Akıl teknesini sığ sularda dolaştıranlar

Demokrasi kültürünün gelişmediği toplumlar, ne çoksesliliği kabullenebilir ne de eleştiriye tahammül gösterebilir

Haberin Devamı

Demokrasi kültürünün gelişmediği toplumlar, ne çoksesliliği kabullenebilir ne de eleştiriye tahammül gösterebilir. Genelde lider sultasına dayalı bir hegemonyayı benimseyen bu tür yapılanmalarda aykırı seslere düşman muamelesi edilir. Oysa çokseslilik demokrasilerin vazgeçilmez gereğidir. Eleştiri ise sistemin dinamiği.

Türkiye tıpkı siyasetinde olduğu gibi, sporunda da hoşgörüsüzlüğün, tahammülsüzlüğün, farklı sese hasmane muamelenin ayyuka çıktığı bir ülke. Kötüye kötü demek, yanlışı gözler önüne sermek, yetersizliği tarif etmek, olumsuz bir icraatın sorumlularını beceriksizlikle nitelendirmek dahi bazen suç bu ülkede. Çünkü iktidar olmak, iktidar sahiplerine göre önemli bir ayrıcalık! İyi iş yaptıkları zaman alkışlayacaksın. Yanlış adım attıklarında üç maymunu oynayacak ve gıkını çıkarmayacaksın! Yani güdümlü mermi olacaksın!

Dikkat edin, özellikle medyanın ilgi odağı konumundaki kulüplerin, hele de son dönemlerdeki yaklaşımı neredeyse birebir böyle. Doğru da olsa, kulüp çıkarlarına ters düşen haber mi yazdın? Antrenmana alınmayacaksın. Haklı da olsan, başkanı, yönetimi biraz dozu yükselterek mi eleştirdin? Haber ve selam trafiğinden dışlanacaksın. Dikensiz bir gül bahçesinden söz ediyor, eksiği, gediği, hatayı görmezlikten geliyorsan, el üstünde tutulacaksın.

Bu ülkede akıl teknesi sığ sularda dolaşanlar için medya hâlâ bir öcü! Demokrasiyi özümsemiş toplumlarda ise değerli bir paydaş, önemli bir yandaş.

Ha diyeceksiniz ki hangi medyadan sözediyorsun? Değerlerini ayaklar altına sermiş, kişiliğini, inandırıcılığını, güvenilirliğini yitirmiş olan kesimden mi? Yoksa görevini, sorumluluğunu bilen, duruşunu koşullar ne olursa olsun değiştirmeyen ve sayıları hızla düşen bir azınlık sesinden mi? Tabi ki ilkinden değil, ikincisinden. Ama ona dahi tahammülü yok, bizdeki zihniyetin.

Gel de sen yap!
Oyunu eleştiriyorsun, biraz detaya girip teknik adamın hatalarından sözediyorsun... “Gel o zaman antrenörlük yap kardeşim” diyorlar. Yönetimi eleştiriyorsun, “Bu takımın bu hale gelmesi, yanlış transfer politikası sonucudur. Kulübün on milyonlarca doları tutarsızca, bilgisizce sokağa atılmıştır” diyorsun... “Sen hiç yöneticilik yaptın mı, gel yönet de bir görelim” cevabını veriyorlar. At gözlüğüyle baktıkları dünyada, bilginin, birikimin, deneyimin yalnızca o işi yapanlara özgü olduğunu zannediyorlar. Zira o türlere göre gurmeliğe giden yol, lezzetten anlamaktan öte, iyi bir aşçı olmaktan geçiyor! Okuduğunu anlayabilen, baktığını görebilen, gördüğünü algılayabilen, yıllarını futbola veren ve muhakeme yeterliliğine sahip insanların fikir sahibi de olabileceklerine bir türlü kafaları dank etmiyor.

Kaldı ki futbol sanıldığı gibi karmaşık ve zor bir oyun da değil. Sözgelimi, Zico, Tigana, Gerets gibi değerleri artık yalnızca kulüplerinden menkul teknik adamların, oyun yönetmekte ne büyük gaflar yaptığını, sıradan bir futbol seyircisi dahi görüyor! Ya da F.Bahçe, Beşiktaş ve G.Saray yönetimlerinin transferde ne denli vahim yanılgılar yaşadıklarını sokaktaki insan dahi biliyor.

Ama çoğu haddini bilmeyen, toplum karşısında nasıl konuşulacağını ve davranılacağını bilmeyen, temsil ettiği camianın gücüne sığınıp da o camianın saygınlığına yakışır üslubun ne olduğunu bilmeyen bazı yönetici tipleri, başarısızlığa gündem değiştirip kılıf ararken, faturayı yönetim kurulu odası yerine medyaya göndermeyi pekâlâ becerebiliyor!

Bu gündem değiştirme girişimlerine özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Tabii bu konuda, başta F.Bahçe olmak üzere, büyük kulüplerin takdir edilmesi gereken becerilerine de! İşler biraz sarpa sarınca, hemen ortaya bir tartışma konusu atılıyor ve dikkatler başka tarafa çekilmek isteniyor. Ancak bu yaklaşım sıklıkla tekrarlanmaya başlandığında da kabak tadı veriyor, insanlara inandırıcı gelmiyor. Çünkü, gerçeklerin üzeri ne kadar çabalanırsa çabalansın bir türlü örtülmüyor.

Zaten onun için sezonun değişik dönemlerinde ve sıkça Kadıköy’den “Zico istifa”, Ali Sami Yen’den “Gerets istifa”, İnönü’den “Tigana istifa” sesleri yükseliyor. Hatta çoğu kere bu istifa çağrılarının içerisine yönetimler de dahil ediliyor.

Çatır Çatır Eleştirir
Kendi camiaları da bir hesaplaşma peşinde koştuklarına göre, demek ki bu kulüpler iyi yönetilmiyor. Üstelik sadece sahadaki görüntüleriyle de değil, her geçen gün iflas masasına yaklaşan ekonomileriyle de değer tüketiyor. Medya da aslında farklı bir şey yapmıyor, kulüplerin kötü yönetildiğini belirtiyor.

Medya- tabii ki omurgasızlar takımını kastetmiyorum- elbette hiçbir kulübün içişlerine karışamaz. Hiçbir kulübü yönetmeye talip de olamaz. Ama medya toplumun sesiyse, yaşanan hiçbir olumsuz gelişmeye de seyirci kalamaz. Çatır çatır eleştirir. Yanlış gördüğü her eylemi dile getirir. Dahası, gerekirse istifa yolunu bile gösterebilir. Haklı gerekçelere dayanıyorsa, kulübün geleceği ipotek altına alınıyorsa ve ortada yüzkızartıcı bir suç varsa, bu içişlerine karışmak ya da genel kurullara saygısızlık yapmak da değildir. Tıpkı bir bakanın, bir genel müdürün istifaya davet edileceği gibi, bu bir anlamda kamu görevidir. Bir fikrin dile getirilişidir. Bu aynı zamanda demokrasi gereği, geleneğidir. Ancak o hassas dengeyi bozmamak, karşıt bir grubun, rakip bir kurumun çıkarına davranmamak koşuluyla. Ve son bir hatırlatma; tıpkı adalet gibi, medya da herkese gereklidir. Bugün iktidar koltuğunda oturan ama sürekli dışbükey aynaların karşısında dolaşan Liliput’lulara bile.

DİĞER YENİ YAZILAR