Tanrıların susadığı ada Simi

29 Haziran 2018

En güzel Yunan adalarından biri ve yönetimi Rodos’a bağlı Simi, her mevsim huzurun, denizin ve doğanın adresi. Üstelik bize çok yakın, Bozburun’a 6,5 km mesafede.

En güzel Yunan adalarından biri olan ve yönetimi Rodos’a bağlı Simi, her mevsim huzurun, denizin ve doğanın adresi. Üstelik bize çok yakın, Datça ve Bozburun’un hemen karşısında yer alıyor. Bozburun’a 6,5 km mesafede. Yaz aylarında çok kalabalık olsa da adanın sokaklarında yürümenin, denizin, yemeklerin keyfini her daim yaşayabiliyorsunuz.

Gialos Limanı

Simi’ye Datça ya da Bozburun’dan giderseniz sizi Gialos Limanı karşılaşıyor. Zaten limana girişinizle birlikte ada etkisi altına alıyor. Büyük bir saat kulesi bulunan limanının etrafındaki oteller ve evler mimari olarak görsel bir şölen sunuyor. Ada kayalık bir araziden oluşuyor, tüm yapılar yamaçlara inşa edilmiş. Yapılaşmaya ne kadar dikkat edildiğini ilk bakışta anlayabilirsiniz. Birbirine yaslanmış gibi duran Simi evleri ve oteller kendi içlerinde olduğu kadar doğa ile de uyumlu. Neredeyse tüm yapıların üçgen alınlıkları var. Limana indiğinizde karşılaşacağınız müzik ve hareketin ise gece dahil hiç kesilmediğini göreceksiniz. Restoranlarda size sunulan lezzetler ise harika. Tepede kalan eski yerleşim yeri Chorio ve Gialos’u birbirinden ayıran beş yüz basamaklı eski ticaret yolu görmenizi tavsiye edebileceğim yerlerden biri. Adaya giriş yaptıktan sonra zaten pek çok yerde merdivenlerle karşılaşacaksınız. Gialos limanından yüzlerce basamakla çıkacağınız köyler var ve adadaki zamanınız doğrultusunda bu köyleri ziyaret etmelisiniz derim. Gialos’ta tekneden indikten sonra karşınıza çıkan saat kulesi, Deniz Müzesi, İkinci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden askerlerin anısına yapılan Meçhul Asker Anıtı da görülebilir.

Adanın ismi su perisi Syme’den geliyor

Ada ismini, deniz tanrısı Poseidon’un eşi su perisi Syme’den almış. 1700’lü yıllarda on iki ada içinde en zengin üçüncü adaymış. Süngercilik ve gemi yapımında ünlüymüş. Önceleri Roma ve Bizans İmparatorluklarının yönetiminde iken, sonrasında iki yüzyıldan fazla Rodos Şövalyelerinin hakimiyetinde kalmış. Dört yüzyıl kadar da Osmanlı hakimiyetinde kalan ada, Osmanlı’dan sonra İtalyanlara bırakılmış, 1948’de de Yunanistan’a bağlanmış. Osmanlı döneminde Sümbek denen küçük bir gemi türünün üretimini yapan Simililer bu konuda çok başarılı olmuşlar, bu nedenle Osmanlılar bu adaya Sömbeki diyormuş. Adada sandal yapımı halen sürüyor.
Simililer ise adalarına “Tanrıların Susadığı Ada” diyorlar çünkü denizle çevrili olmasına rağmen içme suyu açısından ciddi problemler yaşanıyor. Maalesef tüm Yunan adalarında geçerli bir durum bu. Devlet tarafından bu konuda yaşayanlara destek veriliyor.
Nasıl gidilir?
Simi’ye deniz yoluyla Marmaris ve Rodos üzerinden deniz otobüsü ile ya da havayolu ile gidebilirsiniz.
Nerelere gidilir?
Pedi Kasabası: Şehir merkezine beş kilometre mesafede o kadar küçük bir kasaba ki, birkaç ev, restoran ve bir bakkaldan oluşuyor. Pedi kasabasında yer alan en güzel plajlardan biri Agia Marina Plajı.
Marathounda plajı: Denize girebileceğiniz harika plajlardan biri. Burada karşınıza insana çok alışmış yaban keçileri çıkabilir.
Panoromitis koyu: Rodos’tan gelen tekneler genellikle burada mola veriyor. Adaya gelen turistlerin ilk vardıkları yer genellikle koydaki Archangel Michael Manastırı ve Moni Taksiharki Kilisesi oluyor.
Simi’de eğlencenin sonu yok Simi’de sınırsız bir eğlence var, ada her gece sabaha kadar süren taverna geceleri ile ünlü. Sirtaki, uzo ve mezeler eşliğinde süren eğlencenin tadına doyum olmuyor. Adanın yerli halkı son derece sevecen ve misafirperver. Simi’de olmak her gece ışıklar altındaki limanından ve Rum tavernalarından gelen müzik seslerini dinlemek demek.

Devamını Oku

İlk görüşte aşk Bozcaada

15 Haziran 2018

Görmeyen kalmamıştır, bir giden bir daha bir daha gitmiştir, henüz gidemeyenlerin de eminim aklı kalmıştır Bozcaada’da. Üzerine ayak bastığınız anda sizi kendine aşık eden bir yer.

Bozcaada, Türkiye’nin üçüncü büyük adası. Buna rağmen küçük bir günde her yerini gezebilirsiniz ama insan öyle hemen bırakıp gidemiyor. Benim de tavsiyem, buraya en az birkaç gününüzü ayırmanız, adanın doğasına uyumlu butik otellerden birinde kalarak hem deniz keyfini hem muhteşem doğasını yaşamanız hem de bir adada yaşamanın ruhunuza neler katacağını deneyimlemeniz. Kışları müthiş fırtınalara ev sahipliği yapan adaya gitmek için en uygun zaman bahar ve yaz ayları. Adanın bağları ve şarapçılığı ile neden ünlü olduğunu hemen anlayacaksınız. Gittiğiniz her yerde, kahvaltıda bile ikram edilen üzümlerin tadını hiçbir yerde almanız mümkün değil.

Bozcaada’nın koyları ve denizi muhteşem. Deniz soğuk ama pırıl pırıl ve mümkünse yüzerken denizin altını da izleyin. Ayazma, Akvaryum, Sulubahçe ve Çayır, popüler plajları, ama denize girebileceğiniz birçok koy var. Çayır plajında sörf de yapabiliyorsunuz. Deniz keyfinin yanı sıra Çınaraltı kahvesinde oturup bir çay kahve içmeden, adanın sokaklarında dolaşmadan, o sokaklarda karşınıza çıkan şirin ada evleri ile selamlaşmadan Bozcada’ya gittim demeyin. Özellikle eski evlerin olduğu sokaklarda tarihi hissedeceksiniz. Adada sanatseverler için birçok sanat galerisi de bulunuyor.

Gezilecek yerler
- Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi: 130 yıllık adanın en eski binalarından biri 2006 yılında restore edilerek müzeye dönüştürülmüş. Bozcaada ile ilgili 45 ayrı konu başlığında 6.000’den fazla fotoğraf, belge ve obje sergileniyor. - Bozcaada Kalesi: İçerisinde birçok tarihi kalıntının yanı sıra iki cami bulunuyor. Surlarından deniz manzarasını izlemelisiniz. - Polente Feneri: Günbatımı izlemek için gidilecek popüler yerlerden biri. Eğer dolunay zamanı ise, günbatımından sonra dolunayı da izleyebilirsiniz. - Göztepe: Adanın en yüksek noktası. Hem adayı tepeden izleyin hem de günbatımını. - Meryem Ana Kilisesi: Rum mahallesinin ara sokaklarında bulunuyor. Neredeyse ada merkezinin her yerinden kilisenin dört katlı çan ve saat kulesi görülebiliyor. Rum Ortodokslar’a ait olan ve adada ibadete açık olan tek kilise niteliği taşıyor. Ada Cafe Ada Cafe Bozcaada deyince ilk akla gelenlerden. Sahibi Melih Bey’in renkli kişiliği ile de öne çıkıyor. Buraya asla sığmaz ama özetlersek, Melih Güney adanın bir bitkisi olan gelincik ile adaya çok şey katmış. Neler mi? Şerbeti, reçeli, sabunu, muhallebisi ve tatlısı hatta zeytinyağlı gelincik bile sunuyor. İçimi son derece hafif olan gelincik şerbeti ve gelincik özü soslu damla sakızlı muhallebiye bayıldım diyebilirim. Dedim ya Melih bey Renkli bir kişilik ve bu nedenle onun mutfağından çıkan yemekleri mutlaka tadın. Bozcaada’nın şarapları Bozcaada’nın binlerce yıllık geleneği olan bağcılık ve şarap üretimi ülkemiz için önemli ve değerli bir zenginlik. Bu nedenle adaya gitmişken mutlaka yerli üretimi denemek gerekli. Bozcaadanın şarap üreticileri arasında Talay, Çamlıbağ, Gülerada, Corvus, Ataol, Maçka, Dimitra Kopula markaları bulunuyor.

Devamını Oku

Çorak topraklarda bereket tanrısı Gökçeada

1 Haziran 2018

Gökçeada farklı dinleri ve kültürleri yıllardır bünyesinde barındıran bir barış adası.

Gökçeada, Homeros’un “İlyada” destanında söylendiğine göre “Deniz tanrısı Poseidon’un adası” aynı zamanda. İlk yerleşimciler MÖ. 500’lerde Atina ve takiben Delos birliğine katılmışlar. Daha sonra ise, bölgede Roma ve Bizans hakimiyeti görülmüş. 1456 yılında ada Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmış. Sonrasında sırasıyla İtalyanların, İngilizlerin ve kısa bir süre Yunanlıların egemenliğine girmiş. Lozan Antlaşması sonucunda 22 Eylül 1923’de ülkemiz topraklarına katılmış.

Tertemiz havasıyla dinlenmek için ideal yerlerden biri. Buraya deniz yoluyla geldiğinizde Kuzulimanı’na ulaşıyorsunuz. Kuzulimanı oldukça çorak görünecek gözünüze. Adanın eski adı İmroz da zaten “Çorak topraklarda bereket tanrısı’’ anlamına geliyor. Ancak adayı Kuzulimanı’ndan ibaret sanmayın. Geziniz boyunca Ada’da gideceğiniz köylerde çok farklı yaşamlara ve doğal güzelliklere tanık olacaksınız. Adanın köylerinde gezerken gülibrişimlere ve ortancalara hayran olacaksınız, ama en çok da gülhatmilere. Gökçeada oldukça büyük bir ada, Bozcaada’nın yaklaşık sekiz katı. Ve gezilecek çok yer var. Bu nedenle size tavsiyem bu güzel coğrafyaya en az birkaç gününüzü ayırmanız, doğanın ve dinginliğin tadına varmak, gittiğiniz her köyün tadına varabilmek için yavaş bir tatil yaşamanız.

Ada’nın barış içindeki köyleri

Köyler demişken Ada’da dokuz köy bulunuyor. Kaleköy, Tepeköy, Uğurlu, Eski Bademli, Yeni Bademli, Eşelek, Zeytinliköy, Şirinköy ve Dereköy. Eski Bademli Köyü’nde hala işler durumda olan tarihi çamaşırhane ve asırlık koca çınar ağacını görmenizi öneririm. Ve hemen belirtmeliyim ki, Kaleköy, Tepeköy, Eski Bademli, Zeytinliköy ve Dereköy ağırlıklı olarak Rum köyleri. Burada tabii ki Türkler de yaşıyor ve geçmişte Rumlara yaşatılan kötü anılara inat bugün halkların barış içinde nasıl bir arada olabileceklerini gösteriyorlar. Zaten ada yaşamının içine biraz girdiğinizde göreceksiniz adetler, yemekler, şarkılar hatta kahkahalar bile birbirine benziyor. Eğer ada ziyaretiniz 15 Ağustos’a denk geldi ise Meryem Ana Panayırı’nda adanın o içten ve şen yüzüne daha çok tanık olacaksınız.

Elbette deniz keyfi

Adayı çevreleyen ve yaklaşık olarak 100 kilometreye yakın olan sahil gerçekten de harika kumsalları barındırıyor. Burada deniz çok ama çok temiz. Ada’nın en popüler plajları arasında; önemli bir uluslararası bir sörf merkezi olan Aydıncık, Uğurlu Köyü’ndeki Gizli Liman, Lazkoyu, Yuvalı, Pirgos, Mavikoy ve Yelkenkaya bulunuyor. Ada denildiğinde satın almak için aklınıza gelebilecek ilk şey zeytinyağı. Artık neredeyse gelenekselleşmiş bir üretim olan zeytincilik adanın geçim kaynaklarından biri. 600 yıllık zeytin ağacı bulunan adanın zeytinleri genelde yağlık. Zeytincilik devlet tarafından da destekleniyor ve teşvik veriliyor.

Devamını Oku

Havadan İstanbul bir başka güzel

25 Mayıs 2018

Boğaz’ın kenarında gezinirken ya da İstanbul’un tarihi mekanlarını dolaşırken aklınıza geliyor mu ‘Bir de bu kadim şehri havadan görmek?...

Bu dünyanın turistik şehirlerinin olmazsa olmazlarından biri. Helikopter gezisi ile şehre hakim olup sonra derinlerine inmek neredeyse bir rituel.

İstanbul’un en çok ihtiyacı olan helikopter turlarını bir süredir Kaan Air yapıyor.

2012 yılında “Büyük Heliport” lisansını alarak Maslak Ayazağa’da 22 dönümlük bir alan üzerindeki Türkiye’nin ilk ve tek helikopter havalimanı Kaan Heliport’dan havalanan onlarca helikopter yerli ve yabancı turistlere İstanbul’u seyrettiriyor. Güvenliğin ön planda tutulduğu, minimum 15 dakika süreli helikopter turları aklınızdan yıllarca silinmeyecek başka bir İstanbul’u hediye ediyor gözlere.

“Yurtdışından bir misafir ya da turist grubu geldiğinde nasıl gezdirmeliyim, başta nereye götüreceğim ama saatler uygun mudur?” gibi sorularla yeterince anlatamadığımız İstanbul’u; Tarihi Yarımada ve Boğaziçi ağırlıklı turları ile neredeyse görsel bir şölenle baştan anlatıyorlar adeta. Bu seyir turunun en güzel tarafı istediğiniz saatleri seçebiliyor ve rotayı oluşturabiliyor olmanız. Eğer bir toplantınız var, trafik yoğun ve yetişme sorunuzu varsa size hava taksi olarak da hizmet verebilmeleri . Kadıköy’den Ayazağa Kaan Heliport’a otomobille gelirken 1.5 saatte aldığımız yolun helikopterle sadece 6 dakikada yapıldığını öğrenince seviniyor, özellikle iş dünyasının bunu mutlaka deneyimlemesi gerek fikrine yoğunlaşıyoruz.

Helikopterlerin inebilecekleri noktalar henüz sınırlı ama yeniden yapılandırmalarla hemen her lokasyona inebilecek olmaları nedeniyle onların iş dünyasının yeni “zaman” partneri olduğunu da anlıyorsunuz.

Kaan Air Genel Müdürü Kemal Süler, hobisi fotoğrafçılık olan aynı zamanda bir pilot. İstanbul seyir turu, helikopter kiralama ve hava taksi hizmetinin yanı sıra akıllardan çıkmayacak keyif vermesi için yıllardır emek veriyor. Dileği, İstanbul’a hayatını adamış tüm İstanbulluların bir kez de olsa bu deneyimi yaşamaları. 15 dakikalık turların 75 Euro’dan başlayan fiyatlarla yapılmasının nedeni de bu. Helikopter turu yapmak ya da iş toplantılarına helikopteri kullanmak Kaan Air sayesinde lüks olmaktan çıkarken, ben turu yaparken sadece vizörün arkasında kalabilmiş olsam da Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Taksim, Levent, Kız Kulesi gibi İstanbul’un simgeleriyle sanki ilk defa karşılaşmış gibi tanışmaktan kendi adıma da büyük keyif aldım. İstanbul’un her gün farklı bakan, siluetlerini geçen günün enerjisiyle değiştiren mucizevi şehri bir akşam vakti dolaşmak takılı kaldı aklımda.

Devamını Oku

Dağların geçit verdiği topraklar Ladakh

11 Mayıs 2018

Hindistan’ın özerk bir bölgesi olan Ladakh, İndus Vadisi’nin merkezinde, Himalayalar’ın oldukça ücra bir köşesinde bulunuyor. Ladakh, “Dağların geçit verdiği topraklar” anlamına geliyor. Etrafı dağlarla çevrili bölgenin en alçak yeri, deniz seviyesinden 3 bin 500 metre yükseklikte. Başkent Leh, bu yükseklikte bulunuyor. Dünyanın çok az nüfusa sahip bölgelerinden biri. Bir huzur köşesi olduğu kadar stratejik önemi de olan bir yer çünkü birçok önemli ticaret yolunun kavşak noktasında bulunuyor. 1960 yılından sonra, Tibet ve Orta Asya ile olan sınır bölümleri Çinli yetkililer tarafından geçişlere kapatılmış. Şehir, 1975 yılından sonra turizme açılmış.

Bölgedeki yüksek dağlar, muson bulutlarının, Hindistan içlerinden kuzeye ilerlemesine engel oluyor. Bu yüzden bölge yağışsız. Kasım ayından, Mayıs ayına kadar olan sürede, burası dış dünyaya tamamen kapalı. Çünkü hava sıcaklığı eksi 20 derecelere kadar düşüyor. Yazları ise ılık bir hava hâkim. Tam anlamıyla bambaşka bir dünya. Buraya geldiğinizde yükseklik nedeni ile ilk iki gününüzü daha çok dinlenerek geçirmenizde fayda var. Yoksa baş ağrısı başta olmak üzere sağlık problemleri yaşayabilirsiniz.

Ladakh, halkı Müslüman olan Keşmir ve Budist Tibet’e yakın ama arazi şekilleri ve kültürü, Tibet’e daha yakın duruyor. Buraya “Küçük Tibet” de deniyor. Bölge halkının büyük çoğunluğu Budistlerden oluşuyor, ama Müslüman sayısı da oldukça fazla. Yamaçlarda birçok Budist manastırına ve gittiğiniz her yerde renkli dua bayraklarına rastlayacaksınız.

Dünyayı kendine çeken kültür ve doğa

Çok yoksul bir bölge olmasına rağmen, suç oranının sıfır olduğu Ladakh’ta insanlar müthiş hoşgörülü, saygılı ve içten. Yüksek sesle konuşan, kavga eden birilerine rastlamanız zor, çünkü bu tür davranışlar burada saygısızlık olarak kabul ediliyor. Kötülüğü hiç bilmeyen bir bölge Ladakh. Dünyanın her yerinden insanları buraya çeken şey de bu topraklara hâkim olan bu kültür. Gittiğiniz her yerde hiç de alışık olmadığınız davranış ve ritüelleri insanı çok etkiliyor. Ladakh’ın neredeyse tamamı insan yaşamına uygun olmayan çöl ve dağlardan oluşuyor. Bölgenin bu özelliği insanları hem doğaya uyumlu bir yaşam sürmeye zorlamış, hem de dünyadan yalıtarak, burada özgün bir sosyal, kültürel yapının ortaya çıkıp günümüze kadar yaşamasına olanak sağlamış. 1970’lere kadar halk para kullanmıyormuş. Telefon, televizyon gibi teknolojik aletler pek çok evde yok.

Dağcılık ve trekking yapanlar için popüler bir coğrafya
Dağlardan oluşan bir bölge olduğundan, Ladakh’ı budizme ilgi duyanlar kadar dağcılık ve trekking tutkunları tercih ediyor. En yüksek dağı, başkent Leh’den de görünen, 6140 metre yüksekliği ile Stock Kangri. Doğaya müthiş saygı duyuyorlar ve mümkün olduğunca müdahale etmiyorlar. Ağaçlardan dal koparmıyorlar. Soğuk kış aylarında ısınma ihtiyaçlarını hayvanların tezeklerini yakarak sağlıyorlar. Dağlarda yaşayan ‘blue sheep’ dedikleri bir dağ keçisi türü, porsuk, yaban tavuğu gibi birçok hayvana rastlıyorsunuz. Bu yaban hayvanları insanlara o kadar alışkın ki, yaklaşmadığınız sürece kaçmıyorlar. Burada dikkatinizi çeken şeylerden biri de halkın boyunlarında, kollarında takı olarak kullandıkları değerli taşlar. Her bir taşın onlar için kutsal anlamları var. Başta Hemis olmak üzere, burada yapılan Budist festivallerinde halk muhakkak kendisini bu taşlarla süslüyor. Ladakh, dünyanın en yüksek iki geçidine ev sahipliği yapıyor. Zanskar Sıradağları üzerinde, dünyanın en yüksek ikinci geçidi Tanglang La bulunuyor, 5325 metre yüksekliğinde. Dünyanın en yüksek geçidi olan 5602 metredeki Khardung La, başkent Leh’i Siaçen buzuluna bağlıyor. Gezilecek yerler Phyang Manastırı: Şehre 15 kilometre uzaklıkta Budist tapınaklarından biri. 1515 yılında kurulmuş. İçerisinde birçok kutsal tapınak, kraliyet döneminden kalma freskler, 14’ncü yüzyıldan kalma bronz idoller görülebilir. Bir de müzesi var. Müzede, 900 yıllık eserler, Çin, Tibet ve Moğol kültürlerine ait silahlar sergileniyor. Thikse Manastırı: Tibetli bir Budist tarafından yaptırılmış. 3600 metre yükseklikteki İndus vadisinde bulunuyor. Burda 14’ncü yüzyıldan kalma iki katlı bir tapınak 1970 yılında, Dalay Lama tarafından ziyaret edildiği için en çok ilgi görenlerinden biri.

Phyang Manastırı: Şehre 15 kilometre uzaklıkta Budist tapınaklarından biri. 1515 yılında kurulmuş. İçerisinde birçok kutsal tapınak, kraliyet döneminden kalma freskler, 14’ncü yüzyıldan kalma bronz idoller görülebilir. Bir de müzesi var. Müzede, 900 yıllık eserler, Çin, Tibet ve Moğol kültürlerine ait silahlar sergileniyor.

Devamını Oku

Eğlence ve keyfin adresi Amsterdam

4 Mayıs 2018

Kuzey Avrupa’nın en görkemli kentlerinden biri Amsterdam. Kanallar boyunca dizili evleri ile mimari harikası...

Hollanda’nın başkenti Amsterdam, Kuzey Avrupa’nın en önemli kentlerinden. Muhteşem Hollanda lalelerinin ve botanik bahçelerin arasında önce Rembrandt’ın, Van Gogh’un resimleriyle ruhunuzu yumuşatmak, sonra Leidseplein ve Rembrandtplein’in renkli gece hayatında, üstünüzdeki ağırlıklardan kurtulmak bence en güzeli.

17. Yüzyıl’ın en zengin kentlerinden olan Amsterdam, yarattığı mimari ile övünüyor olmalı. Çünkü 17. yüzyılda kentin çevresini kanallardan yapılmış bir daireyle çevirmek gibi çok iddialı sayılacak bir heyecanla sarsılan Amsterdamlı şehir plancıları bu isteklerini başarmışlar, kent kanallar ve köprüler kenti haline gelmiş. Yürüyerek ve bisikletle bütün şehri tanıma fırsatına sahip olduğunuz dünyadaki tek büyük kent burası.

Şehir, 700 yıl önce küçük bir balıkçı köyüymüş. Günümüzde ise eğlence hayatının ilk akla gelen kentlerinden biri. Eğlenmeyi seven Amsterdam halkı, büyük partileri organize etmeye Perşembe gününden başlıyor, Pazar gün ışıyana kadar sürüyor eğlenceler.

Eğer Amsterdam’a bir Pazar günü gelecek olursanız, karşılaşacağınız huzur ve sessizlik sakın sizi yanıltmasın. Pazar günü kentin dinlenme zamanı.

Kente ruhunu veren kanallar ve dar cepheli evler

Amsterdam’ı keşfetmek için kanallar boyunca gezmek gerek. Örneğin Heren Kanalı geçmişte Amsterdam burjuvazisinin tercih ettiği bir bölgeymiş. Burada bulunan, bugün artık devletin malı olan üç katlı bir ev müze haline getirilmiş, bu eve baktığınızda o dönemde yaşayanların estetik beğenileri hakkında önemli ip uçları elde ediyorsunuz. Kanalların iki kenarında dizilen evlerin cepheleri öyle dar görünüyor ki birbirine dayanmış gibi duruyorlar. Dar bir alana inşa edilen kanal evleri geniş pencereleri, Kuzey Avrupa mimarisinin tipik örneği olan sivri çatıları ve suyun üzerine ya da birbirlerine doğru eğimlerinden kaynaklanan iç bükey görüntüleriyle ünlü. Bu tarihi evlerin dar ve dik merdivenleri gerçekten kimi zaman ürkütücü olabiliyor. Evlerin üst katlara çıkan merdivenleri dar olduğundan Amsterdamlılar büyük eşyalarını pencerelerinden taşıyorlarmış. Penceresi çiçeksiz ev yok neredeyse. Amsterdam’ın en dar evi ise Sinelgracht kanalı üzerindeki 7 numaralı ev. Kente gelen turistlerin oldukça ilgisini çeken bu evin toplam genişliği yalnızca sokak kapısının büyüklüğü kadar. Aynı kanalda, bir zamanlar yalnızca sudan girilebilen sarhoşların hapsedildiği bir zindan bulunuyor.
Ya bisikletle ya yaya olarak gezin
Tarihe hapsolmuş gibi duran bu evlerin aksine, Amsterdam sokaklarında yürürken başka bir dünyaya geçiş yapmış hissine kapılıyorsunuz. Sokaklar da dar bu şehirde. Kenti doyasıya gezmek isteyenlere tavsiyem; bisiklete binmeleri ya da tramvayları kullanmaları. Küçücük dar sokaklardaki rengarenk mağazalar, kafeler, restoranlar ve dar cepheli evleriyle bu kent bir rüya gibi... Jordaan ve Merkez olmak üzere iki büyük bölüme ayrılan kentin en hareketli ve yaşayan bölgeleri Leidseplein, Rembrandplein, Koningsplein, Dam ve Waterlooplein. Hani bizim eski İstanbullular eski ve kültürlü aileler olmalarıyla övünürler ya, işte bu durumun aynısı Amsterdam’da da var. Jordaan’lılar kendilerin asla Amsterdam’lı olarak kabul etmiyorlar. Onların sayıları da aynen eski İstanbullular kadar azalmış. Bisikletleriyle ulaşımlarını sağlayan kent halkı güne çok erken saatlerde başlıyor ve gerçekten çok yoğun çalışıyorlar. Ama hafta sonlarında bunun acısını çıkartıyorlar. Saydığım bölgelerde sokaklarda dolaşırken karşılaşacağınız bisikletlerine binmiş giden kravatlı iş adamları, modern giyimli rengarenk saçlı kızlar, erkekler, atlarıyla devriye gezen polis memurları kentin çehresini yansıtıyor.
Gezilecek yerler - Dam Meydanı: Amsterdam’ın kalbi burada atıyor.Tarihte adı Amstel olan Amsterdam’da halk nehirlerin taşmasına engel olmak için Dam Meydanı’na bir baraj yapmış. Kentin adı ‘Amstelredamme’ olmuş. - Rijksmuseum: Hollanda’nın ulusal sanat galerisi. Burada Rembrandt, Vermeer, Frans Hals ve Jacob van Ruysdael’in eserlerini görebilirsiniz. Rijksmuseum’da 8 bin sanat eseri bulunduğu söyleniyor. - Van Gogh Müzesi: Dünyanın en geniş Van Gogh koleksiyonu olan 200’den fazla resim, çizim ve mektup yer alıyor. - Anne Frank Evi: İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerden kaçan bir Yahudi ailenin saklandığı ev. Kızları Anne Frank ünlü günlüklerini bu evde yazmış. Evin büyük kısmı Anne’in yaşadığı dönemdeki gibi korunmuş. - Rembrandt Müzesi: Ressam Rembrandt’ın 1639-1660 yılları arasında yaşadığı evin 1906’da restore edilerek müze haline getirilmesiyle oluşturulmuş. Dam Meydanına 15 dakika mesafesinde.

Devamını Oku

Dünyanın yelken başkenti Kiel

27 Nisan 2018

Bir tersane ve deniz şehri olan Kiel, birçok uluslarası yelken etkinliğine ev sahipliği yapıyor. Sanat ve kültür faaliyetleri konusunda da zengin seçenekler sunuyor.

Kiel’de deniz hep yanı başınızda... Şehir Almanya’nın kuzeyinde Danimarka yarımadasının alt tarafında Schleswig-Holstein eyâletinin merkezi. Almanya’nın Baltık’taki önemli limanı olarak kuzey ve doğudan Danimarka’ya ait adalarla çevrilmiş.

Kiel Kanalı’nın doğu ucunda, Baltık Denizi’ndeki Kiel Fiyordu’nun her iki yakasında toprakları olan bir liman şehrinde, 200 metrelik onlarca geminin geçişine tanıklık etmek görkemli bir şölen izliyor hissi uyandırıyor insanda. O kocaman gemiler, üç büyük farklı kanaldan rahatça limana yanaşırlar, limanının derin suları ile şehrin kalbine kadar gelirler. Bu nedenle ticari gemilerin olduğu kadar büyük yolcu gemilerinin de en çok tercih ettiği limanlardan biri Kiel. Baltık turlarının en önemli durak noktalarından biri. Hem Almanya’nın hem de dünyanın denizcilik ve ticaret konusunda önemli merkezlerden biri olan Kiel, limana indiğinizde şehir merkezine yürüyerek beş dakikada ulaşabileceğiniz kadar da küçük bir kent.

Denizle bu kadar yakın ilişkide bir şehir olarak dünyanın yelken başkenti olarak tanındığı gibi tersaneleri ile de ünlü. Dünya genelinde en büyüğü olan ve her yıl Haziran ayının son haftasında düzenlenen Kiel Yelkencilik Haftası gibi, birçok uluslararası yelkencilik etkinliğine ev sahipliği yapıyor.
Şehirde dolaşırken huzur ve dinginliği iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Burası aynı zamanda bir öğrenci şehri. Üniversite öğrencileri ile her yerde karşılaşmak mümkün. Zaten Kiel’in
en övündüğü yanlarından biri 1665 yılında kurulan ve halen hayatını sürdüren Kiel Üniversitesi.
Bir kıyı şehri olan Kiel’in sahilleri en çok turist çeken yerler. Yağmurlu ve puslu bir havanın hâkim olduğu şehirlerden biri Kiel. Buna rağmen şehrin kuzeyindeki Strande, Kiel-Schilksee, Möltenort ve Laboe gibi plajlar bahar ve yaz aylarında oldukça popüler.
Gezilecek yerler - Şehrin manzarasını en iyi belediye binasındaki (Rathaus) 70 metre yükseklikteki kuleden izleyebilirsiniz. - Eski Botanik Bahçesi ve Yeni Botanik Bahçesi görülmeye değer. - Şehrin en eski binası, 13. yüzyılda inşa edilen Aziz Nicholaos Kilisesi (Nikolaikirche). Kilisenin önünde ErnstBarlach tarafından yapılan Geistkämpfer heykeli bulunuyor. - Holstenstraße (Holsten Caddesi), Almanya’nın en eski yaya bölgelerinden biri olmasının yanı sıra en uzun alışveriş caddelerinden biri. - Hörnbrücke köprüsü katlanabilir tasarımı ile izleyenleri büyülüyor. Müzeleri ve sanat etkinlikleri ile de ünlü Bu keyifli şehri birkaç günlük bir seyahat kapsamında keşfedebileceğiniz gibi, bir Baltık turu kapsamında da ziyaret edebilirsiniz. Sartorikai’de bulunan gemi, denizcilik ve şehir müzesi, bilgisayar, makine müzesi, antika koleksiyonu ile sanat galerisi görebileceğiniz yerlerden bazıları. Laboe’de bulunan Laboe Denizcilik Anıtı ve II. Dünya Savaşı’nda kullanılmış olan bir U-995 denizaltı popüler turist mekanlarından. Ayrıca Kiel Tiyatrosu, Polonya Tiyatrosu ve Filarmoni Orkestrası sanatseverler için zengin seçenekler sunuyor.

Devamını Oku

Rengarenk bir masal Burano

20 Nisan 2018

Burano, Venedik’in 11 kilometre kuzeyinde, lagün içinde bulunan adalardan biri.

Kanallar boyunca yan yana dizilmiş ve rengarenk boyanmış evleri, bembeyaz dantel elbiseler ve el işleri ile dolu küçük dükkanları, buram buram kahve kokuları ile minik kafeleri ile insanda bir masalın içine düşmüş hissi uyandıran küçük bir adacık Burano. İtalya’da huzur ve sakinliğin adreslerinden biri.

Burano, Venedik’in 11 kilometre kuzeyinde, Venedik lagünü içinde bulunan adalardan biri. Yine bir masal kenti olan Venedik’ten, kentin kendi kadar ünlü ulaşım aracı vaporettolarından birine binip 45-50 dakikalık keyifli bir kanal yolculuğu ile ulaşıyorsunuz Burano’ya. Burano çok küçük bir ada olduğundan buraya bir Venedik seyahatinizde bir gün ayırabileceğiniz gibi, birkaç günlük kısa bir tatil için de değerlendirebilirsiniz. Ada yazları hem çok sıcak hem de kalabalık oluyor. Size önerim, baharda ya da yaz sonunda, yani kalabalıkların Burano’dan çekildiği zamanlarda, kafa dinlemek için birkaç gününüzü burada geçirin, pişman olmayacaksınız.

Ada, 6’ncı yüzyılda Romalılar tarafından yerleşime açılmış. Eskiden adalıların başlıca geçim kaynakları balıkçılık ve dantel işlemeciliğiymiş. Ama artık en büyük geliri turizmden elde ediyorlar. Ada halkı turistlere karşı çok içten ve misafirperverler.

Ada nüfusu 3 bin 500 civarında ve bunun büyük çoğunluğunu balıkçı aileler oluşturuyor. Rengarenk evlerin bulunduğu bölge kanalın daraldığı ve elbette Burano’nun en göz alıcı yeri Tre Ponti. Evlerin rengarenk oluşu ile ilgili hoş bir hikâye var. Adanın yerlisi olan balıkçılar akşam balıktan eve dönerken evlerini şaşırmasınlar diye her evin farklı bir renge boyandığı rivayet ediliyor. Her evin önünde evle aynı renk bir sandal bulunuyor. Ada sakinleri bu sandalları balıkçılık yapmak için olduğu kadar, alışveriş ve komşu gezmesi için de kullanıyorlar. Yan yana sıralanmış renk renk evlerin ve sandallarının kanallara yansıması ile bir renk cümbüşüne dönen ada görüntüsüne, köprüler, hemen her evin kapısında bulunan çiçekler ve evlerin dışına asılan çamaşırlar da eşlik edince, Burano en çok da fotoğrafçılar için görsel bir şölen diyebilirim.

Dantelleri ile ünlü

Burano dantelleri ile ünlü. Öyle ki “Museo del Merletto” yani bir Dantel Müzesi bile var. Müzede 16. yüzyıldan günümüze dantel örnekleri sergileniyor. Ada, 16. yüzyıldan itibaren dantel ticaretinin merkezlerinden biri olmuş. Hatta 18. yüzyılda Dantel Okulu (Scuola dei Merletti) bile açılmış. Bu okul bugün hala açık. Rivayete göre, dantel işlemeciliği balık ağlarını onarırken ortaya çıkmış ve özel bir dokuma yöntemi ile işlenen danteller zamanla üne kavuşmuş. El emeği göz nuru Burano dantellerinin fiyatları oldukça yüksek. Ucuzları da var ama bunların Uzakdoğu’dan geldiği söyleniyor, dantel alırken buna dikkat edin. Adanın merkezi Galuppi Meydanı. Burada ilk dikkatinizi çekecek olan, minik dükkanları önünde dantel ören ve satan Burano’lu kadınlar. Adanın bir özelliği de sokak ressamları, meydanda ve sokaklarda sık sık karşınıza çıkacaklar. Ada yaya trafiğine kapalı, zaten ihtiyaç da yok, yürüyerek tüm adanın keyfini çıkarabilirsiniz. Dantel Müzesi’nin biraz ilerisinde bulunan San Martino Kilisesi ve içindeki opera binası da adada ziyaret edebileceğiniz yerler. Adada yemek ve kahve keyfi için birçok yer var. Buranın özel bir kurabiyesi var “esse” ve ve keki “bussola”yı tavsiye ediyorum.

Devamını Oku