da sevdiğim halim selim, yumuşak bir adamdı Papulyas...

Ben oradayken o en civcivli günlerde Dışişleri Bakanı’ydı...

Her gün f-16’ların karşılıklı “it dalaşı” yaptığı yıllar boyunca, bir kez bile “sert ve karşı tarafı kırıcı” bir açıklama yapmamaya özen göstermişti...

Demek politika böyle bir şey...

Dolce vita hayatın sonunda 110 milyar euro borç takınca...

Ekonomi iflasa sürüklenince...

Aklına yine bildik bir numara geliyor eski toprak Yunan politikacı Papulyas’ın:

“Türkler’den korunmak için silahlanmasaydık, 110 milyar euro borç takmazdık...”

Quantum’da bir kural var...

“Başına bir felaket gelmesi, aslında kötü bir şey değildir...

Kendi, eksiklerini, zaaflarını sorgulatıp yeni bir hayata başlamanın dış itici gücü olarak görülür...”

***


Quantum’dan gidersek Yunanistan’ın ekonomik iflası aslında yepyeni bir başlangıcın ilk adımı olacak...

Ve fakat 81 yaşındaki Papulyas’ın 40 yıl öncesine tekabül eden tekerlemeleri Quantum’un bu kuralını işletmez...

Olsa olsa psikolojide “obsessif” dediğimiz takıntılı ruh haline tekabül eder...

Bu kadar atmasyon haliyle hatırlamak istemezdim Papulyas’ı...

DİĞER YENİ YAZILAR