'Benim en iyi dostum içkim sigaram... Onlar da terkederdi olmasa param...'

Haberin Devamı

“Benim en iyi dostum içkim sigaram...

Onlar da terkederdi olmasa param...

Canım kadar yakınım el oldu şimdi...

Dünyada dost denilen kelime yalan...”

16 yaşındaydım bu parçayı ilk dinlediğimde Tanju Okan‘ın sesinden...

Boğuk ve romantik bir sesi vardı Tanju Okan‘ın...

Kederli ve vakur bir duruşu...

Kolej’de aşık olduğum lise ikinci sınıf günlerimin parçası “kadınım” şarkısını söylerken vurulmuştum Tanju Okan‘a...

O sıralarda çıkarttığı “Benim en iyi dostum içkim sigaram... Onlar da terkederdi olmasa param...” sözleriyle başlayan 45’liğin buruk melodisi, ilk gençlik günlerimin hafızasına uzun zaman çıkmayacak şekilde işlenmişti...

Sahnede sigara da içerdi, içki de içerdi Tanju Okan...

Tekneyi ve denizi severdi...

Yıllar sonra ben Show Haber’in başındayken, Tanju Okan’ın teknesinde kalp krizi geçirip öldüğünü söylediler bana...

Tek dostum dediği içkiyi bırakmıştı bir süre önce...

Çay içiyordu...

Sigarayı da bırakmış mıydı tam hatırlamıyorum...

Ancak yaşlılığı yaşayamadan, teknesinin ve denizin keyfini çıkaramadan, öldü gitti Tanju Okan...

Ne kadar büyük bir çaba harcamıştım, iyi bir haber yapılsın arkasından diye...

Röportajlar yaptırmış, müziklerini buldurmuş, özel montajlar yaptırmaya çalışmıştım bu gençlik starım için...

***


Geçen hafta Ayşe Nazlı‘yla konuşurken, hayatım boyunca beni ipe sapa gelmez bir şekilde etkileyen o “uğursuz” klişeyi söyleyiverdi birden...

“Baba, sağlıklı olan şeyler lezzetsiz... Güzel olan şeyler ise hep sağlıksız oluyor...”

11 yaşındaki kızımı da, babasından kırk yıl sonra aynı klişeler etkilemeye başlamıştı...

Oysa “sağlıklı şeylerin lezzetsiz olduğu gerçek değildi ki...”

“Hiç ilgisi yok Ayşe Nazlı...” dedim, “Bizim yediğimiz ve sevdiğimiz yiyecekleri, alışkanlıklarımız belirliyor... Bir şeyi birkaç kere iyi ortamlarda yersen seversin... Hem damağın alıştığından, hem de tat sende hafif bağımlılık yaptığından...”

“Öyle değil baba” diye itiraz edecek oldu...

Ona gülümsedim;

“Ben de senin gibiydim” dedim, “Neden sevdiğim şeyler sağlıksız diye sorar dururdum... Oysa yıllar geçince, sevdiğim şeylerin aslında onu tüketen kişileri sevmemden kaynaklandığını, onun da bir süre sonra alışkanlık yaptığını anladım...” dedim...

Sessizleşti, düşünmeye başladı kızım...

***


Tanju Okan’ın çok sevdiğim parçası;

“Benim en iyi dostum içkim sigaram...

Onlar da terkederdi olmasa param...

Canım kadar yakınım el oldu şimdi...

Dünyada dost denilen kelime yalan”ın sözleri olmasaydı...

O parça o boğuk ve romantik sesten bu derece etkili çıkmasaydı...

İçkiyi, sigarayı benim gençlik gözümde, bir müzik idolünnün davranışlarında bu derece idealize etmeseydi...

Ya da söz gelimi Alain Delon, oynadığı o müthiş karakterleri, Gitane sigarası eşliğinde oynamamış olsaydı...

Al Pacino kendisine inanılmaz karizma katan o çatallaşmış sesinden, replikler savururken, paketden çıkardığı sigarayı başından iki kere sağlam bir zemine vurup, yakmasaydı...

Catherine Denevue, Fransız kadının şıklığıyla, aseletini savurduğu o insanın kanını durduran sahnelerde, kırmızı ojeli parmaklarının arasına, o sigarayı tutuşturmasaydı...

Arada bir dudağından tütün parçasını, diliyle dışarı atarken bu kadar güzel olmasaydı...

Clint Eastwood “bütün kötüleri” silahıyla öldürmeden önce, yaslandığı Amerikan barda son viskisini fondip yapmasaydı...

Muhtemelen ne içkiyi ne de sigarayı sevecekti Ayşe Nazlı’nın babası...

***


İdealize edilen kahramanlar...

Onların en ideal, en hoşa giden ve en kahramanca davranışlarının arasına sıkıştırılmış, bir içki kadehi, bir sigara nefesi...

En özlenen gençlik dizilerinin sahnelerinde, kızlı erkekli genç grupların, serbestçe gülüştüğü, oynaştığı, flört ettiği özlem dolu sahnelerin arasına yerleştirilmiş kolalarda, cipslerde...

En sevdiğimiz görüntülerle ilişkilendirilmiş bir cola ve cips, bir sigara, bir içki enstantanelerinde...

Beynimize, tadımıza ve damağımıza sokulmuyor mu, bu tatlar ve sevdiğimizi sandığımız alışkanlıklar...

Ayşe Nazlı‘ya diyemedim daha...

“Masum değiller el altından bunları bilinçaltımıza işleyenlerin hiçbirisi...”

Özgürlük ile demokrasi, “kanser yapıcı maddeleri tüketme hakkı anlamına gelse de, gizli reklamını yapma anlamına gelmiyor hiçbir şekilde...”

Bir gün onu da anlatırım çocuklara...

*****


PATATES KIZARTMASI YERİNE YAĞ İÇİN...

Dün TÜBİTAK’ın yaptığı araştırmada, cipsin “kanserojen 50 ürün arasında birinci sırada yer aldığını” öğrendim...

Araştırmayı yorumlayan doktor, İngiliz Kalp Sağlığı Vakfı’nın “Cips yemek yağ içmekten farksızdır...” başlıklı bir sloganla kampanyaya başladığını söylüyor...

Haberi yayınlayan siteler, cips görüntüsü olarak bizdeki patates cipsinin görüntülerini koyuyorlar...

Oysa patates cipsi kanserojen olmasına kanserojen...

Ancak İngiliz Kalp Sağlığı Vakfı’nın “Cips yemek yağ içmekten farksızdır” dediği cips sadece bizim cips olarak kırk yılda bir yediğimiz naylon poşetlerde satılan patates cipsi değil...

İngilizler patates kızartmasına “Chips” derler ve çips diye okurlar...

Esas patates kızartmasından söz ediyor İngilizler...

Onu yiyeceğinize yağ için daha iyi diyorlar...

***


Hafta içinde Ankara’da Rixos Otel’in lobisinde, Başkent günlerimden yadigar gazeteci dostlarla sohbet ediyordum...

Onlar da yaşamın daha keyifli ve sağlıklı biçimlerine, Ayşe Nazlı’nın beynine işleyen o “uğursuz klişeyle” karşı durmaya çalışıyorlardı...

“İçki yok, sigara yok, o yok, bu yok... Yaşamın keyfi nerede kaldı?.. Uzun yaşayacaksın da ne olacak?..”

Onlara, yeni yaşam biçiminin “esasen uzun yaşamakla” ilgisi olmadığını söyledim...

“Böyle yaşarken keyifli yaşayacaksınız... Yemek yerken sigara içmek keyif değil... Muhteşem lezzette zeytinyağlı, pancarlı, cevizli, avokadolu bir salata yerine patates kızartması yemek değil keyif... Balık yerine kokoreç yeme alışkanlığını da keyiften saymamak gerek...” dedim...

***


Bir dostum sigara için “Bu faşistlik ama” diye söze başladı...

Ona, Avrupa’da ve Amerika’da sigara içenlere “normal insan muamelesi yapmadıklarını” söyledim...

Onun üzerine birisi “Evet” dedi hatırlıyorum “Central Park’ta sigara yaktım... Çevremden öyle bakışlar geldi ki, sigarayı atmak zorunda kaldım...”

O arada iki arkadaşıma gözüm takıldı...

Otelden dışarıya sigara içmeye gidiyorlardı...

İçerde hiçbir yerde içemiyorlardı...

Giderken arkalarından baktım...

Sigara için dışarıya gittiklerini söylemeye utanıyorlardı...

Göz işaretiyle anlaşarak, gidiyorlardı...

Psikolojik savaşta yenilmeye başlamışlardı...

O an tam 23 yıl önce yaşadığım bir psikolojik savaşı hatırladım...

British Airways’le Paris’ten Londra’ya uçuyordum...

Uçaklarda fosur fosur sigara içildiği günlerdi...

İngiliz hostes bana sormuştu...

“Sigara içiyor musunuz” diye...

Havalı havalı “Evet” demiştim...

Yüzüme bile bakmadan bileti vermişti...

Uçağa bindim, koridorda yerimi aramaya başladım...

En sonuna kadar gittim dar koltukların bitiş bitiş yerleştirildiği uçağa...

Tuvaletin yanıbaşında bir yer vermişti İngiliz hostes bana...

Gazeteciydim, uçaklarda havalı yerlerde oturmaya alışkındım...

O an etrafa baktım “tanıdık biri var mı” diye...

Süklüm püklüm tuvalet kenarındaki koltuğa iliştim...

Ne o sigara içecektim...

Hayatımda en keyifsiz içtiğim sigara oydu sanırım...

DİĞER YENİ YAZILAR