İlk hedef, son hedef değil

Yine bir Mart ayıydı ve 2000 yılıydı. G.Saray Şampiyonlar Ligi’nden elenmiş, UEFA Kupası’nda prestij aramaktaydı. İlk eşleşmedeki rakibi Bologna’yı 2-2 ve 2-1’lik skorlarla elemişti ama bu başlangıçta biraz sıkıntı da yaşamıştı

Haberin Devamı

Yine bir Mart ayıydı ve 2000 yılıydı. G.Saray Şampiyonlar Ligi’nden elenmiş, UEFA Kupası’nda prestij aramaktaydı. İlk eşleşmedeki rakibi Bologna’yı 2-2 ve 2-1’lik skorlarla elemişti ama bu başlangıçta biraz sıkıntı da yaşamıştı. Bir sonraki turda B.Dortmund’la oynayacaktı. Dortmund hiç de yabana atılmayacak bir takımdı. Üstelik avantajlı bir skor hedeflediği ilk maç da sahasındaydı. O günü, o statta yaşayanlar iyi anımsar. Westfalen’de muhteşem bir atmosfer vardı. Tribünlerin neredeyse yarısı Türk taraftarlarca kuşatılmış, renklerin kardeşliği belki ilk kez böylesine zirveye ulaştırılmış, F.Bahçeli’si, Beşiktaşlı’sı, Trabzonlu’su tek bir hedefe odaklanmış “Türkiye” ve “Cim Bom Bom” nidalarıyla yer gök çınlamıştı.

O gün ve o maç, unutamadıklarım sıralamasında her yanıyla bir numaraydı. Çünkü yalnızca ambiyans değil, sahada sergilenen oyun, ortaya konulan mücadele ve alınan sonuç da hafızalara kazılı kalacak boyutta ve inanılmazdı. Hele o ilk yarı... Kelimelerle tanımlanmayacak mükemmellikteydi ve tabir yerindeyse futbolun şiirsel anlatımıydı.

Sonrasında imrenilecek bir performans göstererek UEFA Kupası’nı kazanan G.Saray için, hedefe doludizgin koştuğu o süreçte, dönüm noktası bence o maçtı. Hatta hiç unutmam, o maçın ardından “İyi takımız ve hedefimiz UEFA Kupası’nda daha büyük hedeflere ulaşmak” mealinde bir açıklama yapan Fatih Terim’i tatlı bir sitemle eleştirmiş “Terim gerçeği söylemiyor. UEFA Kupası’nda bu takımı kimse yenemez ve G.Saray şampiyon olur” diye yazmıştım. Gerçekten de o takımı, o günden sonra içeride-dışarıda kimse yenemedi ve G.Saray, Kopenhag’da futbol tarihimizdeki en anlamlı tacı taktı.

AYAK SESLERİ
TIPKI o gün olduğu gibi, bugün de üst düzey bir başarıya ulaşmayı hedeflemiş bir takımın ayak sesleri geliyor kulağıma. 7 yıl önce Westfalen’de G.Saray’ın yaşadığı dönüm maçının benzerine, cumartesi gecesi Karaiskakis’de Milli Takım imza attı. O gergin ortamda, o unutulmaz Atina gecesinde, unutulmaz bir skoru yakaladı. Ve gerçekten unutulmaz bir mücadeleyi ortaya koyup, son Avrupa Şampiyonu’na tarihinin en dramatik sonuçlarından birini yaşattı.

Aklı, oyunun doğrularıyla bu denli soğukkanlı birleştirmeyi becerebilen çok az takıma rastlarsınız futbolda. 4. dakikada yenik duruma düşen, inanılmaz bir tribün baskısı ve sahaya atılan yüzlerce yabancı maddeye karşın, sükunetinden en ufak bir ödün vermeyen, taktik disipline sonuna kadar riayet eden o takım, o sinir bozucu atmosferden hiç etkilenmedi ve hepi topu 7 faul yaparak oyunu bitirmeyi becerdi. Herkesin oyunun ve skorun büyüsüne kapılıp zafer şarkıları söylediği bu maçın, bence ısrarla altının çizilmesi gereken ve başarıya anahtar olan en önemli yanı buydu. Türk Milli Takımı o akşam çelik gibi bir sinirle, oyuna bugüne dek rastlamadığımız bir irade koydu ve büyük ölçüde de o destansı galibiyeti bu irade sayesinde aldı.

Şimdi yeni bir aşamadayız. Aynı iradenin, çok daha güçlü, çok daha dinamik konulması gereken bir maçla karşı karşıyayız. Sahasındaki Bosna Hersek yenilgisi kimseyi önyargıya itmesin. Yunanistan’dan daha agresif, daha mücadeleci ve kazanmaya daha fazla konsantre olmak konumuna gelen bir yaralı aslanın karşısındayız. Kazanırsak çok rahatlayacağız ve kalan 7 maçtan 10-12 arasında bir puan alsak bile çok büyük olasılıkla gruptan çıkacağız. Kaybetmesi halinde 5 maçta 3 yenilgiyle en azından psikolojik olarak havlu atacak olan Norveç ise ancak puan alırsa umudunu ilerleyen dönemlere taşıyabilecek.

Bu grupta koşulları gereği bugüne dek oynadığımız her maç, tabii ki çok önemliydi. Ama bu, ipleri tümüyle ele geçirmemiz için varılan bu aşamadaki en önemli maçımız. Üstelik sadece grup aritmetiği açısından da değil, geleceğe tutacağımız projeksiyon açısından da en önemli maçımız.

Zira bu maçı kazandığımızda, güvenimiz iyiden iyiye pekişecek ve şimdilerde belli belirsiz belleklere kazılmaya başlayan bir cümle, artık yüksek sesle tekrarlanan bir slogan haline gelecek: “Türk Milli Takımı her koşulda ve her rakip karşısında sahaya kazanmak için çıkar!”

2000 RUHU
DİKKAT ederseniz, bu sloganının altyapısını da oluşturmaya başladık. 51 takımın katıldığı elemelerde, İsveç ile birlikte hiç puan kaybetmeyen, Rusya ile birlikte de en az gol yiyen 2 takımdan biriyiz. 4.2’lik ortalamayla ilk sırada bulunan Almanya’nın ardından, Hırvatistan ve Slovenya ile birlikte maç başına 3 golle, Avrupa’nın en golcü ekipleri içerisindeyiz. İlk hedefimiz asla son hedefimiz değil. Her geçen gün biraz daha güçlenmekte, biraz daha asıl hedefe kilitlenmek için mesafe kat etmekteyiz. Ama ilk hedefe, yani grup şampiyonluğuna ulaşmak için, bu çok önemli Norveç engelini de hasarsız geçmeliyiz. Sonrasında zaten her şey daha kolay olacak. 15 puan rahatlığını yakalarsak, o coşku ve hızla bu grup belki de tarihe geçecek bir rekor puanla kapanacak. Ardından da bir başka ve çok değerli bir şampiyonluk için, umuda yolculuk başlayacak.

Evet, 7 yıl sonra yine bir mart ayında ve 2000 ruhunu çağrıştıran bir kadroyla yine Almanya’dayız. Tıpkı G.Saray’ın UEFA Şampiyonluğu’na koşmaya başladığı günlerdeki gibi, dış kulvardan atağa kalkıp yarışı en önde bitirmenin hevesiyle yanıp tutuşmaktayız.

Bugünkü en zor etabı da kayıpsız atlatırsak... Valizleri toparlayıp, 1 aylık keyif turu ve 29 Haziran’da Ernst Happel’deki Viyana valsinde buluşmak için, 2008 rezervasyonuna şimdiden başlamalıyız.

DİĞER YENİ YAZILAR