Batmakta olan kızıl İstanbul güneşi, arkasından ışıldıyordu. Uzun siyah saçlarını tepesinde bir tarakla tutturmuştu. Yılana benzeyen bir tutam dalgalı saçı, sağ kaş ve gözünün ortasından boynuna kadar sarkıyordu. Önündeki salatayı iştahla yerken kırmızı şarabını keyifle yudumladı. Sanki buranın insanı, muhitin yabancısı değildi. Oysa İstanbul'a geleli henüz 3-4 gün olmuştu.
"Hangi üniversitede profesörlük yapıyorsunuz?"
"Minnesota'da, MacAlester Üniversitesi'nde. ABD'nin çok önemli bir eğitim kurumudur. 1700 öğrencimiz var. Kofi Annan bizden mezun."
"Sınıfta kaç öğrenciniz var?"
"Bazen 10 öğrenci, bazen 50."
"Öğretim konunuz?"
"Alman kültürü ve felsefe."
"Öğrenciler nasıl?"
"Daha önce ders verdiğim öğrencilerin pek bir şeyden haberleri yoktu. Örneğin sınıfa ilk geldiklerinde Fransız ihtilalini bile bilmiyorlardı. Demokrasinin ABD'de yaratıldığını sanıyorlardı. Ama son yıllardaki öğrenciler daha bilgili. ABD eğitim sistemi, öğrencileri kültür, felsefe ve tarih bilgisi acısından hiç aydınlatmıyor."
"Nasıl girdiniz MacAlester'a?"
"250 müracaat arasından beni seçtiler. Neden? Belki Yunan asıll olduğumdan, belki dört lisan bildiğimden, belki liberal düşüncelerimden, tam bilemiyorum. Çok mutluyum tabii."
"İstanbul'da gerçekten çok rahat bir görünüşünüz var."
"Evet. gerçekten çok rahatım. Sanki Yunanistan'dayım. Yıllardır büyüklerimden, İstanbul'un efsanesini dinledim. Neyle karşılacağımı bilmiyordum. Görünce ne kadar haklı olduklarını anladım. Tüm yokuşlarıyla, eski yapılarıyla, Ayasofya ile tek kelimeyle harika bir kent!"
"Atina da güzel."
"Akropolis ve etrafı çok güzel ama genel kent görünümü, şu görünen Etiler'e benziyor. Yani beton ve balkon yığını binalar."
"Antik çağda daha iyiymiş. Kimbilir insancıkları hangi kırbaçlarla zorlayarak o tapınakları inşa ettirdiler diye hep düşünürüm."
"Ben de öyle. Yalnız şunu belirteyim. Eski insanlarda hem adale gücü hem de akıl gücü varmış. Düşünme işleminden konuşma işlemine geçmenin ne kadar zor bir aşama olduğunu hiç düşündünüz mü? Ben aslında Spinoza hayranıyımdır."
"Bakın ne eski Yunan, ne eski Osmanlı, ne de eski Mısır yerli yerinde. Bu kadar radikal bir toplum dönüşümüne şaşmaz mı insan?"
"Katılmıyorum size. Şimdiki değer ölçüleriyle o günküler çok farklı. Bugün kültür transferi ABD'den dünyaya yayılıyor. Aslında Irak'a girmeye bile gerek yoktu. Kültür transferiyle her şey bir çırpıda hallolacaktı. Ama tabii bir de 11 Eylül olayı var."
"Hayatını okuyuncaya kadar bende de Büyük İskender hayranlığı vardı. Plaka'daki bir dükkândan 3 kitap aldım. Bir okudum, gözümden tamamen düştü."
"Dünyanın ilk ve en büyük emperyalistiydi. Haklısınız Spinoza da beni çok etkilemiştir. Radikaldi. Önce Musevi cemaatten çıkarıldı sonra Ortodoks cemaat onu dışladı. Ateist yaklaşımları vardır."
"Musevi ve Hıristiyanlar onu dışlamasalardı Spinoza'nın adını şu anda hiç anmazdık!"
Kahkaha attı.
"Haklısınız haklısınız." O şarabını, ben soda bardağımı, tüm gelmişler geçmişler şerefine kaldırdık.
Dikkat... Dikkat...
Herhalde "dil sürçmesi" olmuştur
Her gün, Zülfü üvaneli'nin köşe yazısını benim kadar beğenerek okuyan az bulunur. Ancak Sayın Livaneli dünkü yazısında, "Ergenlik çağında fasulye sırığı gibi uzayan kızlarımız" tabirini kullanınca çok şaşırdım. Her zamanki saygın üslûbuna yakıştıramadım. Bu tanımlamayı yapanlar ki çoktur muhakkak, bir alay, bir hor görme, tepeden bakıp kabaca eleştirme yöntemine sığınmışlardır. Bu kulvarlarda hiç gezinmeyen Livaneli'nin "fasulye sırığı" tabirini yadırgadım. Ergenlik çağı, bebeklik çağı veya çocukluk çağı; hangi çağını geçiriyor olursa olsun hiçbir büyüğün, gençliğe bu tabirle yaklaşmasını uygun bulmam. Herhalde dil sürçmesi oldu diye düşünüyorum. A. Ö.
Amerika'dan profesör gelmiş!
Batmakta olan kızıl İstanbul güneşi, arkasından ışıldıyordu. Uzun siyah saçlarını tepesinde bir tarakla tutturmuştu
Haberin Devamı

