Gazete Vatan Logo

Hakim ve jüri üyelerinden gizlediler! Korkunç cinayet yeniden dünya gündeminde... 36 yıl sonra flaş gelişme! 'Tarihe geçecek bir andı'

Beş çocuk babası Arthur Easton, ailesiyle huzur içinde otururken evine giren bir kişinin saldırısı sonucu yaşamını yitirdi. Sonrasında açılan soruşturmada ve mahkeme sürecinde yapılan yanlışlar ise hukuk kitaplarına girmeyi hak ediyordu. 36 yıl önce yaşanan o olay geçtiğimiz günlerde yeni gelişmelerle birlikte bir kez daha dünyanın gündemine oturdu. İşte detaylar...

Hakim ve jüri üyelerinden gizlediler! Korkunç cinayet yeniden dünya gündeminde... 36 yıl sonra flaş gelişme! 'Tarihe geçecek bir andı'

Yeni Zelanda'nın Papakura şehri, 13 Ekim 1985 tarihinde korkunç bir olaya sahne oldu. Yeni Zelanda Posta Hizmetleri'nde şef teknisyen olarak görev yapan 52 yaşındaki Arthur Easton ve iki oğlu akşam saat 20.00 sularında evlerine giren bir yabancının saldırısına uğradı.

Arthur ile 18 ve 16 yaşlarındaki oğulları Brendan ve Kim eve giren kişiyle epey bir boğuşmuş, Baba Easton bu sırada bıçaklanmıştı. Beş çocuk babası Easton olay yerinde kan kaybından yaşamını yitirdi, Brendan ve Kim ise sağ kurtulmayı başardı.

Çocuklar verdikleri ifadede eve giren kişiyi kendi boylarında (180-182 santimetre civarı) bir siyahi olarak tarif etti. Civardan geçen üç sürücü de Maori kabilesi mensubu olabileceğini düşündükleri siyahi bir kişinin Easton'ların evinden şüpheli bir biçimde koşarak kaçtığını söyledi.

Brendan ve Kim boğuşmanın sonlarına doğru saldırganın elindeki silahın bir süngü olduğunu görmüş ve bunu da polise bildirmişti. Nitekim evin çevresinde yapılan aramalar sonucu da bir adet süngü, bir de saldırganın kafasından çıktığına inanılan bir yün bere bulunmuştu.

Haberin Devamı

Tanıkların ifadeleri ve adli bilimler uzmanlarının çıkarımları bir araya getirilerek bir saldırgan portresi çizildi. Polisin aradığı kişi güçlü kuvvetli, uzun boylu, sağ elini kullanan bir Maori'ydi. Ancak nihayetinde göz altına alınan kişi utangaç, astımlı, solak bir Avrupa asıllı Yeni Zelandalı olan Alan Hall oldu.

23 yaşındaki Hall, ailesinin Papakura'daki evinin bahçesine inşa edilmiş bir kulübede kalıyordu. Polis tarafından bulunan İsveç ordusuna ait süngü ve yün bere, Hall'a aitti. Hatta Hall bu gerçeği kapısını rutin mahalle taraması esnasında kapısını çalan polislere kendi ağzıyla söylemişti.

Alan'ın 1986'dan bir fotoğrafı

Ancak bu eşyaların, bulundukları yere nasıl gittiğini bir türlü anlatamıyordu. Bir "Kayboldu" diyordu, bir "Çalındı"… Arada bir de "Ben attım onları" diyordu. Üstelik saldırının yaşandığı gece tek başına yürüyüşe çıkmıştı ve kendisinin olay sırasında nerede olduğuna dair şahitlik edebilecek kimse de yoktu.

Haberin Devamı

ŞÜPHELENMEK İÇİN YETERİNCE NEDEN VARDI AMA…

Sözün kısası polisin Hall'dan şüphelenmesi için hiç neden yok değildi. Ancak mahkemeden "suçlu" kararının çıkabilmesi için makul şüphenin ötesine geçilebilmesi gerekiyordu ve bu açıda bakıldığında polisin de işi kolay görünmüyordu.

Olay yeri inceleme ekipleri Hall'un orada olduğuna işaret eden en ufak bir kanıt bulamamıştı. Ne bir damla kan vardı ne yün bereden düşmüş bir tüy ne de bir parmak izi... Dahası boğuşma sırasında Easton'ın oğullarından biri eve giren kişinin kafasına vura vura bir squash raketi kırmıştı. Bunun kişinin kafasında bir iz bırakmaması imkânsızdı. Ama Hall'un iş yerinde birlikte çalıştığı hiç kimse olay gününün ertesi sabahında böyle izler gördüğünü hatırlamıyordu.

Brendan ve Kim de boğuştukları kişinin Hall olmadığından emindi. Yukarıda da dediğimiz gibi, onlar saldırganın uzun boylu ve siyahi olduğunu söylüyordu. Ancak ne Easton'ın oğullarının ne de olay yerinden geçen sürücülerin verdikleri eşkal dikkate alındı. Hatta savunma makamı, yargıç ve jürinin bu ifadelerden haberi bile olmadı.

Haberin Devamı

"KATİLİ GÖRDÜM" DİYENİN İFADESİNİ DİKKATE ALAN OLMADI

En önemli tanıklarından biri Ronald Turner'dı. Turner şüpheliyi polis köpeklerinin arama yaptıkları noktanın yakınlarında görmüştü. Ardından radyoda Arthur Easton cinayetiyle ilgili haberi duyunca hemen polisi aramış ve "bir Maori erkeği" gördüğünü söylemişti. Hatta ertesi gün verdiği yazılı ifadesinde de adamın etrafına bakınmakta olduğunu ve koşarak iki evin arasında kaybolduğunu anlatmış, "Benim olduğum tarafa döndüğünde koyu derili olduğunu kesinlikle gördüm, beyaz değildi" demişti.

Polis dört ay sonra Turner'ın kapısını yeniden çaldı. O noktada Hall soruşturmanın bir numaralı şüphelisi haline gelmişti ve polisin bunu destekleyecek kanıtlara ihtiyacı vardı. O yüzden Turner'a emin olup olmadığını sordular. Turner ifadesinde, "Maori olduğuna yüzde 100 eminim. Pakeha (Avrupa kökenli beyaz Yeni Zelandalı) olduğunu düşünmüyorum, esmer bir Pakeha bile olamaz" ifadelerini kullanmıştı.

Haberin Devamı

Ancak bu ifade de yargıca, jüriye ve Hall'un avukatlarına ulaşmadı. Savcılığın dosyalarında Turner'ın ifadesinin ten rengi ve etnik kökene ilişkin tüm kısımları atılmıştı. Turner duruşmalar sırasında da kürsüye çıkarılmadığından ifadesinin çarpıtıldığından kendisi dahil kimsenin haberi olmadı. Dolayısıyla yargılama sürecinin sonucu kimseyi şaşırtmadı. 1986 yılı başlarında sonlanan yargılama süreci sonucu mahkeme, Hall'u suçlu buldu, genç adam 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Hall, 8 yıl 9 ay hapis yattıktan sonra Haziran 1995'te ortasında şartlı tahliye edildi. Ancak 2012 yılında şartlı tahliye koşullarını ihlal ettiği gerekçesiyle, cezasının kalanını da çekmek üzere yeniden cezaevine gönderildi. Hall geçtiğimiz Mart ayında serbest kaldı.

 

Shirley, Alan ve Geoff Hall

90'ların başında gazeteci Pat Booth, Hall hakkında verilen hükme ilişkin soru işaretlerini gündeme getirdi. 2009 yılında ise Bryan Bruce (fotoğrafta sağda) Hall'u "The Investigator" isimli televizyon programında konu etti. Bruce, Hall için "Bu program kapsamında araştırıp masum olduğuna inandığım ilk kişi" ifadesini kullanıyordu.

Alan Hall'un Albert Easton'ı öldüren kişi ilan edildiği an, sadece kendisi için değil tüm Hall ailesi için travmatik bir olaydı.

Karar açıklandığı sırada mahkeme salonunda olan Hall ailesi üyeleri, bir kelime bile etmeden otomobillerine binip evlerine dönerken elektrik şoku verilmiş gibiydi. Alan'ın küçük kardeşi Geoff Hall, geçtiğimiz günlerde Guardian'a yaptığı açıklamada o anları, "Kanınız çekiliyor, gözleriniz kararıyor, etrafınızdaki her şey bulanıklaşıyor" sözleriyle tarif etti.

Polisin çizdiği "katil Alan Hall" portresiyle Geoff'in tanıdığı Alan birbirine hiç benzemiyordu. Ailesinin gözündeki Alan Hall, bütün parasını evlerinin arka bahçesine plastik bir havuz almak için biriktiren ya da annesinin hayatını kolaylaştırmak için ona mikrodalga fırın hediye eden sevecen bir adamdı. Geoff, "Onların gördüğü ama benim göremediğim ne var" diye düşünüyordu.

Zaten Hall ailesini Alan hakkında verilen hükme karşı savaşmaya iten de yaşadıkları "Bu işte bir yanlışlık var" hissi oldu. Tam 36 yıl süren bu savaş, geçtiğimiz hafta Yeni Zelanda Yüksek Mahkemesi'nin Hall'a verilen mahkûmiyet kararını bozmasıyla sonuçlandı.

"Adli süreçlerde çok büyük yanlışlar yapıldığını" belirten Baş Yargıç Helen Winkelmann, mahkemede yaptığı konuşmada, savcılığın kabul edilmiş standartlardan sapmasının "ya aşırı beceriksizliğin ya da bir hüküm çıkmasını garantilemek amacıyla kasıtlı ve hatalı bir strateji uygulanmasının sonucu olabileceğini" söyledi.

ÜZÜNTÜYLE KARIŞIK BİR MUTLULUK HİSSİ

Sicilindeki lekeyi temizleme mücadelesi, Hall'un kendisine ve ailesine hem duygusal hem psikolojik hem de ekonomik anlamda büyük yükler getirdi. Hayatının geri kalanını oğlunun masumiyetini kanıtlamaya çalışmakla geçiren Anne Shirley Hall, dedektiflik masraflarını karşılayabilmek için Papakura'daki evini dahi satmak zorunda kaldı. Shirley Hall, 2012 yılında hayatını kaybetti.

Geçtiğimiz hafta Yüksek Mahkeme'nin Hall hakkındaki hükmü iptal edip karara ilişkin temyiz ve yeniden yargılama yolunu kapattığı dakikalarda Geoff ve kardeşleri 1986 yılında yaşadıklarının tam tersi hisler içindeydi. Geoff, "Hepimiz ayağa kalktık ve alkışladık" dedi ve ekledi: "Sükunetimizi korumaya çalışsak da içimizde havai fişekler patlıyordu. Tarihe geçecek bir andı ve bütün ailemizin orada olması önemliydi."

Geoff, Alan'ın ne hissettiğini dışa vurmayan bir insan olduğunu belirtti. Bunun ağabeyinde 2019 yılında teşhis edilen otizmden kaynaklandığını düşünen Geoff, "Duygularını ne çok yüksek ne de çok düşük yaşıyor. Diğer insanlar gibi ağlayıp kahkaha atmıyor. Karar onun için önemliydi ama ortalıkta koşuşturup 'Özgürüm! Özgürüm!' diye de bağıracak değildi. Doğrudan rutinine döndü" ifadelerini kullandı.

Hall kardeşler çocukluk yıllarında bir arada

Ancak ailenin mutluluğuna ve rahatlamasına karışmış bir üzüntü de yok değildi. Bu geçmesi mümkün olmayan üzüntü, adalet sisteminin Hall ve ailesini yıllar boyunca maruz bıraktığı travmadan kaynaklanıyordu.

Geoff, "Eğer bu karar Alan'ın hüküm giymesinden sonraki 10 yıl içinde çıkmış olsaydı kesinlikle çok sevinirdik. Ama birçok engelden sonra düşünme biçiminiz değişiyor, durumu kabullenmeyi öğreniyorsunuz ve Alan'ın başına gelenlerin yarattığı dehşete karşı duyarsızlaşıyorsunuz" ifadelerini kullandı. Yine de Alan için savaşmanın hayatlarına bir anlam kattığını belirten Geoff, "Sabah uyandığınızda kendi kendinize 'Yapacak önemli işlerimiz var' diyorsunuz" diye konuştu.

YENİ ZELANDA MASUMİYET PROJESİ AİLEYE YARDIMCI OLDU

Mahkemenin kararında yargılama süreçlerinde yapılan büyük yanlışlar tek tek sıralandı. Dört görgü tanığının ifadeleri dosyalara dahi girmezken yargıcın jüriye "Bu özellikle önemli" dediği Turner'ın ifadesindeki en önemli detayların, yukarıda da dediğimiz gibi, savcılık dosyalarından çıkarıldığı kararda vurgulandı.

Dahası polislerin 2019 yılında otizm teşhisi alan Hall'u sorgularken benimsediği tutumun da baskıcı ve adil olmaktan uzak olduğu belirtildi. Hall'un fazlasıyla uzun süreler boyunca ifadesi alınırken odada bir avukat bulunmadığı detayı da mahkeme kararında yer aldı. Bu gerçekler Hall ailesinin Resmi Enformasyon Yasası kapsamında yaptığı sayısız başvurunun sonucunda ortaya çıktı.

Gerçeklerin gün yüzüne çıkmasında Yeni Zelanda Masumiyet Projesi de önemli bir rol oynadı. ABD'deki aynı isimli çalışmadan ilham alan Masumiyet Projesi kapsamında Victoria ve Otago Üniversitelerinden akademisyenler ve öğrenciler, özellikle polislerin kanıtları manipüle etmesi sonucu ortaya çıkan adaletsiz yargı kararları üzerine gidiyor.

Projenin direktörü Dr. Matthew Gerrie, 2011'de NZ Herald gazetesine yaptığı açıklamada, Hall için, "Bir kenarda elini kolunu bağlayıp oturmuyor ama çok basit bir insan olduğunu size söyleyebilirim" diyor ve ekliyordu: "Annesinin ve kardeşlerinin çabası olmasa hiçbir şey olmazdı. Karar nedeniyle çok üzgün ama kendini savunacak bilişsel kapasiteye sahip değil."

Hall davasını 2008'de gündemine alan ve üç yıl boyunca tüm delilleri tekrar tekrar gözden geçiren Masumiyet Projesi, daha sonra Hall'un affedilmesi için çeşitli yerel yöneticiler nezdinde girişimlerde bulundu. Dr. Gerrie, o günlerde "Şahsi fikrim bunun Yeni Zelanda adalet sisteminin en şoke edici davalarından biri olduğu yönünde. Davada birçok sorun vardı ve biz bunlar hakkında ancak yakın zamanda yani hüküm verilmesinden çok uzun yıllar sonra haberdar olduk. Bu dava hak ettiği dikkati çekmedi" diyordu.

"ARTHUR EASTON'A İKİ KEZ YANLIŞ YAPILDI"

Projenin odaklandığı nokta görgü tanıklarının ifadelerinde yer alan Maori detayıydı. Hall ailesinin tuttuğu dedektiflerin Turner'a ulaşıp gerçek ifadesinin mahkeme dosyalarına girmediğini ortaya çıkarması da önemli bir gelişmeydi.

Turner dava başlamadan önce kapısına gelen polislerin elindeki ifade tutanaklarını okumadan imzaladığını belirttiği yeminli ifadesinde, "Teşhis ettiğim kişinin Maori ırkına ait olduğu yönündeki sözlerimin resmi ifademden çıkarıldığını görüyorum" diyor ve şöyle devam ediyordu:

"Benim böyle bir niyetim yoktu ve bu sözlerin ifadenin dışında tutulduğunu bilmiyordum. Çok şaşkınım çünkü polis bu konuda bana uzun uzun sorular sordu. Hâlâ o gece gördüğüm kişinin Maori olduğuna inanıyorum, mahkemeye çıkarıldığım takdirde de bunu söylerim. İfademin bir Avrupalının hüküm giymesine neden olduğunu öğrendim. O gece koşarak kaçan kişinin Avrupalı olmadığından eminim."

Hall ise 2011'de NZ Herald'a yaptığı açıklamada ürkek bir tavırla, "Arthur Easton'a iki kez yanlış yapıldı. Onun öldürülmesini masum bir adama hüküm giydirmek için kullandılar" derken istediği şeyin siyasi makamlardan gelecek bir af olmadığını şu sözlerle anlatıyordu: "Tek istediğim yeniden mahkemeye çıkmak ve bütün hikâyenin anlatıldığı bir davada yargılanmak."

BİR SAVAŞ BİTTİ, YENİ BİR SAVAŞ BAŞLIYOR

Bütün hikâyenin ortaya çıkması için 11 yıl daha geçmesi gerekti ancak henüz adalet yerini tam olarak bulmuş değil. Peki şimdi ne olacak?

Hall ailesi bu soruya "Henüz hiçbir şey bitmedi" diye yanıt veriyor. Geoff Hall, Guardian'a yaptığı açıklamada "Şimdi de 'Neden böyle bir şey yaşandı ve asıl katil kimdi?' sorularına odaklanacağız" diye konuştu.

Nitekim Yeni Zelanda Adalet Bakanı Una Jagose de "adli yanlışları çok ciddiye aldığını" belirterek olay hakkında Nicolette Levy yönetiminde bir soruşturma başlattığını duyurdu. Jagose, "Bay Hall'un, Bay Easton'ın ve iki ailenin adalet sistemi tarafından neden ve nasıl hayal kırıklığına uğratıldığını bulmakta kararlıyım" dedi.

Bu soruşturma Yeni Zelanda tarihinde bir ilk olacak zira daha önce savcılığın kendi hata ve yanlışlarına odaklandığı bir örnek bulunmuyor.

Alan Hall ise kendisinden çalınan 36 yılın tazminatını istemeye hazırlanıyor. Hall'un avukatı Nicholas Chisnall, kararın açıklanmasından sonra yaptığı açıklamada, tazminat talebinin meblağına dair net bir şey söylemedi ancak geçmişte ödenen benzer tazminatların çok üzerinde olacağını belirtti.

Yeni Zelanda hukuk tarihinde bugüne kadar bilinen en yüksek tazminat ödemesi 2015 yılında Teina Pora'ya yapıldı. Kurbanını tecavüz ettikten sonra öldürdüğü suçlamasıyla hüküm giyen Pora, 21 yılını hapiste geçirdi. Pora masumiyeti ortaya çıktıktan sonra 3,5 milyon Yeni Zelanda doları (yaklaşık 38 milyon Türk lirası) tazminata layık görüldü. Pora'ya tazminat ödendiğinde her yıl için 100 bin dolar sınırı vardı. Bu meblağ 150 bin dolara yükseltildi. Hall'un tüm hikayesinin 36 yıla yayılmış olması da miktarı artırıyor.

AİLELER HESAP SORULMASINI İSTİYOR

Geoff Hall, savcılığın hızla soruşturma başlatma kararını memnuniyetle karşıladıklarını belirterek, "Umarım polisler ve savcıların yemin altında ifadeleri alınır. Çünkü benim gördüğüm kadarıyla her açıdan yanlış olduğu açık şeyler yapıldı" dedi.

Ağabeyinin bir özür beklentisi içinde olmadığını da ifade eden Geoff, "Onun için asıl anlam ifade edecek şey cinayet soruşturmasının yeniden başlatılması ve bunu yapan sorumluların soruşturulması" ifadelerini kullandı.

Peki ya Arthur Easton'ın ailesi?

Geoff, Easton'ın ailesinin de acı çektiğini çünkü adaletin yerine geldiğini görmediğini belirterek, "Onlar da bunun kurbanı ve maalesef biz savaşımızı verirken onlar da acı çekmek zorunda kaldı. Çünkü adalet sistemine inandılar, polise inandılar ve sonunda bu inançlarının yanlış olduğunu anladılar" dedi.

Easton'lar da yaptıkları açıklamada Alan Hall'un cezasının iptalini "sadece Alan'a değil tüm ailesine verilen büyük zararı düzeltmek için atılmış bir ilk adım" olarak nitelendirerek, "Kalbimiz Alan'la, merhum annesiyle ve ailesiyle" dedi.

Yargılama süreçlerindeki yanlışlıkların kendilerini şoke ettiğini de belirten Easton'lar, "Hukuk sistemine güvendik ve bu sistem iki aileyi de hayal kırıklığına uğrattı. Tam bir soruşturma gerçekleştirilmesi bağlamında biz de Hall ailesini destekliyoruz" vurgusu yaptı.

Guardian'da yayımlanan "A brother’s 36-year fight against one of New Zealand’s worst miscarriages of justice" ve"Alan Hall case: New Zealand begins unprecedented inquiry into ‘significant miscarriage of justice’", Stuff'ta yayımlanan "Arthur Easton's family react to quashing of Alan Hall murder conviction" ve NZ Herald'da yayımlanan "Arthur Easton case: The missing evidence" başlıklı haberlerden derlenmiştir. Hürriyet/Sevin Turan