Haberin Devamı
Uzun zamandır bu konuyu düşünüyor, fakat yanlış anlaşılır diye “sabrediyordum...”
Konu Fenerbahçe’nin evi, mabedi olan Şükrü Saracoğlu Stadı’dır...
Şükrü Saracoğlu, Fenerbahçe’ye büyük hizmetler vermiş bir Başkan olabilir...
Saracoğlu, 1934’ten 50’ye yani Cumhuriyet tarihinin, çok partili demokrasiye henüz geçmediğimiz, tek parti dönemi boyunca Fenerbahçe’ye Başkanlık yapmış bir Başkan...
Aynı Şükrü Saracoğlu 1943-46 yılları arasında yani İkinci Dünya Savaşı’nı da içine alan yıllarda Türkiye’nin Başbakanlığını yapıyor...
Zaten ne oluyorsa o yıllarda oluyor...
Geçen pazar Habertürk gazetesi tam iki sayfa, göz yaşartan bir haber röportaja yer veriyor...
Şükrü Saracoğlu’nun Başbakanlığı sırasında, Almanya’da Yahudilere yapılan uygulamalardan esinlenerek, Türkiye’de azınlıklara konulan Varlık Vergisi’ni masaya yatırıyor...
Durup dururken hangi kriterle konduğu belli olmayan Varlık Vergisi sonucu birçok insan Aşkale’ye sürülüyor...
Maalesef bu ülkenin ve Cumhuriyet’in tarihinde utanç duyacağımız noktalardan biri Varlık Vergisi ve mağdur olan insanların dramı...
Ayrımcılığın, insanları göçe zorlamanın, ödemezlerse zorla berbat koşullarda çalıştırmanın zeminiydi Varlık Vergisi...
Bu vergiyi çıkartan kişi dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu’dur...
Yaşadığımız dünya insan haklarının kutsallığının, bireyin yaşam özgürlüklerinin sonuna kadar savunulduğunun, din, dil, ırk, cinsiyet ayrımlarının tarihe karışmaya doğru gittiği bir dünya...
Bu dünyanın değerleri içinde “Varlık Vergisi” bizlerin geçmişe yönelik ayrımcılıktan ve mağdur ettiği insanlardan dolayı utandığımız bir uygulama...
Böyle bir uygulamayı yapan Başbakan’ın adının, Türkiye’nin en güzide kulüplerinden biri olan, en güçlü sivil toplum kuruluşlarının başında gelen Fenerbahçe’nin “mahşeri kalabalığının toplandığı mabedinin” isim babası olması günahtır...
Bu günah hiçbir suçu ve günahı olmamasına karşın ucu Fenerbahçe’ye dayanan bir günah...
Fenerbahçe’nin tarihinde nice büyük futbolcular, başkanlar, teknik adamlar, hem futbolcu hem başkan olan efsanevi isimler var...
Faşizmin dünyayı kasıp kavurduğu İkinci Dünya Savaşı yıllarında, o faşizmden esenlenmiş politikaların mimarı bir Başbakan’ın ismi Fenerbahçe’nin stadından uzaklaşmalıdır...
Bu önerim birkaç yıl önce, “Beşiktaş İnönü Stadı’nın isminden İnönü adı çıkartılsın, Beşiktaşlı efsanevi bir kişiliğin adı stada konsun” önerisinden farklı...
İnönü’nün adına siyasi nedenlerle değil, Beşiktaşlı olmaması, Beşiktaş için özel bir anlam ifade etmemesi nedeniyle karşı çıktım...
Oysa Şükrü Saracoğlu’na, geçmişte Başbakan olarak yaptıkları uygulamaların yarattığı şaibeler nedeniyle karşı çıkıyorum...
Bu şaibeleri Fenerbahçe stadında kendi isminin yanında taşımamalı...
Şükrü Saracoğlu’nun 16.5 yıllık Fenerbahçe’ye Başkan olması “bir utanç değil...”
Fakat Fenerbahçe’nin tarihinde stadına ismi konacak kişi; “Almanya’nın Hitler dönemindeki uygulamalarından esinlenmiş politikaların mimarı bir Başbakan değil, çok daha efsanevi bir Fenerbahçelinin ismi olmalı...”
Bu durum siyasi tarihi iyi bilen Fenerbahçeliler tarafından ele alınmalı...
Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu isminin geçmiş siyasi günahlarını hak etmiyor...
“NE YEMEK YAPIYOR, NE BULAŞIK YIKIYOR HAKİM BEY!..”
İki farklı hakimin “koca dayağına verilecek cezaların kadın şikayetine bağlı olup olmaması”nı tartışırken söylediği sözler, katıla katıla güldürüyor beni...
Şöyle diyor hakimlerden biri:
“Eşini döven kocaya ceza verip erteledik...
‘5 yıl içinde yine döversen iki cezayı birlikte çekersin...’ dedik...
Bir ay geçti üzerinden adam geldi bize aynen şunu dedi:
‘İplerimi karımın eline verdiniz.. Ne yemek yapıyor... Ne bulaşık yıkıyor... Canıma tak etti...
Haddini bildirirsem, cezamı kışa denk getirebilir misiniz?..’
İşte böyle... Şimdi nasıl çıkartacağız yasayı?..”
İkinci hakim ise olayın başka bir bam teline basıyor...
“Kadının duygusal zekası çok yüksektir... Eğer isterse her erkeği alt edebilir... Bu konuda ısrarla erkeklerin tek suçluymuş gibi gösterilmelerini adil bulmuyorum... Meslekteki uzun yıllar bana bunu öğretti...”
Kadının “duygusal zekasıyla” hiçbir erkeğin baş edemeyeceğini geçen hafta Vatan Pazar ekinde anlatmaya çalışmıştım...
Görüyorum ki hakimler arasında mesleki tecrübe bu görüşe yaklaştırıyor bazılarını...
Doğru söylüyorlar...
Bir kadın erkekle birebir başabaş bir durumdaysa, kadın erkekle; kedinin fareyle oynadığı gibi oynar...
Kadının erkekle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayamamasının sadece iki hali var...
Birincisi “kadının erkek için fazlaca bir şey ifade etmediği haller... Erkek bu durumda kayıtsız kalır ve ancak o zaman kadın çok etkili bir sonuca ulaşamayabilir...”
Bu karı koca ilişkilerinde geçerli olmaz...
Çünkü erkek kadınla evlendiğine göre, zaten kadın erkek için “fazlaca bir anlam teşkil etmiş” demektir...
Ortada bir evliliğin olduğu, çocukların ve mal dağılımının bulunduğu bir ortamda, “erkeğin kadını takmaması diye bir şey zaten söz konusu olamaz...”
Dolayısıyla hakimlerin dediği doğru, kadın isterse duygusal zekasının üstünlüğüyle erkeği istediği şekle sokabilir...
Erkeğin kadına karşı nispi bir güç kazandığı ikinci durum ise bir başka kadının varlığıdır...
Ancak böyle durumda kadın kolay kolay kocasıyla başa çıkamaz...
Aslında başa çıkamadığı erkek değil, öteki kadındır...
Duygusal zekasında dişinin geçmediği kişi erkek değil, bir başka kadındır...
Sadece bu durumda kadın erkeğine karşı pozisyon kaybeder...
Akıllı olan kadınlar böyle durumlarda da, erkeğinin zaaflarını iyi bilerek öteki kadına karşı iplerini ele alıp savaşı kazanırlar...
Ne ki bu durumlar konumuz dışı konular...
Bu durumlarda iki kadının savaşı söz konusu, kadınla erkeğin değil...
Kadın duygusal olarak erkekten kat be kat üstündür... Erkek çaresizdir ve bulduğu tek çare barbarca şiddet göstermektir...
Aczi, çaresizliği ve beyinsel olarak gelişmemişliği kendisini bu zavallı duruma sürükler...
“İplerimi karımın eline verdiniz... Ne yemek yapıyor... Ne bulaşık yıkıyor... Canıma tak etti... Haddini bildirsem cezamı kışa denk getirebilir misiniz?..”
Erkeğin söyledikleri yüzde yüz bütün gerçeği yansıtıyor ne yazık ki...
Gerçekten kadın ipleri eline aldı mı, erkeğe yönelik geçmiş bir tepkisi söz konusuysa muhatabının burnundan fitil fitil getirir mazide yaptıklarını...
Kadın unutmaz, unutmadığı için kendisine yapılanları da unutturmaz...
Hakim arkadaşların hata ettikleri yer şuradadır:
Kadın gerçekten bunları yapar...
Gerçekten durum bir erkek için çekilmez hale gelebilir...
Burada yapılacak olan yasalarla, erkeğe ayrıcalık tanımak ve kanunları erkeğin arkasına dayayarak erkeği eşitlemeye çalışmak değil, “erkeği evrensel gelişim için zorlamaktır...”
Erkeğin evrensel gelişimi ancak kadının duygusal zeka düzeyine erişmekle mümkün olur...
Erkek barbarca şiddet duyguları yerine, duygusal zekası ve oyun gücüyle, sorunun üstesinde gelebiliyorsa, çözüme yelken açılır...
Tam da bu noktada hakim arkadaş, kendisinden yardım isteyen erkek vatandaşa şöyle demeliydi:
“Karına dayak atmadan kendini korumasını becermelisin...
Evliliğini şiddet uygulamadan kurtarmasını öğrenmelisin...
Ya da medenice ayrılmasını bilmelisin...
Başkaca yolun yok...”
Hakim arkadaş böyle yaparsa erkek kurtulabilir...
Yasaları erkekten yana çıkartmak ve şiddeti mazur göstermek, bir zamanlar “koruma duvarlarıyla ithalatı durdurulan ve sadece yerli malı tapon ürünlerle hayatı sürdürmeye çalışan Türk ekonomisine benzer...”
Erkek kadının kendisinden kat be kat üstün olan duygusal zekasıyla baş etmesini öğrenecek...
Dayak atmadan, şiddete başvurmadan...
Ya öğrenecek...
Ya da öğrenemeyenler yok olup gidecekler...
Mesele bu kadar basittir...
İyi pazarlar...