Türk televizyonlarında program yozlaşması üzerine mesajlar almaya devam ediyoruz. Gündemimizi işgal eden her konu, aysbergin ucudur ve sebepleri çok derinlere uzanmaktadır.
Şayet Mustafa Kemal Atatürk'ün gözlerini yumduğu dakikadan itibaren bu misak-ı milli sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlarımıza çağdaş eğitim, sağlık, iş, aş, güven ve umut sağlayan yönetimler iş başına gelip vazifelerini yapamamışlarsa, bunun bedeli çeşitli biçimlerde ödenecektir!
Toprak mı çok büyük, nüfus mu çok artmıştır? Yoksa işin ehilleri mi iş başına gelmemiştir?
Mustafa Kemal'in hiçbir sözü boş söylenmemiştir. Hiçbir sözü!
İnsanca bir düzen
Tarihe bakıyorum. Ne George Washington, ne Churchill, ne Hitler, ne Mussolini, "köylü, bu yurdun efendisidir" dememiştir. Yukarıdaki liderlerden hiçbiri traktör üstüne atlayıp, tarla sürmemiştir.
Yukarıdakilerden hiçbiri kırsal kesimde yaşayan vatandaşların arasına çoklukla karışıp, görüş sormamıştır.
Yukarıdakilerden hiçbiri daima ülkede ikamet ederek, endişeli bir telaşla, vatandaşının bağrına yerleşmemiştir.
Allah Allah! Neden Atatürk aceleci bir telaşla, yurttaşının yanında daima yer alıp, hep onun
ilerlemesi, gelişmesi, çağdaşlaşması için gayret göstermiştir? Neden bir Hindistan, Çin Şeddi seferi düzenleyip, gezmeyi yeğlememiştir?
Bu misak-ı milli sınırları içerisinde yaşayan Türk vatandaşlarının çağdaş bir biçimde gelişip, insanca bir düzene kavuşamamalan endişesiyle geceleri uyuyamamıştır!
O akıllı ve zeki adam kendisinden sonra gelip, ülke yönetimini ele geçireceklerin limitasyonlarını çok ama çok iyi tanımaktaydı.
Çaplannı, yeteneklerini biliyordu ve devamlı endişeleniyordu. Bu yüzden uyuyamıyordu.
Düşüncelerinde haklı çıktı. Yıllardır ekranlardan söylüyoruz, köşelerde yazıyoruz... Böylesine endişeler içerisinde olmayan milletvekili ve hükümet üyeleri geceleri başlarını yastıklarına rahatlıkla koyup uyuyabilmekteler.
Gelişmiş kent sayımız kaçtır? Dağdan katır üstündeki küfede kar taşıyıp, bunu odun ateşinde eritip çamaşır yıkayanları, çöplükte ekmek arayanlan, kardan yollar kapanınca mahsur kalanları, deprem karşısında kamu binalarının çökmesiyle ölümle karşı karşıya gelen insan manzaralarını görüp de uyuyabilmek nasıl mümkündür?
Bu beceriksizliğin hiç mi bedeli olmayacaktır? işte bedeli her köşede, her virajda, her deprem sonunda, her türban krizinde, her işsizlik ve açlık durumunda karşımızdadır. Eğitim aracı olarak kullanmamız gereken televizyonlarımızda, eğitici mesajlar veren birkaç çalışma hariç, zırtapoz programlara devam edildiğini görüyoruz.
Gittikçe küçülen reklam gelirleriyle, BDDK'nın gelirlere el koyduğu durumlarla, bir de borçlu oldukları programcıların paralarını ödemeyerek ayakta durmaya çalışan kanal sahipleri hep beraber toplanıp, "Yahu çocuklar bizler bu ülkeye çok yazık ediyoruz.
İşinin ehli olanlar
Hep beraber bu saçma ve faydasız programları el birliğiyle kaldıralım" demedikçe televizyon çok büyük bir eğitim aracı olmaktan çıkacaktır ve geri kalmışlığımız bundan dolayı da devam edecektir.
Mustafa Kemal'in yerli endişeleri odak noktalarında halledilince bugün sorun olarak karşımıza çıkan her konu, bir buz küpünün sıcakta eriyip yok olması gibi gündemimizden düşecektir!
Bunun gerçek olması için gerçekten işinin ehli yetkililerin iş başına geçmeleri gerekir. O zamana kadar "dayan gönlüm dayan!"
Dayan gönlüm dayan...
Türk televizyonlarında program yozlaşması üzerine mesajlar almaya devam ediyoruz. Gündemimizi işgal eden her konu, aysbergin ucudur ve sebepleri çok derinlere uzanmaktadır
Haberin Devamı