Derya Tuna'ya söyleyeceklerim var!...

Haberin Devamı

İbrahim Tatlıses, Ayşegül Yıldız’la evlenince, tahmin ettiğim gibi patırtı koptu...

Oğlu İdo, annesi Derya Tuna, diğer oğlu Ahmet Tatlı, kızı Melek Zübeyde herkes “baba”nın evliliği ile ilgili bir şeyler söylüyor...

Bu olayda, Ahmet Tatlı’yı annesi Adalet Durak’ı, Melek Zübeyde’yi, annesi Perihan Savaş’ı tebrik ediyorum...

İdo’ya bir şey söyleme hakkına sahip değilim...

O İbrahim Tatlıses’in öz be öz oğlu...

İsterse kızar, isterse küser, isterse tepki koyar...

Ne isterse yapar...

Bu babayla oğul arasındaki ilişki...

***


Ancak;

Boşanmış erkekler bilirler ki;

Boşandıktan sonra annede kalan çocuk, anne tarafından bir miktar “işlenir...”

En azından yaşanmış olaylar annenin gözüyle çocuğa verilir...

Dikkat edin...

Boşanmış ailelerin önemli bir kesiminde “ayrılan babayla çocuklar arasındaki ilşikiler biraz kopuktur...”

Önceleri bunu babaların çocuklarına yönelik sorumsuzluğuna verirdim...

Sonra hayat bana bunun tam doğru olmadığını gösterdi...

O babalar daha sonra bir başka kadınla evlendiklerinde ve çocuk yaptıklarında, yeni çocuklarıyla gayet yakın bir ilişki içinde oluyorlardı...

Ortada izahı güç bir çelişki vardı...

Aynı adam niye bir önceki eşinden olan çocuğuyla “bir miktar kopuyor”, buna karşın, yeni eşinden olan çocuklarıyla aynı evde mutlu mesut yaşıyordu...

***


Baba çocuklarına karşı sorumsuzsa, yeni evliliğinden olan çocuklarına da sorumsuz davranırdı...

Onlara karşı sorumlu, eski eşinden olan çocuklarına karşı ise sorumsuz davranması izahı güç bir dilemmaydı...

Anneler böyle durumlarda kendi sevdikleri izah tarzını söylüyorlardı:

“Çok sorumsuz çıktı... Hiç kızıyla oğluyla ilgilenmiyor... Sormuyor bile...”

Yıllar önce SHOW’da ve STAR’da yaptığım “Reha Muhtar’a İtiraf” programında, bu vakalar karşıma çıktığında hep babalara yüklenir şu soruyu sorardım:

“Anneyle bu işin ne ilgisi var?.. Çocuk sizin çocuğunuz değil mi?.. Niye bir önceki evliliğinizdeki çocuklarınızla ilgilenmiyorsunuz?..”

Babalar genelde doğru düzgün cevaplar veremez, kem küm ederlerdi...

Ben de kem küm etmelerini suçlu olmalarına bağlar, bir miktar daha abanırdım üzerlerine...

***


Şimdi biraz daha “derin” düşünüyorum bu konuda...

Ayrılık sonrası genelde annede kalan çocuklar, “hem ayrılık sürecini, hem de yeni yaşanan düzeni annenin gözünden, annenin tercümesi ve okumasıyla” algılıyorlar...

Ne kadar inkar etse de, anne kendi haklı bazen de haksız tepkilerini, eski kocasına, çocuğunun babasına karşı bir türlü seslendiriyor...

İstese de istemese de babaya karşı çocukta bir bilinç oluşturuyor...

Ayrılık sonrası, “bu özeni fazlasıyla göstermeyen annelerin çocukları babayla aralarına görünmeyen bir duygusal mesafe koyuyorlar...”

Bu duygusal mesafe, babayı iyice uzağa öteliyor...

Baba, kendi çocuğunun bir iki ironik sözünden, ters davranışından ya da vücut dilinden rahatsız olup, “Benim çocuğum bana nasıl böyle davranır” diye, hayatla hesaplaşmaya giriyor...

Bu hesaplaşmanın sonu genelde istenmeden kendi öz çocuğundan uzaklaşmayla sona eriyor...

Bu uzaklaşmadan da en çok anneler muzdarip oluyor...

“Baba niye çocuğundan uzaklaştı” diye eski kocayı suçluyor...

***


İbrahim Tatlıses’in evliliğine gelecek olursak...

İdo’nun basasıyla ilgili duygularına, daha önce de söyledim söz söylemek bana düşmez...

Fakat ne ilginç bir tesadüftür ki, annesi Derya Tuna da bu evlilik hakkında “saklamaya çalıştığı bir öfkeyle” konuşmuş...

Hayat İdo‘nun tepkisinin altında anne tepkisinin olduğunu söylüyor...

Ne kadar tersini iddia etseler de...

Dedim ya İdo‘ya bir şey söyleyemem...

Baba onun öz babası...

İdo, Tatlıses’in öz oğlu...

Derya Tuna’ya ise şunu söyleyebilirim:

Ahmet Tatlı, Melek Zübeyde ve annelerinin tavrı senden daha olgun...

Bir baba, kurşun yemiş ve sol tarafına felç inmiş halde 59 yaşında hayatının sonbaharında evlenirken küçük oğlundan mahrum kalması günahtır...

İdo sonuçta babasının 12 yıldır beraber olduğu bir kadınla evliliğine niye tepki duyuyor?..

“Oğlu olmaktan mı alıkonacak?..”

O tepki gerçekte İdo‘nun değil, Derya Tuna’nın tepkisidir...

İdo’nun bünyesinde vücut buluyor...

*****


EĞER AVRUPA’YA VİZENİN KALKTIĞINI GÖRÜRSEM...

Ben Ertuğrul Özkök gibi nehir kenarında oturup beklemiyorum, düşmanlarımın cesetlerinin önümden geçmesini...

Öyle fantazyalarım yok benim...

Öyle fantazyalarım olmadığı ve kimsenin cesedinin önümden nehirde yüzerek geçmesini beklemediğimden, hayatımın her noktasında “ilahi adaletin tecelli ettiğini” görüyorum ve yaşıyorum...

Kimsenin ölmesine gerek yok, ilahi adalet tecelli ediyor ve ben bu yıllar sonra gelen ilahi tesadüflerden, çok ilginç bulgular çıkarıyorum...

***


Geçmişte eğer haksızlık yaşamışsam, o haksızlıklar mutlaka ortaya çıkıyor ve ben hiç hesapta yokken, durup dururken aklanıyorum...

Hiçbir çaba harcamıyorum bunun için...

Nehir kenarında ölüm ve ceset beklemek gibi, fantazyalarım da yok...

Evren sürprizli bir oyuncak gibi, bana haklı ve haksız olduğum konularda, hayatın bedelini ve mükafatını veriyor...

***


Bir konu var çok merak ettiğim...

Bu ahir ömrümde, Türk vatandaşlarının Avrupa Birliği ülkelerine “vizesiz giriş yapabileceklerini” görebilecek miyim acaba?..

Bu sorunun cevabı kendi Quantum’umda çok önemli...

O vize yıllarca bizi Avrupa insanının karşısında hiç haketmediğimiz halde ikinci sınıf vatandaş yerine koydurtmuştu...

Havaalanı girişlerinde beklediğimiz pasaport kuyrukları değil, maruz kaldığımız haksız muamele, onurumuzu ve gururumuzu zedelemişti...

Çok merak ediyorum...

Bu hayat bana, bu ahir ömrün içinde, o yıllar boyu süren haksızlığın tuzla buz olduğunu görmeme olanak sağlayacak mı?..

Egemen Bağış, ilk kez Avrupalılar Türk vatandaşlarına uygulanan vizenin muafiyetini ağızlarına aldılar ve bu konuyu resmi müzakere meselesi yaptılar diyor...

Günlerdir süren müzakerelerde bazı meslek gruplarına vize muafiyeti getirilmesi düşünülmeye başlanıyor...

Bazı meslekler falan değil arkadaş...

Türk vatandaşların bütününe...

Görebilecek miyim acaba vize muafiyetini şu ahir ömrümde?..

*****


TATLISES’İN BOYASIZ SAÇLARI...

Saddam Hüseyin’in briyantinli siyah parlak saçlarıyla, beyaz dişlerini göstere göstere gülümsemesi, “küstah ve snob” bir tavır olarak görünürdü gözüme...

Ne zaman ki adamı, yerin altında bir delikte saklanmış yakaladılar...

Hapse attılar...

Hapiste savunmasını hazırlarken, kır saçları, kır sakalı ile yepyeni bir imaj yaptı...

O zaman, yıllardır kendime çok uzak bulduğum Saddam Hüseyin’in “tasavvufi bilgeliğinde” bir hikmet sual eyledim...

Açık konuşayım...

Saddam Hüseyin’in kır saçlı kır sakallı hapisteki haliyle, siyah briyantinli parlak saçlı Dicle nehrinde, sırıtarak yüzerkenki fotoğrafı arasında dağlar kadar fark vardı ve o dağlar kadar fark, hapisteki Saddam’dan yana bir farktı...

***


Elbette İbrahim Tatlıses’in boyandığı belli gür siyah saçlarının yarattığı intiba Saddam‘ın etkisini yaratmıyordu...

Yine de “Saçlarını boyatıyor” yollu eleştirilere, “hayır boyatmıyorum” şeklindeki cevapları hoşa gitmiyor çiğ kaçıyordu...

Saldırıdan sonra İbrahim Tatlıses’in saçlarının ve sakalının gerçek gri ve beyaz tonun hakim olduğu rengiyle müşerref olduk...

Belki sahnede yarattığı “hoplayan zıplayan 59 yaşındaki yaşlanmayan erkek” havası yok bu saç ve sakalda...

Tartışmasız ameliyatın da etkisiyle “yaşını” gösteriyor artık İbrahim Tatlıses...

Ve fakat gerçek ve sahici olan bu haliyle güzel İbrahim Tatlıses...

Çünkü bu haliyle saldırılara açık sıcak ve sevecen bir insan...

Bu haliyle yaptığı evlilik “gerçek ve sahici bir evlilik...”

Bu fotoğrafındaki dostları gerçek dostları...

Riyasız ve sahte olmayan bir fotoğraf İbrahim Tatlıses’in çevresindekileri gösteren fotoğraf...

Emin olabilir ki;

Öteki resim daha “erkek” gibi görünse de...

Bu daha “çekici”dir...

DİĞER YENİ YAZILAR