Özgürlük dün vahşi bir tecavüze uğradı ama çığlığı, dışardan gelen gürültülerde kayboldu.
Öldürücü darbe yiyen özgürlük, yaşamın anlamı ve ruhu olan bir özgürlüktü; “düşünce ifade özgürlüğü” ve ona bağlı “yazma, yayınlama ve yayma özgürlüğü” idi.
Ergenekon kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” adlı kitabının taslağına ve “tüm nüshalarına” örgütsel doküman sayılarak el konulmasına karar verildi.
Ana muhalefet partisi “Hitler ve Musollini faşizminde bile bir kitap daha yayınlanmadan suçlu ilân edilmemiştir” diye tepki gösterdi.
Gerçekten de bizdeki örnek daha berbat!..
Çünkü basılmamış bir kitabın taslak hali yazarı bir yana kopyasını elinde bulunduranları bile hedef yapıyor.
Türkiye Yazarlar Sendikası ve Yayıncılar Birliği “Henüz basılmamış bir kitabın kopyasına el konulmasını düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyici çok tehlikeli bir girişim olarak değerlendiriyoruz” dedi.
Gerçekten de kitaba yapılan muamele Türkiye’deki ifade özgürlüğünü İnsan Hakları Beyannamesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve Anayasa’nın bile koruyamaz duruma düştüğünü gösteriyor.
Keşke bu olay hiç yaşanmasaydı.
Sansürün karanlık tarihine böyle bir katkı ülkemize sadece utanç getirecektir.
Yazarlar ve yayıncılar açıklamasında yürekten katıldığımız bir çağrı var:
“Hükümeti, hâkimleri ve savcıları, emniyet kuvvetlerini, uluslararası anlaşmaların ve Anayasa’nın düşünce özgürlüğüne ilişkin hükümlerine uymaya çağırıyoruz.”
Doğmamış kitabı öldürmek...
İktidar kendini bu kadar ağır bir suçun kötü şöhretine, hangi bahane ile olursa olsun mahkûm etmemelidir!
Suriye’ye dikkat!
Meclis Libya’ya asker gönderme yetkisini hükümete verdi.
Karar gizli birleşimde alındı. Neden gizli?
Emekli Büyükelçi Yalım Eralp, “içerde önemli şeyler görüşüldüğü” izlenimi vermek istendiği zamanlar genellikle bu tedbirin uygulandığını söylüyor.
Ama bu defa farklı nedenler de olabilir.
Mesela Libya krizine NATO’nun el koymasını geciktiren ve Sarkozy’ye meydanı boş bırakan yanlışların vebali Ankara hükümetine yükleniyor.
İktidar seçim arifesinde muhalefetin kum torbası olmamak için sığınmış olabilir bu tedbire.
Çünkü Başbakan işin başında “NATO’nun orada ne işi var?” demese Libya bu kadar yıkıma uğramayacaktı.
Şimdi kaybedilen zemini tekrar kazanmaya uğraşıyoruz.
Libya’daki görev öncelikle şiddet ortamına son vermektir ve Türkiye’ye ihtiyaç tartışılmaz önemdedir.
Çünkü Sarkozy’nin derdi oy getirecek maceralara atılmaktır. Amerika’nın gücü de sadece yakıp yıkmaya yarıyor. İşte Irak... Türkiye’nin bu bölgedeki diyalog ve ikna gücü tüm taraflar için şanstır.
O nedenle Ankara sadece çatışmaları durdurmaya değil, özgürlük özleyen halklara da sözcülük ve öncülük etmeli, isyanın sebeplerini unutmamalı, unutturmamalıdır.
Zor bir evreye girdik.
Gündemimiz yalnız “Kaddafisiz Libya”ya ilerlemek değildir. Yangın sınırımıza geldi.
Sıra Suriye’de gibi görünüyor.
Yabancı ajanslar Dera kentinde polisin açtığı ateş sonucu gösteri yapan kalabalıktan yüz kişinin öldüğünü haber verdiler.
Türkiye bu kez olayların ardında kalmamalı, Suriye’de ön almalıdır.
Başbakan dar bir danışman kadronun önerileri ile kendini sınırlamamalıdır.
Rolünü iyi oynayan bir Türkiye’ye bütün bölge ülkelerinin ihtiyacı var.
Yazıklar olsun!
Haberin Devamı