Atatürk'ün bilinmeyen özellikleri
.

Atatürk'ün bir gözü neden şehla? Atatürk'ün sol gözünün şehla olduğunu belki de hiç fark etmemiştiniz bile. Oysa dikkatlice bakıldığında, özellikle bazı fotoğraflarında sol gözünün bir miktar şehla olduğu görülebiliyor.
Bunun nedenini öğrendiğinizde emin olun onu çok daha seveceksiniz.
Onedio

Trablusgarp savaşı başladığında Osmanlı’nın bölgeye gidecek hali yoktur.
Bir avuç subay, kendilerinden 10 kat fazla kuvvete karşı savaşmak üzere karayoluyla ve gizlice bölgeye koşmaya karar verirler. Binbaşı Mustafa Kemal de çocukluk arkadaşları Nuri ve Fuat’la birlikte yola koyulur. Harbiye Nezareti, "Yakalanırsanız ‘Hükûmetin bilgisi dışında seyahat ediyoruz’ diyeceksiniz” diye tembihlemiştir.

“Şerif” takma adıyla, bir gazeteci kimliğiyle gider oraya gider.
Yolda hastalanır. 15 gün İskenderiye’de yatar. Kasım sonu önce trenle Mısır’a girerler. Çölü aşmak için bir süre atla, 8 gün deve sırtında seyahat ederler. Develerin yükü artınca yaya yürürler.

Geceleri çadırda kalıyorlardır. Mustafa Kemal fasulye ayıklıyor, Fuat pişiriyordur.
Susuz, ağaçsız Mısır çölünü, rüyalarında Rumeli’yi görerek aşarlar.
Son tren istasyonunda Mısırlı bir subay kimlik kontrolü yapar. Arap kılığına bürünmüşlerdir, ama mavi gözleri Mustafa Kemal’i ele veriyordur. Yakalanacaklarını anlayınca, kimliğini açıklar; Mısırlı'nın dini duygularına hitap eder:
"Gâvurlara karşı kutsal cihada katılmaya gidiyoruz" der.
Sınırı böyle geçerler. Üniformalarını giyerler; silahlarını gizledikleri yerlerden çıkarıp savaşa katılırlar.

Bir avuç gönüllü, şimdi Kuzey Afrika’daki son vatan toprağını savunacaklardır.
Fuat Bulca savaşın en kritik gününü Cemal Kutay’a şöyle anlatmıştır:
"Biz harabeler içinde mücadeleye devam ederken Mustafa Kemal’in yanındaki az sayıda arkadaşı ile Kasr-ı Harun’un merkez binasına kadar ilerlediği ve buraya daldığı görüldü."

"İşte bu sırada gökyüzünde bir gürültü duydum. İki İtalyan hücum uçağı çok alçaktan uçuyor ve bizim arkamıza saldırarak bombalarını koyuveriyordu. (...)
Mustafa Kemal’in yanına vardığımda onun yüzünü tanınmaz bir halde buldum. Bir elinde kılıcı vardı, diğer elinde mendili gözünü kapatıyordu. Yaralandığını zannettim. Hayır, yaralı değildi. Fakat harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. Sönmüş kireç olmasına rağmen, bir kısmı göze nüfuz etmişti."

İşte bu taarruz esnasında İtalyan uçaklarının bombardımanı nedeniyle Mustafa Kemal'in gözü zarar görür.

Ocak 1912’deki baskından sonra Mustafa Kemal, Derne’de hastaneye yatırılır. Gözü kanlıdır. Ateşi vardır. İlk müdahalenin ardından Selanik’e dönmesi tavsiyesi edilir ama dinlemez. Bir ay kadar hastanede yatar.

Derne Komutanlığı’na atanınca iyileşmeden kalkıp savaşa katılır. Ancak hastalığı nükseder. 15 gün yataktan kalkamaz.

Gözlerini açamayacak haldedir. Zarar gören gözü görmüyordur. "Zamanla açılır" diyen doktorlara inanmaz. 24 Ekim 1912 günü Derne’den ayrılır. Mısır ve Romanya üzerinden İstanbul’a döner. Kasımda Viyana’ya gidip, tanınmış bir göz hekimine muayene olur.


İşte Atatürk'ün gözündeki hafif şehlalık Trablusgarp harbinde gösterdiği bu kahramanlıktan ötürüdür.



Atatürk'ün havacılık merakı! Mustafa Kemal Atatürk'ün havacılığa olan merakını herkes bilir.

Atatürk hakkında pek çok şeyi bildiğimizi düşünsek de bilmediğimiz bazı şeyler de var.
Bunlardan birisi de genç yaşlardan itibaren özel istihbarat subayı olarak yetiştirilmesi ve birçok ülkede istihbarat görevlerinde bulunmasıdır.

Pek çok ülkede istihbarat toplamak için bulunması çok şaşırtmasa da bilmediğimiz bir şey daha vardır.
Atatürk o ülkelerde en çok havacılıkla alakalı istihbarati bilgi toplamak için bulunmuştur.

Atatürk ve Sultan Vahdettin’in birlikte Almanya’ya bir yolculuk yaptıklarını duymayan kalmamıştır galiba değil mi?
Fakat hemen bu ziyaretin sonrasında hasta olduğunu söyleyerek Viyana’ya geçen Atatürk’ün, bu ziyaret için hastalığı bahane ettiğini ve asıl amacının havacılıkla ilgili, askeri bilim insanlarının karargahlarında, birçok belge ve bilgiyi incelemek olduğunu pek çoğumuz bilmez.

Atatürk’ün bu edindiği bilgi ve belgelerin ışığında cumhuriyetten sonra çok gizli bir birim kurduğu iddia edilir. ‘İstikbal göklerdedir!’ söylemi de bu çalışmaların bir nevi parolasıdır, mottosudur.

Gazi Paşa, Cumhuriyeti ilân ettikten sonra, havacılık sektörüne özel bir ilgi göstermeye başladı.
Edindiği bilgi ve tecrübeleri, bu alanda kullanmaya gayret gösteriyordu. Türk havacılığının gelişmesini, güçlendirilmesini sağlamak amacıyla zaman geçirilmeden gerekli girişimleri başlattı. Bu amaçla, Ankara’nın Hacıbayram semtindeki bir evde, Türk Tayyare Cemiyeti kurularak (16 Şubat 1925) kurumsal anlamda adımlar atılmaya başlandı.

Konu ile alakalı şu notu da burada paylaşmakta fayda var:
“Devlet Hava Yolları’nın 1953-1954 yıllarında Genel Müdürü olan, Afyon Milletvekili Rıza Çerçel, ‘Atatürk ve Hava Yollarımız’ adlı yazısında bir anısından söz eder:

Atatürk, bir yaz gününde Devlet Hava Yolları, Ankara Tayyare Meydanı’nı ziyarete gelmişti.

Ona, alan binası önünde hasır bir koltuk getirmiş; etrafını çevrelemiş; yakın bir gelecekte yapılacak işleri, alınacak uçakları, kurulacak tesisleri uzun uzun anlatmıştık. Atatürk sadece dinliyordu.

Bu dinleyişte tunçtan bir heykel sabrı vardı. Nihayet bu mutlu ziyaretin değerli anısını sonsuzlaştırmak için kendisinden bir imzasını rica etmiştik. Uzatılan defteri ve kalemi aldı. Düşünüyordu. Gözleri karşıki ıssız tepelerle, bunların çevrelediği alan boşluğunda bir şeyler arıyor gibiydi, isteksiz bir edâ ile başını önüne eğdi.

Elindeki kalemin, kâğıt üzerine mıhlanmış gibi bir hali vardı. Nihayet kalem işler gibi oldu ve kâğıt üzerinde Kemal’in baş harfi olan tek bir K harfi belirdi. Fakat hepsi bu kadardı. Büyük insan atacağı Kemal Atatürk imzasının baş harfi olan K harfini yazdıktan sonra defteri ve kalemi geri verirken: “Şimdilik bir K harfi yeterlidir. Bana vaad ettiğiniz işler yapılıp bitirildikten sonra imzamın geri kalan kısmını tamamlarım” demişlerdi.”

Atatürk’ün söylediği şu
‘’Bana vaad ettiğiniz işler yapılıp bitirildikten sonra imzamın geri kalan kısmını tamamlarım’’ cümlesi, bu teşkilatın varlığının kanıtı olarak kabul edilir. Özel ve seçkin subaylardan oluşan bu birim, havacılıkla alakalı her türlü bilgi ve gelişmeyi takip ediyor ve çalışmalarını sürdürüyordu.

Bu çalışmalar neticesinde, Osmanlıca olarak, askere özel, az sayıda basılmış havacılık ve gelişmelerle alâkalı – daha sonra birçok nüshası ortadan kaldırılmış- kripto bir yazılı belgede şunlar yazılıydı:
“İstikbâlde (ilerde) tayyareler öyle ileri gidecek ki, devletlerin ve milletlerin her hareketlerini gözetleyecek, dev gece görüşü teknikleriyle, şehirler ve milletler gece dahi gözetlenecekti.”

Geldiğimiz teknolojide bu tanımlanan aracın adı Heron olsa da, o dönem bu ad kullanılmadığından Anka adı verilmişti.
Bu fotoğraf da, 1922 yılında bir dergide yayınlanan Anka Kuşu, yani Heron.

Anka Kuşu’nun üzerindeki harflere ve sayılara biraz daha yakından bakılacak olursa şu detaylı göreceksiniz:
Bir yerinde : 10
Bir yerinde : T
Bir yerinde : 001
Bir yerinde : AN
Bir yerinde : KA
Bir yerinde yalnız : K
Bunlar birleştirildiği zaman: ANKA 10 T001 K
metni ortaya çıkıyor.

Kısacası Atatürk’ün o dönemlerde söylediği “Şimdilik bir K harfi yeterlidir. Bana vaad ettiğiniz işler yapılıp bitirildikten sonra imzamın geri kalan kısmını tamamlarım” sözünde verilen vaad yerine getirilmiş ve imza da tamamlanmıştır.

Yukarıdaki harf ve sayıların yan yana yazılmasıyla elde edilen ANKA 10 T001 Kemal Atatürk,
Türkiye’nin kendi ürettiği ANKA’nın seri numarası ile aynıdır.

10 T001 Kemal Atatürk.
Ve Atatürk’e verilen söz tutulmuş, proje hayata geçirilmiştir.

1922 yılındaki ANKA’NIN sağ alt köşesindeki imzaya daha yakından bakarsak eğer:
Atatürk’ün kullandığı 1922 yılındaki imza ile aynı olduğunu görebilirsiniz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakınındaki isimlerden Hacı Tevfik’in torunu, kütüphanecisi ve özel kalemi Nuri Bey’in oğlu Mustafa Kemal Ulusu'dan Atatürk'e ait önemli anektodları Abbas Güçlü ile Genç Bakış programında anlattı.
Neleri sevmezdi?
Diktatör değil, tek adamdı. Eşiyle pek severek evlenmediği ve asıl aşkının Fikriye Hanım olduğu bir gerçek.

Uyumadan 48 saat çalışırmış. Babam 5000’e yakın kitap okuduğunu söylerdi. Okuduğu her kitabı babam da okuyordu. Çünkü sorardı. Savaşlarda cephelerde bile tarih kitabı okurmuş.

Boyu 1.74, elleri çok ufak. Tıraşını kendisi olmazmış.

Fenerbahçeli fakat futbolla çok alakadar değilmiş.

Güreş’i çok severmiş. Zaman zaman köşke pehlivanları çağırarak güreştirir, para yardımları yaparmış.

İyi bir biniciymiş, yüzmeyi çok severmiş.

Silaha çok meraklı, iyi bir atıcıymış.

Yemekle çok arası yok. En çok kuru fasulye pilav sever.

Sürekli içer miydi?
Atatürk’ün her sofrasında içki olduğu söyleniyor. Böyle bir şey mümkün değil. Çalıştığı geceler kesinlikle içmezmiş.

Yanında hiç para taşımazmış. Yanındaki çalışanlarının hiçbirini zengin etmemiştir.

Fevzi Çakmak geleceği zaman sofrasında içki olmazdı. Ona karşı büyük saygısı vardı. Köşkte kapıda karşıladığı tek kişiydi.

Çok şık giyinirmiş. Ayakkabılarına çok dikkat edermiş. Kılık kıyafete çok dikkat ederdi. 1930’larda Adana’da, Karadeniz’deki kadınların kıyafetleri çok modern.

Babam ve şoförüyle gece yarısı köşkten çıkan biri. Kimseden korkmazdı. Halkın içindeydi.

Manevi kızı Afet İnan onun hayatında çok önemli.

Babam Atatürk öldüğü anda yanındaydı. Babam seve, öpe, okşaya fanilasını, iç çamaşırını kesiyor, ağzını siliyor. Bunlar hep babamdaydı.

Liderler öldükten sonra maskının alınması gerekiyor. Babam onu da yapıyor.

Atatürk ve din
Kuran-ı Kerim’i Türkçeleştiriyor.

Kuran okununca çok duygulanan, ağlayan bir insan. Babam bizzat gördüm derdi. Ayasofya’da Kuran okunduğunda Dolmabahçe’de naklen radyodan dinleyince gözlerinden şakır şakır yaş gelmiş.

Hazreti Muhammed’i en büyük komutan olarak biliyor ve söylüyor.

İslamiyet’e çok saygı duyarmış. Dolmabahçe Sarayı’nda sabahın gün ışıklarına kadar devam eden bir düğünde ezan vakti Atatürk manevi kızı Nebile’ye “Hadi bir ezan oku” diyor. Ve okumaya başlıyor. Babam “Tam yanı başındaydım, gözlerinden damla damla yaş aktığını gördüm” derdi.

Kimsenin kıyafetine karışmazdı. Batı’yı Türkiye’ye getirmeye çalışıyor. Benim babaannem çarşaflıydı. Köşkte çarşafıyla geziyordu.

İsmim O’nun vasiyeti
Bir gün babama “Ne mutlu sana bir ailen, yavruların var. Allah bana vermedi ama milletimin babalığını nasip etti, onunla avunuyorum. Biliyorum, erkek çocuk istiyorsun. Beni ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Ömrüm vefa etmez ise vasiyetimdir, adını Mustafa Kemal koy” diyor.

Soyadımızı da koymuştur. Dedem Hacı Tevfik’in denizci olması sebebiyle “Ulu Su” adını koymuştur.

Atatürk Etnografya Müzesi’ni hiç beğenmezdi. Orada o kadar uzun yıl kalmasını babam içine hiç sindirmiyordu. Babamın en çok üzüldüğü mevzudur oraya defnedilmesi.

Babam İnönü’ye kırgındı. Askeri dehasını takdir ederdi. Ama Atatürk’e karşı olan bazı yaşanmış olaylarını biliyordu. Atatürk kıskanılmayacak bir insan değildi. Atatürk, Celal Bayar’ı Başbakan yaptıktan sonra küslük başlıyor. İnönü hazmedemiyor.

Atatürk tamamıyla Batılı düşüncelere açık bir insan. İnönü daha tutucu!

Atatürk’ün İnönü’ye karşı bir vefası vardı. Çocuklarına o yüzden sahip çıktı.

Hasta olduğu dönemde, Atatürk İnönü’yü görmek istiyor. Ama İstanbul’a gelmesi önleniyor. Suikast yapılır diye.

Atatürk’ün çok sevdiği Florya Deniz Köşkü’ndeki hatıralarından Pera Palas’taki odasına, Şişli’deki Pembe Ev’den Dolmabahçe’deki Saray günlerine işte Ulu Önder’in İstanbul’u...
Atatürk’ün birbirinden değerli İstanbul anılarını, vefatının 77’nci yıldönümünde Deniz Köşkü’nde konuşmak üzere,İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi bölümünden Yrd. Doç. Dr. Hayrünisa Alp ile buluştuk.
Haberturk

-Atatürk’ün İstanbul’unu bize anlatır mısınız? İstanbul O’nun için ne ifade ediyordu?
İstanbul Atatürk’ün, hayatının belki de en mutlu günlerini geçirdiği şehir. Ayrıca birçok devrimi de bu şehirde gerçekleştirdi.

1899- 1919 ve 1927-1938 yılları arasında İstanbul’da geçirdiği her an anılarla dolu. Atatürk’ün ilk kez Harp Okulu’na başladığı günlerde geldiği İstanbul, hayatının önemli bölümünü geçireceği, kendisinde hayranlık uyandıran bir şehir halini aldı.

Manastır Askeri İdadisi’ni bitirdikten sonra 13 Mart 1899 günü bugün genel merkezi Ankara’ya taşınmış olan o zamanlarda Pangaltı’da bulunan Harbiye Mektebi’nde İstanbul’da okumaya başladı.

1900’lü yıllardan 10 Kasım 1938’de aramızdan ayrılışına kadar İstanbul’da pek çok anı yaşamış, tarihi günlere şahitlik etmiş, kendisi ve Türk milleti için tarihi baştan yazacak devrimlere İstanbul’da öncülük etmiştir.

‘SELANİK’TEN SONRA EN SEVDİĞİ ŞEHİR İSTANBUL OLDU
’ Yaz tatillerinde Selanik’ten İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Harbiye’ye gelişinde şöyle söylemişti: ‘Osmanlı Devleti’nin temellerinin daha hızlı çatırdamakta olduğunu bu sefer daha iyi hissettim...

Rumeli’de Sırp, Rum, Bulgar komitecilerini besleyen Ruslar buraları bizden bütünüyle koparmak çabasındalar, ordularımızın başında bulunan komutanlar aciz. Abdülhamid ise Avrupa’nın politikasından bütünüyle habersiz.’

Trablusgarb savaşı için henüz yola çıkmamış Selanik’te Beyaz Kule’de sınıf arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy) ile konuşurken ‘Müteessirim doğup büyüdüğüm Selanik acaba Türklerin elinde kalacak mı?...

Ah, Selanik, seni bir daha Türk olarak görebilecek miyim?’ derken gözlerinden yaşlar süzülmüştü. Balkan Savaşları sonrası elden çıkan Selanik’in Misak-ı Milli sınırları dışında kalması Atatürk’ün ömrü boyunca içinde bir ukde olarak kalacaktı.

İstanbul, zaman içinde Selanik’ten sonra en sevdiği şehir oldu. Trablusgarb Savaşı’ndan sonra artık tekrar Selanik’e dönmedi. Zübeyde Hanım ve Makbule Hanım da Beşiktaş’taki Akaretler’de 76 numaralı eve yerleşti.

KURTULUŞ MÜCADELESİNİ ŞİŞLİ’DEKİ PEMBE EV’DE PLANLADI
Kurtuluş mücadelesine başlayacağı 3 Kasım 1918 günü Üsküdar’dan kayığa binen önder, o gün ‘Düşmanlar geldikleri gibi gidecekler’ demişti.

Bir tevafuk eseri Mustafa Kemal’in İstanbul’a geldiği gün boğaza demirleyen İngiliz, Fransız, Yunan ve İtalyan kuvvetlerinden oluşan 54 parçalık donanma 3 senelik zaman zarfında geldikleri gibi gitmek zorunda kalmışlardı.

İlkin ülkenin çok da parlak görünmeyen geleceğini İstanbul’da birtakım kurtuluş çareleri araştırarak geçirdi Atatürk. 3 Kasım 1918’den 16 Mayıs 1919’a kadar geçen 6 aylık süreçte “Şişli’deki Pembe Ev”de kaldı.

Buradan sık sık yürüyerek Süleymaniye’de İsmet Bey’in (İnönü) konağına gelip silah arkadaşlarıyla ülkenin geleceğine dair planları konuşuyordu.

Günümüzde İstanbul Üniversitesi’nin Rektörlük binası olarak kullanılan bina o dönemde Harbiye Nezareti (Genelkurmay Başkanlığı) olarak kullanıldı. Göreviyle ilgili yazışmalar ve görüşmeler için sık sık buraya geliyordu.

Pera Palas’ın ardından Halep’te tanıştığı Hıristiyan bir aile Arap Salih Fansa’nın Beyoğlu’ndaki konağında bir ay kaldı ve bayan Fansa işte bu süreçte Şişli’deki pembe evi O’nun için kiraladı.

‘MİLLİ MÜCADELESİNE TANIKLIK EDEN ÖZEL BİR KENT’
Atatürk bu dönemde annesi ve kız kardeşi Makbule Hanım ile yaşamak yerine yalnız yaşamayı tercih etti. Nedeni ise annesinin oğlunun iyiliğini düşünerek devamlı surette onu uyarmaya çalışması oldu

Öyle ki Zübeyde Hanım bir gün Şişli’deki pembe evde Mustafa Kemal’in arkadaşlarıyla konuşmalarına şahit olur ve oğlunu; “Yedi evliya kuvveti olan padişahımız efendimize sen ve arkadaşların isyan mı edeceksiniz, aman oğlum!” diye uyardı...

Milli Mücadele’yi hazırladığı bir başka mekân da Beyoğlu’nda Bursa Sokağı’nda Madam Corinne’in evi. Cenova doğumlu İtalyan Madam Corinne, Beyoğlu Bursa Sokak’ta bugünkü Sadri Alışık Sokak’taki 4 katlı 36 numaralı konağını kulüp haline getirmişti.

Burada Corinne piyano çalar Namık Kemal’in torunu Cezmi kemanıyla ona eşlik ederdi. Selim Sırrı (Tarcan), Abdülhak Hamit Tarhan ve eşi Lüsien de bu kulübe devam eden entelektüeller arasındaydı.

Corinne ve Mustafa Kemal 1916’ya kadar Fransızca olarak mektuplaşmıştı.

Corinne çoğu zaman Mustafa Kemal’in imla hatalarını da düzeltirdi. Mustafa Kemal henüz İstanbul’dayken evi İngilizler tarafından basılmış ve duvarda asılı Mustafa Kemal’in resmini indirmişlerdi.

Madam Corinne, Mustafa Kemal Anadolu’ya geçtikten sonra sürekli tahkikata maruz kaldığından İtalya’ya kaçmak zorunda kalmıştı.

Atatürk’le mektuplaşmaları uzun yıllar sürdü. Bu mektuplar, Cumhuriyet Kitaplığı’nda kitap olarak da basıldığı gibi 21 Kasım 1954-6 Aralık 1954 yılları arasında Milliyet Gazetesi’nde tefrika olarak yayınlandı.

O'NUN İÇİN ÖZGÜRLÜĞÜN VE MUTLULUĞUN ADRESİYDİ
Atatürk her işin uzmanından faydalanması gerekliliğinin bilincinde okuma âşığı bir karakterdi.

Özellikle çok önem verdiği dil ve tarih çalışmalarında konunun uzmanı araştırmacıları bir araya getirmek amacıyla topladığı kongrelerle İstanbul’un bir kültür başkenti olma özelliğini korumasına katkı sağlayacak çalışmalar yaptı.

1930 ve 1932 yıllarında gerçekleşen kongrelere dünyanın her yerinden ve bütün Türkiye’den konunun uzmanı akademisyenleri çağırdı. Büyük toplantılarda ilk tercihi İstanbul oldu.

ÖZGÜRLÜKLER ŞEHRİYDİ
İstanbul Atatürk için bir özgürlük kentiydi. Dolmabahçe Sarayı günlerinden birinde, Atatürk saraydan kaçıp Beşiktaş’taki balıkçılar kahvehanesine gider, daha çok Rum balıkçıların olduğu kahvede hürmetle karşılanıp...

...muhabbet ederken Ata’nın güvenliğinden sorumlu İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ uykusundan uyanıp Atatürk’ün sarayda olmadığını fark eder. Bütün saray karış karış aranır.

Gazi’nin denize düşmüş olma ihtimaline karşı deniz aramalarına dalgıçlar bile getirilir. Atatürk bir gün de; Yaveri Nuri Conker ile Florya’dan köşkün tüm nöbetçilerini atlatarak kaçmıştı.

Her fırsatta İstanbul’u daha fazla hissetmek, hayranı olduğu bu kentte biraz daha özgürce vakit geçirebilmek için böyle sürpriz kaçışlar yapardı. Bu nedenle İstanbul onun için bir özgürlükler şehriydi...

EN GÜZEL ANILARINI FLORYA’DAKI KÖŞKÜ’NDE YAŞADI
Atatürk Florya’da manevi kızı Ülkü ile vakit geçirmeyi çok severdi. Ülkü Adatepe’nin yeri çok ayrıydı. Florya’da Ülkü’yle denize girer, kumsalda vakit geçirirdi.

Bu evde odasına en yakın oda da yine Ülkü’nün odasıydı. Her türlü çocukluk kaprisini sevgiyle karşıladığı Ülkü bir gün Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün siyah ayakkabılarını kahverengine boyamış bunu yaparken de yakalanmıştı.

Atatürk “Boyamayı sevdiğine göre artık sana boya kalemleri alalım bundan sonra resimleri boyarsın” demişti. O günden sonra minik Ülkü boya kalemleriyle resim yapmaya devam etmişti.

ATATÜRK’ÜN EN ÖNEMLİ ANLARI İSTANBUL’DA GEÇTİ
Atatürk için özel bir kent olan İstanbul en önemli olayların da şahidi oldu. İstanbul’da bulunduğu sürelerde Atatürk akademisyenlerle görüşmüş...

... müze açılışları, deniz manevraları, prens ve prenses kabulleri yapmış, gazetecilere röportajlarını bu kentte vermişti. Türk-Yunan dostluk görüşmeleri, tarih ve dil konuları üzerinde çalışmaları, Florya ziyaretleri...

...çok sevdiği halkıyla buluşmaları, Savarona yatında geçen 65 günü ve nihayetinde Dolmabahçe Sarayı’nın 71 numaralı odasında geçirdiği tedavi evresi ve vefatı dahi İstanbul’da olmuştu.

HAYATI GÖRÜŞMELERE PERA PALAS ŞAHİTLİK ETTİ
İstanbul Beyoğlu’nda yer alan Pera Palas Hotel bundan yıllar önce önemli bir misafir ağırladı.

Ulu Önder Mustafa Kemal’in 1917’den itibaren pek çok kez evi gibi kullandığı 101 numaralı oda O’nun en önemli görüşmelerine şahitlik etti.

İSTANBUL'DA BULUNDUĞU MEKANLAR
-Dolmabahçe Sarayı
-Florya Deniz Köşkü
-İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası / Dönemin Harbiye Nezareti

-Harbiye Mektebi: Bugün İTÜ Maçka Kampüsu’nun olduğu bina
-Şişli’deki Pembe Ev
-Fansa’ların evi

-Pera Palas Oteli
-Zübeyde Hanım’ın Akaretler’deki evi
-Polonezköy’deki evi

"AŞKIMIZIN KUTSİ VE YÜKSEK MİHRABI"
-İstanbul, bizim tarihimizin ve uygarlığımızın bir özetidir.

-Dört beş yüzyıllık millî çalışmamızın verimi bu güzide şehrimizde toplanmıştır. Millî yeteneğimizin devamlı ve güzel birer belirtisi olan bunca anıtlar ve kuruluşlar hep oradadır.

-İstanbul, millî mücadelemizin devamı müddetince millî ve vatanî aşkımızın kutsî ve yüksek bir mihrabı olmuştur. Bundan sonra da hiçbir olay, hiçbir kuvvet, ruhumuzu bu kutsal mihraptan çeviremeyecektir.




