Barış sürecinde konuşmalar...

Haberin Devamı

Gazeteciliğimin hiçbir döneminde Apo‘yla görüşüp “büyük bir gazetecilik olayı patlatmayı” düşünmedim...

Haber için her şeyi yapabilen bir gazeteci imajı vermeme karşın, Apo’yla görüşüp, terörün en azgın olduğu dönemlerde değerli! fikirlerini ‘gazetecilik’ adı altında kamuoyuna yansıtmayı meslek görevi olarak saymadım...

Apo’yu tanımam...

Hiç yakından görüp konuşmadım...

İmralı duruşmalarında birkaç metre ötemde cam kafeste otururken gördüm o kadar...

***


Ancak Apo’yla zamanında hiç görüşmemiş olmam, devletin istihbarat örgütünün Apo‘yla görüşmesine karşı çıkmam anlamına gelmedi...

30 yıldır bu ülkede onbinlerce vatan evladını öldüren bir savaş var...

Devletin istihbarat örgütü, bu savaşı bitirmek için görüşecekse buna karşyı çıkmanın abes olduğunu bildim...

Çocuklarımızın geleceği, bu ülkenin barışı huzuru için devletin istihbarat örgütü, görüşme yapmayacaktı da kim yapacaktı?..

***


Görüşmeler başladığında, söylenecek her sözün, kullanılmaya, sabotaja, provokasyona, torpillemeye elverişli olacağını bildiğimden, sürecin ayrıntılarına fazla girmedim...

Sonucu bekledim...

Nasıl olsa çözüm bir süre ortaya çıkacaktı...

O çözüm planı ortaya çıkana kadar, sessizliğe gömülmenin tevekkül, bilgelik ve olgunluk olduğuna kanaaat getirdim...

Barış bir tevekkül, bir bilgelik bir olgunluk meselesiydi...

***


Yine de haberciliğin en temel esası “haber almak ve yayınlamaktır”, bunu bildiğimden gazeteciliği müzakere memurluğuyla karıştırmamaya özen gösterdim...

Yine de Apo’nun BDP’li heyetle konuşmalarının, “MİT yetkilileriyle ikili görüşmelerinin bir zaptı olmadığını” görmekteyim...

Apo kendi tabanını, PKK’yı, lider kadronun bulunduğu Kandil’i ve BDP ile KCK’yı rahatlatacak sözler söylemekte...

Kendi adamlarınızla konuşurken, “yaptıklarınızı fazla gösterir, gücünüzü abartırsınız...”

Onları ikna etmede bu yöntemi kullanmak bir riyakarlık değil, hayatın zorunlu kıldığı bir doğallıktır...

Ancak kendi adamlarınızla kendi tabanınızı rahatlatmak için yaptığınız konuşmalar, görüşmenin ruhunu anlatmazlar...

Kamuoyu bunu “görüşmenin ruhu” olarak algılarsa, durumun vehameti artar...

***


Mesele Apo’nun kendi örgütüne, tabanına, PKK’ya neyi nasıl sunduğu değildir...

Mesele “barışın hangi şartlarda bize sunulacağıdır...”

Barışın şartları bize sunulmadan, Apo’nun kendi çevresine ifadelerinden sonuç çıkartmak, yanlıştır...

Bu topraklarda barış, “bilgelik, sukunet ve olgunlukla” sağlanabilir...

Çok fazla gürültü var etrafta...

İnsanlarımız ölüyor, çocuklarımız ölüyor...

30 yıldır ölüyorlar...

Biraz sukunet insanlık için elzemdir...

İSTANBUL’UN KAPALI MEKANLARINDA SİGARA İÇİLİYOR!..

Arka arkaya birkaç dostum uyardılar beni...

- “Son zamanlarda kapalı mekanlarda rahat rahat sigara içildiğinin farkında mısın?.. Kimse bir şey demiyor, işin ucu kaçmış gibi?..”

Polislik yapmayı hiç sevmem...

Gammazlamayı da...

Bu tür vatandaş tipinden de nefret ederim...

Fakat bu sigarayı kapalı alanda içme konusu, bir gammazlık meselesi değil...

Sevgili Okan Bayülgen’in söylediği gibi bir “faşistlik meselesi” hiç değil...

***


Doğal ortam dumansız ortamdır...

Eğer sigara içen kimse, doğal ortamı sigara dumanıyla renklendirmek istiyorsa, bu onun bileceği iştir ve kendi yaşadığı dilediği ortamı duman altı edebilir...

Fakat başkalarının bulunduğu ortamları “duman altı yapma hakkı” kimseye verilmedi...

Bu hakkın verilmemesini “faşistlik” olarak nitelemenin kendisi faşistçe bir düşünce...

Böyle bir şey yok...

Kapalı ortamlarda sigara içilmesine ses çıkarılmaması konusuna gelince...

Bunu gündeme getirmek polislik yapmak ya da gammazlamak değil...

Doğal ortamda yaşamak isteyen insanların temel insan haklarını hatırlatmak demek...

***


Başkalarının haklarını gasp ederek “özgürlük”ler yaşamak dönemini bitiyor artık dünyada...

Örneğin birilerini istediğiniz gibi aşağılayarak “özgürce konuşmuş olmuyorsunuz...”

Başkalarını aşağılamanın bir bedeli var...

Başkalarını zehirlemenin de bir bedeli olmalı... Zehirlemeyi özgürlük, aşağılamayı demokratlık olarak almak çok faşist ve raşist (ırkçı) bir yaklaşım...



VERDİĞİN HİÇBİR ŞEY ASLA KARŞILIKSIZ KALMAZ...

Zekan gününü kurtarır fakat asla akıbetini kurtarmaya yeterli olmaz...

***


Manasına eremediğin davranışın, görünüşüne göre hüküm verme...

***


Verdiğin hiçbir şey asla karşılıksız kalmaz...

***


Sevgi karşılıksız akıştır...

Karşılık beklenirse ticaret olur!..

***


Dalga yüzeyde olur... Huzur ve sükun istiyorsanız derine dalınız...

***


“Var” yoktur... “Yok” vardır...!

***


Görüş sahanızın genişlemesini istiyorsanız yükseliniz...

***


Huzurda pişmanlık olmaz...

***


Bulutları değerlendirebildiğiniz oranda ıslanmaktan kurtulursunuz...

***


Korktuklarınızla karşılaşıp, korkuyu terk etmedikçe benliğinizden kurtulamazsınız!..

***


Gözünle hüküm verdiğin sürece, yanılgıdan kurtulamayacaksın...

***


Uyandığında rüya ne ise; ölümü tattığında, dünya hayatı aynı olacaktır...

***


Hkümü altındaki organlarına hükmedemeyen, onların esiridir!..

Onların esiri iken özgürlükten söz etme!..

***


Birimsel ızdırap ve kederlerimiz, bağımlılıklarımız ölçüsünde sürer gider...

***


Sevgin sahip olmayı, aklın ise terk etmeyi emreder!..

***


DOST gözüyle seyret... Onda yargı yoktur...

***


Kalabalıkta gürültü asla eksik olmaz...

***


Dünyada zevk ve keder geceyle gündüz gibidir!..

Hiçbiri sürekli değildir...

***


Kadrini bilirsen şükretmiş, kadrini bilmezsen küfretmiş olursun...

***


Samimiyet edep sınırlarını aştığında laubalilik olur...

***


Düşündüğünün ve hissettiğinin zıddı davranışların “riyakarlık” adını alır...

***


Kimseden varoluş gayesinin ötesini bekleme!..

Aksi takdirde çok üzülürsün...

***


Yaşam ders almak içindir...

Üzülmek için değil...

***


İnsan için en büyük fitne, bir şeylere sahip olduğu zannıdır..

Yarın terk edeceğin şeylerin nasıl sahibi olduğunu sanırsın ki?..

(Ahmed Hulusi DOST’tan Dosta kitabından...)

DİĞER YENİ YAZILAR