Gazete Vatan Logo
Futbol Adalet isteyen kim?

Adalet isteyen kim?

Adalet mi istiyoruz yoksa asıl derdimiz tuttuğumuz üç takımın sırayla kazanması mı? Pazar gecesi ligimizin makyajı aktı, gerçek ortaya çıktı

Kızıla boyanan "tarihi" Beşiktaş-Samsunspor maçı, aslında futbolumuzun röntgenini çeken ve bir yığın arızayı ortaya seren bir 85 dakikaydı. Ligimizi nasıl hastalıklı bir düzene mahkum ettiğimizin ve kronikleşen bu illetten, hep birlikte nasıl tuhaf bir haz aldığımızın göstergesi...

Bir an için formaları değiştirelim; Beşiktaş Samsun olsun, Samsun da Beşiktaş... Ama pozisyonlar aynı kalsın. Mesela, Pancu'nun faul diye isyan ettiği darbeye maruz kalan futbolcu Samsunlu olsun, dönen topta Beşiktaş bir gol bulsun.. Kartlarda faulleri yapanlar da hep kırmızı-beyazlı diyelim...

Ne olurdu? Kararlar böyle tartışılmazdı. Daha da önemlisi, ilk yarıyı 8 kişi tamamlayan Samsun, ikinci yarıda tonla gol yer ama sonuna kadar oynar, tribünler zevkten çıldırır, kuralları harfiyen uygulayan hakeme övgüler düzülür, maç istatistiklerde yerini alır, hayat devam ederdi. Yıllardır olduğu gibi!

Cem Papila, kuralları uyguladı, gördüğünü çaldı (çoğunda da haklıydı) ama olay çıktı. Beşiktaşlı futbolcular "maç bitmesin diye" 4. ve 5. kartları gördüler, rezaleti saha dışına, TV stüdyolarına, gazete manşetlerine taşıdılar. Neden? Çünkü oralarda daha güçlü olduklarının farkındalar. Ve bu ülkede kuralların, güçlüden yana eğilip bükülebileceğini bal gibi biliyorlar. Oysa o maç bir UEFA randevusu olsa ve ilk yarıda aynı kartlar çıksa, ikinci yarıda Beşiktaşlılar iki kişi daha eksilmek için uğraşıp dururlar mıydı? Yeri gelmişken söyleyeyim, Beşiktaş'ın yerinde F.Bahçe ya da G.Saray da olsa bu tablo değişmeyecek, onlar da aynı "mızıkçılığa" başvuracaktı. Hiç şüphem yok.

Neyi arıyoruz?
Geçen hafta İbrahim Seten, VATAN okurlarına sormuştu bu sütunlardan; "Çiçekleri, böcekleri mi istiyorsunuz, gerçekleri mi?" diye... Kimse gerçekleri istemiyor İbrahim. Gerçeklerin "acıtacağını" herkes biliyor. İstiyoruz ki, taraftarı olduğumuz kulübün değil, onun rakibinin kirli çamaşırları, borçları, beceriksizlikleri çıksın ortaya, ama sıra "bizimkine" gelince herkes sus-pus olsun.

Kabul edelim artık; biz futbolda kuralların hassasiyetle uygulanmasını da istemiyoruz. Adalet ister gibi görünüp, adaletin terazisinde kefe bizden yana ağır bassın diye yanıp tutuşuyoruz. Tek arzumuz, taraftarı olduğumuz renklerin kazanması. Hepimiz "Fener-Gassaray-Beşktaş"lıyız zaten... Bu üçlü dışında birilerine gönül verene meczup muamelesi yapıyoruz. Onlara ne olduğu, kimimizin "küçükler" diye tanımladığı o ekiplerin haksızlığa uğrayıp uğramadığı, umurumuzda bile değil. Trabzonspor'un 1976 ile 1984 arasına 6 şampiyonluk sıkıştırıp, İstanbul'u ürperttiği günden beri böyle bu... Ligimiz 3 takımın çiftliği, gerisi figüran. "Büyükler" hemen her maça 1-0 galip başlıyor, para-pul, medyadaki destek, siyasi güç yetmezmiş gibi, bir de hakemin takdir hakkını alıyorlar arkalarına. Bunu gören futbolcular da, bir an önce kendilerini "Fener-Gassaray-Beşktaş"a atmaya çalışıyor. Daha çok ve daha kolay kazanmak için!

Psikolojik faktör
Pazar gecesi ekranlarda bazı yorumcular ''Hakemlik demek ille de kuralları uygulamak değil ki... Biraz da insan psikolojisinden anlayacak, futbolcuyu sahada tutmaya çalışacaksın" gibisinden cümleler kurdu. İşte, Türkiye'de "adaletsiz" futbolun sığındığı yer, tam da burası: Psikoloji!

Bu psikolojik etkenler masalıyla "Fener-Gassaray-Beşktaş"ın oyuncularına kurallar bir başka uygulanıyor nicedir. Çünkü, insan psikolojisinden anlamak gerek! O anda tribünlerin psikolojisi, hakeme kuralı uygulaması halinde anasının ağlayacağını haykırıyor. Adamcağız kulağını tıkasa bile, ertesi günkü gazeteler gözünün önüne geliyor. Onu da bir kenara koysa, ileride maç alamayacak, bunun farkında. Ve bu "psikolojik" düzen yıllardır sürüp gidiyor. Sonra da "Neden Avrupa'da düdük çalan hakemimiz yok?" diye soruyoruz.

İlhan Mansız'ın Londra'daki Chelsea maçında gördüğü ikinci sarı kartı anımsayın. Hareket nasıl aptalca, kart ne kadar haklıydı, değil mi? Peki, bu kartı Türkiye'de bir hakem çıkarabilir miydi? Elbette hayır. Örnek bu kadar netken, ligimizde "kuralların uygulanabileceğim" söyleyebilir miyiz? Ancak Cem Papila gibi, nerede yaşadığının farkında olmayan körpe bir hakem, evet cevabı verebilirdi bu soruya... O da bildiğini yaptı ve olanlar oldu.

Bizim bütün istediğimiz "oyun içinde oyun"... 18 takım oynasın, tuttuğumuz 3 takım sırayla kazansın, kalanlar kareyi tamamlasın, bu garip oyun için rakibin gözünü korkutan statlar inşa edilsin, gerekirse kurallar da "psikolojimiz göz önüne alınarak" yeniden yazılsın derdindeyiz.

Kusura bakmayın ama bunun adı lig değil, Hisseli Harikalar Kumpanyası olur ancak

Haberin Devamı