Babalar ve çocukları hangi takımı tutarlar?..

Haberin Devamı

Baba Rahmi Koç Beşiktaşlıydı...

Oğullar Mustafa ve Ali Koç ise “fanatik Fenerbahçeli...”

Şoförleri Fenerbahçeliydi, çocukları alır alır Fener maçına götürürdü...

Ali Koç yıllar sonra “Babam Beşiktaş’lı... Birlikte maç seyretmeye gidemiyoruz... Bu benim içimde hep bir eksiklik olarak kaldı...” diyor...

Çoçukken de içinde kalmıştı...

Babası, Mustafa ve Ali Koç’u Beşiktaş maçlarına hiç götürmemişti...

Bugün içinde “eksiklik” olarak hissettiği gizli öfke ondandır...

***


Babam ve annem; fanatik Fenerbahçeli olan eniştemin etkisiyle, Fenerbahçe’ye sempati duyarlardı...

Teyzeler, diğer enişteler, Yeniköy’deki yazlık evimizde ailevi bir curcunanın ortasında, “Fener... Fener... dünyayı yener” nidalarını seslendirirlerdi...

Kardeşi ve o Yeniköy yazlıklarında kuzeni olmayan yalnız bir çocuktum...

“Şenol Birol... Gol...”, “Fener Fener dünyayı yener...”, “Bizde Lefter var...” tekerlemeleri eşliğinde, küçücük yaşımda kendime bu pırıltılı dünyada yer edinmeye, bir aidiyet bulmaya çalışıyordum...

Babam, eniştem, öteki eniştem, diğer öteki eniştem hepsi Fenerbahçeliydi ama, akıllarına hiç gelmiyordu beni Fenerbahçe maçına götürmek...

O küçük çocuk 6 yaşına kadar, “aileye gıcık yapmaya çalıştığında Galatasaraylı, sevimli görünmeye çalıştığında Fener’li olaraktan”, ne yaptığını bilmez, hiçbir tarafa aidiyet hissetmez bir halde, ilkokula kaydoldu...

Mustafa ve Ali Koç’u onları maça götüren şoförleri Fenerli yapmıştı, beni de çok sevdiğim ilkokul birinci sınıf öğretmenim Beşiktaşlı yaptı...

Bazen babama yalvardım, bazen enişteme ama çokça Beşiktaş maçlarına çocuk yaşımdan itibaren kendi başıma gittim ben...

***


Gülin Yıldırımkaya Habertürk’teki köşesinde Ali Şen’e soruyor ve şu provokatif yanıtı alıyor:

“Çocuklar farklı takımı tutuyorsa, o babaların beceriksizliğidir...”

Orada röportaj yapanlar söylememişler, ama benim bildiğim gayet iyi bir Fenerbahçeli olan Şansal Büyüka’nın kız ve erkek iki çocuğu da Galatasaraylıdır...

Ankaragüçlü Erman Toroğlu’nun çocukların biri Beşiktaşlı, diğeri Fenerli’dir...

Ali Şen’in değerlendirmesine göre, Şansal Büyüka ve Erman Toroğlu beceriksiz babalardır...

Nitekim Mehmet Ali Yılmaz “Bizim ailede herkes Trabzonsporlu’dur” diyerek noktayı koymuştur...

Önceki gün Bülent Eczacıbaşı ile yemekte sohbet ederken konu buraya gelmişti:

“Ailemden dolayı çocukluğumda Fenerbahçeliydim” dedi;

“Sonra İngiltere’ye gittim... Üniversiteyi Chelsea’de okudum... Orada Chelseali insanlarla, taraftarla, kulüple, renklerle tanıştım... Kulüp aşkının çok geniş ve kapsamlı bir aidiyet olduğunu farkettim... Benim Fenerbahçe’ye sempatimin böyle bir aidiyeti kapsamadığını farkettim... Onun için kendimi çok fazla bir yere ait hissetmem...”

***


Hayat çocuğuyla o keyfi yaşamayan babalara, karşısına başka bir çocuk çıkartıyor...

Hayat emek isteyen bir şey...

Çocuk da öyle...

Elbette aşk da öyle...

Ali Koç’u anlıyorum...

Yaşamında eksikliğini hissettiği, baba oğul, “aynı takımın maçına, aynı keyifle, aynı coşkuyla, aynı kaşkolla ve aynı duygularla gitmenin”, dünyaya ve rakiplere meydan okuyan bir paylaşımı, bir ailesel dayanışması var...

Orada babanın çocuğundan, çocuğun babasından duyduğu bir gurur, bir takımdaş kutsallığı var...

Mustafa ve Ali Koç’u anlıyorum...

O gurur bizde eksik kaldı...

Bize de inadına Fenerli ya da Beşiktaşlı olmak kaldı...

Belki de ondandır, tribünde arada gözümden süzülmeye yeltenen yaş...

Babasız ve annesiz öksüz kalan bir taraftarlığın; fanatik ve romantik bir yansımasıdır kimbilir...


***



ARTİST SEVGİLİSİNDEN AYRILIP, KADININI BULAN DÜNYA TENİS ŞAMPİYONU...

Bazen hayat bir erkeğin veya bir kadının karşısına, kendisini “rahatlatacak insanı” çıkartır...

Andre Aggasi’yi ilk izlediğimde onun, “dünya şampiyonu olduğu tenisi sevmediğini, boksör olan babasının onu döverek zorla çalıştırırak tenisçi yaptığını” bilmiyordum...

Spinleri çekerken, servisleri atarken ve atakları karşılarken çıkardığı “tiz” sesin, içindeki bir hırsın ve öfkenin sesi olduğu belliydi, ama o hırs ve öfke nerden geliyordu bilemiyordum..

“O zamanlar ben de kim olduğumu bilmiyordum... Sadece yenilmekten, halkın alaylarından, babamın suçlamalarından çok korkuyordum...” diyor yeni çıkan, hayatını anlattığı kitabında...

***


Bir zamanlar tenis oynarken uyuşturucu madde kullandığını itiraf ediyor...

“Tenis oynamak benim seçimim değildi... Benim için yanlış bir hayattı... O zamanlar tenis oynarken ölecekmişim gibi hissediyordum...” demekten çekinmiyor...

Boksör baba tarafından zorla yaptırılan bir iş, şampiyonluklara ve başarılara karşın kendisinin olmayan bir hayat ve Brooke Shields’le birliktelik...

Andre Aggasi’nin hayatının “dip” noktası burasıdır...

Dünya birincisiyken, 141’inciliğe düşen, sakatlıklar, uyuşturucu ve özel hayatındaki çalkantılarla düşen bir hayat...

Sonra hayatının kadınını bulması ve hayatı zorlayarak değil, severek ve kalbiyle yaşamaya başlaması...

Tesadüfe bakın ki bulduğu kadın da bir dünya tenis şampiyonudur...

“Steffi (Graff) bana düşünmeyi bırakıp, hissetmeyi öğretti... İkimiz de çok kontrolcü babaların çocuklarıydık... Babamla hiç birbirimize sarılmadık... Ve asla seni seviyorum demedik... Şimdi de kitabımı okumak istemediğini söyledi...”

***


Ne ki babayla olmasa da hayatındaki kadınla mutludur artık Agassi...

1999’da Steffi’yi tanıdıktan sonra, yeniden tenise dönmüş, bu sefer hırsıyla değil, kalbiyle oynamış ve yeniden en zirveye çıkmıştır...

Anne ve baba ikisi de dünya şampiyonu olduğu halde, çocuklarını tenis oynamak için zorlamamışlar...

Oğlu Jaden beyzbolla ilgileniyor...

Kızı Jaz ise haftada üç gün tenis oynuyor...

Bazen hayat bir kadının veya erkeğin karşısına kendisini “rahatlatacak insanı” çıkartır...

Bir kader anıdır o...

Bir tesadüf...

DİĞER YENİ YAZILAR