En güzel Yunan adalarından biri ve yönetimi Rodos’a bağlı Simi, her mevsim huzurun, denizin ve doğanın adresi. Üstelik bize çok yakın, Bozburun’a 6,5 km mesafede.
En güzel Yunan adalarından biri olan ve yönetimi Rodos’a bağlı Simi, her mevsim huzurun, denizin ve doğanın adresi. Üstelik bize çok yakın, Datça ve Bozburun’un hemen karşısında yer alıyor. Bozburun’a 6,5 km mesafede. Yaz aylarında çok kalabalık olsa da adanın sokaklarında yürümenin, denizin, yemeklerin keyfini her daim yaşayabiliyorsunuz.
Gialos Limanı
Simi’ye Datça ya da Bozburun’dan giderseniz sizi Gialos Limanı karşılaşıyor. Zaten limana girişinizle birlikte ada etkisi altına alıyor. Büyük bir saat kulesi bulunan limanının etrafındaki oteller ve evler mimari olarak görsel bir şölen sunuyor. Ada kayalık bir araziden oluşuyor, tüm yapılar yamaçlara inşa edilmiş. Yapılaşmaya ne kadar dikkat edildiğini ilk bakışta anlayabilirsiniz. Birbirine yaslanmış gibi duran Simi evleri ve oteller kendi içlerinde olduğu kadar doğa ile de uyumlu. Neredeyse tüm yapıların üçgen alınlıkları var. Limana indiğinizde karşılaşacağınız müzik ve hareketin ise gece dahil hiç kesilmediğini göreceksiniz. Restoranlarda size sunulan lezzetler ise harika. Tepede kalan eski yerleşim yeri Chorio ve Gialos’u birbirinden ayıran beş yüz basamaklı eski ticaret yolu görmenizi tavsiye edebileceğim yerlerden biri. Adaya giriş yaptıktan sonra zaten pek çok yerde merdivenlerle karşılaşacaksınız. Gialos limanından yüzlerce basamakla çıkacağınız köyler var ve adadaki zamanınız doğrultusunda bu köyleri ziyaret etmelisiniz derim. Gialos’ta tekneden indikten sonra karşınıza çıkan saat kulesi, Deniz Müzesi, İkinci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden askerlerin anısına yapılan Meçhul Asker Anıtı da görülebilir.
Adanın ismi su perisi Syme’den geliyor
Görmeyen kalmamıştır, bir giden bir daha bir daha gitmiştir, henüz gidemeyenlerin de eminim aklı kalmıştır Bozcaada’da. Üzerine ayak bastığınız anda sizi kendine aşık eden bir yer.
Bozcaada, Türkiye’nin üçüncü büyük adası. Buna rağmen küçük bir günde her yerini gezebilirsiniz ama insan öyle hemen bırakıp gidemiyor. Benim de tavsiyem, buraya en az birkaç gününüzü ayırmanız, adanın doğasına uyumlu butik otellerden birinde kalarak hem deniz keyfini hem muhteşem doğasını yaşamanız hem de bir adada yaşamanın ruhunuza neler katacağını deneyimlemeniz. Kışları müthiş fırtınalara ev sahipliği yapan adaya gitmek için en uygun zaman bahar ve yaz ayları. Adanın bağları ve şarapçılığı ile neden ünlü olduğunu hemen anlayacaksınız. Gittiğiniz her yerde, kahvaltıda bile ikram edilen üzümlerin tadını hiçbir yerde almanız mümkün değil.
Bozcaada’nın koyları ve denizi muhteşem. Deniz soğuk ama pırıl pırıl ve mümkünse yüzerken denizin altını da izleyin. Ayazma, Akvaryum, Sulubahçe ve Çayır, popüler plajları, ama denize girebileceğiniz birçok koy var. Çayır plajında sörf de yapabiliyorsunuz. Deniz keyfinin yanı sıra Çınaraltı kahvesinde oturup bir çay kahve içmeden, adanın sokaklarında dolaşmadan, o sokaklarda karşınıza çıkan şirin ada evleri ile selamlaşmadan Bozcada’ya gittim demeyin. Özellikle eski evlerin olduğu sokaklarda tarihi hissedeceksiniz. Adada sanatseverler için birçok sanat galerisi de bulunuyor.
Gökçeada farklı dinleri ve kültürleri yıllardır bünyesinde barındıran bir barış adası.
Gökçeada, Homeros’un “İlyada” destanında söylendiğine göre “Deniz tanrısı Poseidon’un adası” aynı zamanda. İlk yerleşimciler MÖ. 500’lerde Atina ve takiben Delos birliğine katılmışlar. Daha sonra ise, bölgede Roma ve Bizans hakimiyeti görülmüş. 1456 yılında ada Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmış. Sonrasında sırasıyla İtalyanların, İngilizlerin ve kısa bir süre Yunanlıların egemenliğine girmiş. Lozan Antlaşması sonucunda 22 Eylül 1923’de ülkemiz topraklarına katılmış.
Tertemiz havasıyla dinlenmek için ideal yerlerden biri. Buraya deniz yoluyla geldiğinizde Kuzulimanı’na ulaşıyorsunuz. Kuzulimanı oldukça çorak görünecek gözünüze. Adanın eski adı İmroz da zaten “Çorak topraklarda bereket tanrısı’’ anlamına geliyor. Ancak adayı Kuzulimanı’ndan ibaret sanmayın. Geziniz boyunca Ada’da gideceğiniz köylerde çok farklı yaşamlara ve doğal güzelliklere tanık olacaksınız. Adanın köylerinde gezerken gülibrişimlere ve ortancalara hayran olacaksınız, ama en çok da gülhatmilere. Gökçeada oldukça büyük bir ada, Bozcaada’nın yaklaşık sekiz katı. Ve gezilecek çok yer var. Bu nedenle size tavsiyem bu güzel coğrafyaya en az birkaç gününüzü ayırmanız, doğanın ve dinginliğin tadına varmak, gittiğiniz her köyün tadına varabilmek için yavaş bir tatil yaşamanız.
Ada’nın barış içindeki köyleri
Köyler demişken Ada’da dokuz köy bulunuyor. Kaleköy, Tepeköy, Uğurlu, Eski Bademli, Yeni Bademli, Eşelek, Zeytinliköy, Şirinköy ve Dereköy. Eski Bademli Köyü’nde hala işler durumda olan tarihi çamaşırhane ve asırlık koca çınar ağacını görmenizi öneririm. Ve hemen belirtmeliyim ki, Kaleköy, Tepeköy, Eski Bademli, Zeytinliköy ve Dereköy ağırlıklı olarak Rum köyleri. Burada tabii ki Türkler de yaşıyor ve geçmişte Rumlara yaşatılan kötü anılara inat bugün halkların barış içinde nasıl bir arada olabileceklerini gösteriyorlar. Zaten ada yaşamının içine biraz girdiğinizde göreceksiniz adetler, yemekler, şarkılar hatta kahkahalar bile birbirine benziyor. Eğer ada ziyaretiniz 15 Ağustos’a denk geldi ise Meryem Ana Panayırı’nda adanın o içten ve şen yüzüne daha çok tanık olacaksınız.
Elbette deniz keyfi
Adayı çevreleyen ve yaklaşık olarak 100 kilometreye yakın olan sahil gerçekten de harika kumsalları barındırıyor. Burada deniz çok ama çok temiz. Ada’nın en popüler plajları arasında; önemli bir uluslararası bir sörf merkezi olan Aydıncık, Uğurlu Köyü’ndeki Gizli Liman, Lazkoyu, Yuvalı, Pirgos, Mavikoy ve Yelkenkaya bulunuyor. Ada denildiğinde satın almak için aklınıza gelebilecek ilk şey zeytinyağı. Artık neredeyse gelenekselleşmiş bir üretim olan zeytincilik adanın geçim kaynaklarından biri. 600 yıllık zeytin ağacı bulunan adanın zeytinleri genelde yağlık. Zeytincilik devlet tarafından da destekleniyor ve teşvik veriliyor.
Boğaz’ın kenarında gezinirken ya da İstanbul’un tarihi mekanlarını dolaşırken aklınıza geliyor mu ‘Bir de bu kadim şehri havadan görmek?...
Bu dünyanın turistik şehirlerinin olmazsa olmazlarından biri. Helikopter gezisi ile şehre hakim olup sonra derinlerine inmek neredeyse bir rituel.
İstanbul’un en çok ihtiyacı olan helikopter turlarını bir süredir Kaan Air yapıyor.
2012 yılında “Büyük Heliport” lisansını alarak Maslak Ayazağa’da 22 dönümlük bir alan üzerindeki Türkiye’nin ilk ve tek helikopter havalimanı Kaan Heliport’dan havalanan onlarca helikopter yerli ve yabancı turistlere İstanbul’u seyrettiriyor. Güvenliğin ön planda tutulduğu, minimum 15 dakika süreli helikopter turları aklınızdan yıllarca silinmeyecek başka bir İstanbul’u hediye ediyor gözlere.
“Yurtdışından bir misafir ya da turist grubu geldiğinde nasıl gezdirmeliyim, başta nereye götüreceğim ama saatler uygun mudur?” gibi sorularla yeterince anlatamadığımız İstanbul’u; Tarihi Yarımada ve Boğaziçi ağırlıklı turları ile neredeyse görsel bir şölenle baştan anlatıyorlar adeta. Bu seyir turunun en güzel tarafı istediğiniz saatleri seçebiliyor ve rotayı oluşturabiliyor olmanız. Eğer bir toplantınız var, trafik yoğun ve yetişme sorunuzu varsa size hava taksi olarak da hizmet verebilmeleri . Kadıköy’den Ayazağa Kaan Heliport’a otomobille gelirken 1.5 saatte aldığımız yolun helikopterle sadece 6 dakikada yapıldığını öğrenince seviniyor, özellikle iş dünyasının bunu mutlaka deneyimlemesi gerek fikrine yoğunlaşıyoruz.
Helikopterlerin inebilecekleri noktalar henüz sınırlı ama yeniden yapılandırmalarla hemen her lokasyona inebilecek olmaları nedeniyle onların iş dünyasının yeni “zaman” partneri olduğunu da anlıyorsunuz.
Kaan Air Genel Müdürü Kemal Süler, hobisi fotoğrafçılık olan aynı zamanda bir pilot. İstanbul seyir turu, helikopter kiralama ve hava taksi hizmetinin yanı sıra akıllardan çıkmayacak keyif vermesi için yıllardır emek veriyor. Dileği, İstanbul’a hayatını adamış tüm İstanbulluların bir kez de olsa bu deneyimi yaşamaları. 15 dakikalık turların 75 Euro’dan başlayan fiyatlarla yapılmasının nedeni de bu. Helikopter turu yapmak ya da iş toplantılarına helikopteri kullanmak Kaan Air sayesinde lüks olmaktan çıkarken, ben turu yaparken sadece vizörün arkasında kalabilmiş olsam da Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Taksim, Levent, Kız Kulesi gibi İstanbul’un simgeleriyle sanki ilk defa karşılaşmış gibi tanışmaktan kendi adıma da büyük keyif aldım. İstanbul’un her gün farklı bakan, siluetlerini geçen günün enerjisiyle değiştiren mucizevi şehri bir akşam vakti dolaşmak takılı kaldı aklımda.
Hindistan’ın özerk bir bölgesi olan Ladakh, İndus Vadisi’nin merkezinde, Himalayalar’ın oldukça ücra bir köşesinde bulunuyor. Ladakh, “Dağların geçit verdiği topraklar” anlamına geliyor. Etrafı dağlarla çevrili bölgenin en alçak yeri, deniz seviyesinden 3 bin 500 metre yükseklikte. Başkent Leh, bu yükseklikte bulunuyor. Dünyanın çok az nüfusa sahip bölgelerinden biri. Bir huzur köşesi olduğu kadar stratejik önemi de olan bir yer çünkü birçok önemli ticaret yolunun kavşak noktasında bulunuyor. 1960 yılından sonra, Tibet ve Orta Asya ile olan sınır bölümleri Çinli yetkililer tarafından geçişlere kapatılmış. Şehir, 1975 yılından sonra turizme açılmış.
Bölgedeki yüksek dağlar, muson bulutlarının, Hindistan içlerinden kuzeye ilerlemesine engel oluyor. Bu yüzden bölge yağışsız. Kasım ayından, Mayıs ayına kadar olan sürede, burası dış dünyaya tamamen kapalı. Çünkü hava sıcaklığı eksi 20 derecelere kadar düşüyor. Yazları ise ılık bir hava hâkim. Tam anlamıyla bambaşka bir dünya. Buraya geldiğinizde yükseklik nedeni ile ilk iki gününüzü daha çok dinlenerek geçirmenizde fayda var. Yoksa baş ağrısı başta olmak üzere sağlık problemleri yaşayabilirsiniz.
Ladakh, halkı Müslüman olan Keşmir ve Budist Tibet’e yakın ama arazi şekilleri ve kültürü, Tibet’e daha yakın duruyor. Buraya “Küçük Tibet” de deniyor. Bölge halkının büyük çoğunluğu Budistlerden oluşuyor, ama Müslüman sayısı da oldukça fazla. Yamaçlarda birçok Budist manastırına ve gittiğiniz her yerde renkli dua bayraklarına rastlayacaksınız.
Dünyayı kendine çeken kültür ve doğa
Çok yoksul bir bölge olmasına rağmen, suç oranının sıfır olduğu Ladakh’ta insanlar müthiş hoşgörülü, saygılı ve içten. Yüksek sesle konuşan, kavga eden birilerine rastlamanız zor, çünkü bu tür davranışlar burada saygısızlık olarak kabul ediliyor. Kötülüğü hiç bilmeyen bir bölge Ladakh. Dünyanın her yerinden insanları buraya çeken şey de bu topraklara hâkim olan bu kültür. Gittiğiniz her yerde hiç de alışık olmadığınız davranış ve ritüelleri insanı çok etkiliyor. Ladakh’ın neredeyse tamamı insan yaşamına uygun olmayan çöl ve dağlardan oluşuyor. Bölgenin bu özelliği insanları hem doğaya uyumlu bir yaşam sürmeye zorlamış, hem de dünyadan yalıtarak, burada özgün bir sosyal, kültürel yapının ortaya çıkıp günümüze kadar yaşamasına olanak sağlamış. 1970’lere kadar halk para kullanmıyormuş. Telefon, televizyon gibi teknolojik aletler pek çok evde yok.
Phyang Manastırı: Şehre 15 kilometre uzaklıkta Budist tapınaklarından biri. 1515 yılında kurulmuş. İçerisinde birçok kutsal tapınak, kraliyet döneminden kalma freskler, 14’ncü yüzyıldan kalma bronz idoller görülebilir. Bir de müzesi var. Müzede, 900 yıllık eserler, Çin, Tibet ve Moğol kültürlerine ait silahlar sergileniyor.
Kuzey Avrupa’nın en görkemli kentlerinden biri Amsterdam. Kanallar boyunca dizili evleri ile mimari harikası...
Hollanda’nın başkenti Amsterdam, Kuzey Avrupa’nın en önemli kentlerinden. Muhteşem Hollanda lalelerinin ve botanik bahçelerin arasında önce Rembrandt’ın, Van Gogh’un resimleriyle ruhunuzu yumuşatmak, sonra Leidseplein ve Rembrandtplein’in renkli gece hayatında, üstünüzdeki ağırlıklardan kurtulmak bence en güzeli.
17. Yüzyıl’ın en zengin kentlerinden olan Amsterdam, yarattığı mimari ile övünüyor olmalı. Çünkü 17. yüzyılda kentin çevresini kanallardan yapılmış bir daireyle çevirmek gibi çok iddialı sayılacak bir heyecanla sarsılan Amsterdamlı şehir plancıları bu isteklerini başarmışlar, kent kanallar ve köprüler kenti haline gelmiş. Yürüyerek ve bisikletle bütün şehri tanıma fırsatına sahip olduğunuz dünyadaki tek büyük kent burası.
Şehir, 700 yıl önce küçük bir balıkçı köyüymüş. Günümüzde ise eğlence hayatının ilk akla gelen kentlerinden biri. Eğlenmeyi seven Amsterdam halkı, büyük partileri organize etmeye Perşembe gününden başlıyor, Pazar gün ışıyana kadar sürüyor eğlenceler.
Eğer Amsterdam’a bir Pazar günü gelecek olursanız, karşılaşacağınız huzur ve sessizlik sakın sizi yanıltmasın. Pazar günü kentin dinlenme zamanı.
Kente ruhunu veren kanallar ve dar cepheli evler
Bir tersane ve deniz şehri olan Kiel, birçok uluslarası yelken etkinliğine ev sahipliği yapıyor. Sanat ve kültür faaliyetleri konusunda da zengin seçenekler sunuyor.
Kiel’de deniz hep yanı başınızda... Şehir Almanya’nın kuzeyinde Danimarka yarımadasının alt tarafında Schleswig-Holstein eyâletinin merkezi. Almanya’nın Baltık’taki önemli limanı olarak kuzey ve doğudan Danimarka’ya ait adalarla çevrilmiş.
Kiel Kanalı’nın doğu ucunda, Baltık Denizi’ndeki Kiel Fiyordu’nun her iki yakasında toprakları olan bir liman şehrinde, 200 metrelik onlarca geminin geçişine tanıklık etmek görkemli bir şölen izliyor hissi uyandırıyor insanda. O kocaman gemiler, üç büyük farklı kanaldan rahatça limana yanaşırlar, limanının derin suları ile şehrin kalbine kadar gelirler. Bu nedenle ticari gemilerin olduğu kadar büyük yolcu gemilerinin de en çok tercih ettiği limanlardan biri Kiel. Baltık turlarının en önemli durak noktalarından biri. Hem Almanya’nın hem de dünyanın denizcilik ve ticaret konusunda önemli merkezlerden biri olan Kiel, limana indiğinizde şehir merkezine yürüyerek beş dakikada ulaşabileceğiniz kadar da küçük bir kent.
Burano, Venedik’in 11 kilometre kuzeyinde, lagün içinde bulunan adalardan biri.
Kanallar boyunca yan yana dizilmiş ve rengarenk boyanmış evleri, bembeyaz dantel elbiseler ve el işleri ile dolu küçük dükkanları, buram buram kahve kokuları ile minik kafeleri ile insanda bir masalın içine düşmüş hissi uyandıran küçük bir adacık Burano. İtalya’da huzur ve sakinliğin adreslerinden biri.
Burano, Venedik’in 11 kilometre kuzeyinde, Venedik lagünü içinde bulunan adalardan biri. Yine bir masal kenti olan Venedik’ten, kentin kendi kadar ünlü ulaşım aracı vaporettolarından birine binip 45-50 dakikalık keyifli bir kanal yolculuğu ile ulaşıyorsunuz Burano’ya. Burano çok küçük bir ada olduğundan buraya bir Venedik seyahatinizde bir gün ayırabileceğiniz gibi, birkaç günlük kısa bir tatil için de değerlendirebilirsiniz. Ada yazları hem çok sıcak hem de kalabalık oluyor. Size önerim, baharda ya da yaz sonunda, yani kalabalıkların Burano’dan çekildiği zamanlarda, kafa dinlemek için birkaç gününüzü burada geçirin, pişman olmayacaksınız.
Ada, 6’ncı yüzyılda Romalılar tarafından yerleşime açılmış. Eskiden adalıların başlıca geçim kaynakları balıkçılık ve dantel işlemeciliğiymiş. Ama artık en büyük geliri turizmden elde ediyorlar. Ada halkı turistlere karşı çok içten ve misafirperverler.
Ada nüfusu 3 bin 500 civarında ve bunun büyük çoğunluğunu balıkçı aileler oluşturuyor. Rengarenk evlerin bulunduğu bölge kanalın daraldığı ve elbette Burano’nun en göz alıcı yeri Tre Ponti. Evlerin rengarenk oluşu ile ilgili hoş bir hikâye var. Adanın yerlisi olan balıkçılar akşam balıktan eve dönerken evlerini şaşırmasınlar diye her evin farklı bir renge boyandığı rivayet ediliyor. Her evin önünde evle aynı renk bir sandal bulunuyor. Ada sakinleri bu sandalları balıkçılık yapmak için olduğu kadar, alışveriş ve komşu gezmesi için de kullanıyorlar. Yan yana sıralanmış renk renk evlerin ve sandallarının kanallara yansıması ile bir renk cümbüşüne dönen ada görüntüsüne, köprüler, hemen her evin kapısında bulunan çiçekler ve evlerin dışına asılan çamaşırlar da eşlik edince, Burano en çok da fotoğrafçılar için görsel bir şölen diyebilirim.
Dantelleri ile ünlü
Burano dantelleri ile ünlü. Öyle ki “Museo del Merletto” yani bir Dantel Müzesi bile var. Müzede 16. yüzyıldan günümüze dantel örnekleri sergileniyor. Ada, 16. yüzyıldan itibaren dantel ticaretinin merkezlerinden biri olmuş. Hatta 18. yüzyılda Dantel Okulu (Scuola dei Merletti) bile açılmış. Bu okul bugün hala açık. Rivayete göre, dantel işlemeciliği balık ağlarını onarırken ortaya çıkmış ve özel bir dokuma yöntemi ile işlenen danteller zamanla üne kavuşmuş. El emeği göz nuru Burano dantellerinin fiyatları oldukça yüksek. Ucuzları da var ama bunların Uzakdoğu’dan geldiği söyleniyor, dantel alırken buna dikkat edin. Adanın merkezi Galuppi Meydanı. Burada ilk dikkatinizi çekecek olan, minik dükkanları önünde dantel ören ve satan Burano’lu kadınlar. Adanın bir özelliği de sokak ressamları, meydanda ve sokaklarda sık sık karşınıza çıkacaklar. Ada yaya trafiğine kapalı, zaten ihtiyaç da yok, yürüyerek tüm adanın keyfini çıkarabilirsiniz. Dantel Müzesi’nin biraz ilerisinde bulunan San Martino Kilisesi ve içindeki opera binası da adada ziyaret edebileceğiniz yerler. Adada yemek ve kahve keyfi için birçok yer var. Buranın özel bir kurabiyesi var “esse” ve ve keki “bussola”yı tavsiye ediyorum.