Polonya’nın başkenti Varşova, artık Avrupa’nın kültür başkentleri arasında. Şehrin sokaklarında yürürken tarihi iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Avrupa Birliği’ne girişinden sonra kültür ve sanata verdiği önemi daha da artıran Polonya’nın başkenti Varşova, artık Avrupa’nın kültür başkentleri arasında yer alıyor. Tarih boyunca birçok savaşa sahne olmuş şehir, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya saldırıları sonucu çok hasar görmüş, sonrasında Rus egemenliğine geçmiş ve yıkılan binaların büyük bölümü Rus mimarisi ile yeniden yapılandırılmış. Geçmiş acı ve yıkıntılardan yeniden doğan Varşova, bağımsızlığı ile birlikte Polonya’nın diğer şehirleri gibi aldığı yaraları onarmış, tarihine sahip çıkmanın gururu ile de kapılarını ziyaretçilerine açıyor.
Eski şehir tarihi hissederek dolaşmak
Vistül (Vistula) Nehri’nin kıyısında kurulmuş olan bu tarihi kentte en çok gezeceğiniz yer kentin eski şehir yani Stare Miasto olarak anılan bölümünde. Buradaki meydan ve binalar da savaş sırasında yıkılmış ama 1980’lerde aslına uygun yapılmış. Bu bölgedeki gotik ve barok mimari özelliklerini taşıyan binaların arasında sokaklarda yürürken iliklerinize kadar tarihi hissediyorsunuz.
Avrupa’nın en iyilerinden Lazienki Parkı
Maskelerin resmi geçidi olan Venedik Karnavalı Şubat’ın ilk iki haftası boyunca sürecek.
Görsel şölen
Özellikle fotoğrafçılar için bulunmaz görsel fırsatlar sunan Venedik Maske Festivali’nin öyküsü ilginç. Başlangıcı 12’nci yüzyıla kadar gidiyor. İlk başta Pagan kültüründe bahar kutlamaları kapsamında maskeler kullanılmaya başlanmış. Sonrasında maske kullanımı ile ilgili birçok hikâye var. Bunlardan birine göre Venedik, 1600’lü yıllardan itibaren çılgın partilerin, karnavalların en büyük mekânı olmuş. Eğlence merkezi olması, o dönemde Venedik’i Avrupa’nın cazibe merkezlerinden biri haline getirmiş. Eğlenceye düşkün şehirde, fahişelik mesleği de cazip bir hale gelince, köprülerde müşteri arayan kadınlar, yerel halk tarafından tanınmamak için birbirine benzeyen ve hafif bir tebessüm taşıyan yaldızlı maskeler takmaya başlamışlar. Bu dönemde maske, Venedik’in ve fahişeliğin sembolü haline gelmiş. Şehrin ileri gelenleri, maskelerin sayısını fark edince maskeyi ve fahişeliği yasaklamış. Sonrasında farklı dönemlerde maskeler yine kullanılmış, bugün ise Venedik’in sembolü durumunda ve en popüler turistik objelerden biri.
Venedik’in merkezi diyebileceğimiz San Marco Meydanı bu dönemde etkinliklerin ve yarışmaların da merkezi olma rolünü üstleniyor.
Kanallar ve meydanlar şehri
La Fenice Tiyatrosu
Görsel şölen
Özellikle fotoğrafçılar için bulunmaz görsel fırsatlar sunan Venedik Maske Festivali’nin öyküsü ilginç. Başlangıcı 12’nci yüzyıla kadar gidiyor. İlk başta Pagan kültüründe bahar kutlamaları kapsamında maskeler kullanılmaya başlanmış. Sonrasında maske kullanımı ile ilgili birçok hikâye var. Bunlardan birine göre Venedik, 1600’lü yıllardan itibaren çılgın partilerin, karnavalların en büyük mekânı olmuş. Eğlence merkezi olması, o dönemde Venedik’i Avrupa’nın cazibe merkezlerinden biri haline getirmiş. Eğlenceye düşkün şehirde, fahişelik mesleği de cazip bir hale gelince, köprülerde müşteri arayan kadınlar, yerel halk tarafından tanınmamak için birbirine benzeyen ve hafif bir tebessüm taşıyan yaldızlı maskeler takmaya başlamışlar. Bu dönemde maske, Venedik’in ve fahişeliğin sembolü haline gelmiş. Şehrin ileri gelenleri, maskelerin sayısını fark edince maskeyi ve fahişeliği yasaklamış. Sonrasında farklı dönemlerde maskeler yine kullanılmış, bugün ise Venedik’in sembolü durumunda ve en popüler turistik objelerden biri.
Venedik’in merkezi diyebileceğimiz San Marco Meydanı bu dönemde etkinliklerin ve yarışmaların da merkezi olma rolünü üstleniyor.
Kanallar ve meydanlar şehri
Tayland’ın başkenti Bangkok, ihtişamı ile büyülerken yoksulluğu ile de şaşırtıyor. Karşınıza sürekli sürprizler çıkaran bir şehrin caddelerinde sokaklarında dolaşmak heyecan veriyor.
Farklı ve özgün kültürler, insanlar da doğa kadar ilgimi çekiyor, bu tür coğrafyalara gittiğimde farklı bir dünya tanımanın zenginliğini içimde hissediyorum. Uzakdoğu denildiğinde akla ilk gelen kentlerden biri olan Tayland’ın başkenti Bangkok işte o şehirlerden biri. Aynı zamanda Tayland’ın en büyük ve kalabalık şehri. Bir yanı kaos, bir yanı huzur. Bir yanı ihtişamı ile büyülüyor, bir yanı yoksulluğu ile şaşırtıyor, hüzünlendiriyor. Karşınıza sürekli sürprizler çıkaran bir şehrin caddelerinde sokaklarında dolaşmak heyecan veriyor.
Modern alışverişin Asya’daki merkezi
Bangkok’ta en ünlü yerlerden biri Siyam Meydanı, modern alışverişin merkezi olarak kabul ediliyor. Zaten Güneydoğu Asya’nın en büyük alışveriş merkezi olan Mah Boon Klong da burada yer alıyor. Dolayısıyla kentteki gençler, turistler, alışveriş yapmayı sevenler bu meydanı mutlaka ziyaret ediyor.
Teknelerde yüzen market
Bangkok’ta muhakkak ama muhakkak gitmeniz gereken bir yer var: Yüzen Market ya da Yüzen Çarşı. Şehir merkezine 100 km kadar uzakta Nakhon Pathom şehri yakınlarında bulunuyor ama gittiğinize değecek. Özgünlüğünü pazar yerinin kanallar etrafına sıralanmış olmasından alıyor. Her şey teknelerde satılıyor, yiyecekten hediyelik eşyaya her şey var.
Yunanistan’ın başkenti Atina, küçük şehir merkezine karşın dört milyonluk nüfusuyla ülkenin can damarı. Binlerce yıllık kültürel mirası ve jeopolitik konumu da cabası...
Türkiyeli gezginler için Yunan adaları daha çok rağbet görse de bu hafta size Atina’yı önereceğim. Yunanistan’ın başkenti Atina, dünyadaki en eski kentlerden biri. Adalara gemi ve deniz otobüslerinin kalktığı Pire Limanı’na yedi kilometre mesafede kurulmuş olan şehir, tarihi, kültür ve sanatı ile dünyanın cazibe merkezlerinden biri aynı zamanda. Kuru ve poyrazlı yazları, eksi derecelere pek inmeyen kışlarıyla güzel bir iklimi var Atina’nın.
Şehrin simgesi Akropolis
Akropolis, Yunanca’da “yukarıda bulunan şehir” anlamına geliyor. Şehri dolaşırken nereye giderseniz gidin mutlaka bir şekilde kendinizi Akropolis ve üzerine kurulduğu tepe ile karşı karşıya buluyorsunuz. Akropolis’e gittiğinizde ise tüm şehri panoramik olarak seyredebileceksiniz. Antik Çağ’da Atina halkı burada toplanır, alınacak kararlar oylanırmış. Tapınak ve kale kalıntılarından oluşan Akropolis’in girişindeki Propylaia, içeride yer alan en büyük tapınak Parthenon, hemen civarında Athena Nike Tapınağı, Erekhtheion, Dionysos Tiyatrosu ve Herodes Atticus Tiyatrosu gezmekten zevk alacağınız yerler arasında.
Adını mitolojiden alıyor
Adını Yunan mitolojisinden alan Atina mitolojide birçok hikâyeye sahip. Bunlardan biri şöyle. Yeni bir şehir kurulmaktadır; Zeus, şehrin adını ve koruyucu tanrısını belirlemek için çeşitli yarışmalar düzenler. Son yarışmayı şehre en uygun hediyeyi sunan kazanacaktır. Zeus’un kızı, bilgelik ve savaş tanrıçası Athena, şehre bir zeytin ağacı hediye eder. Yüzyıllarca yaşayan, meyvesi yeşilken de aylar sonra kararınca da yenebilen; yağı yemeklere katılan ya da yiyecekleri saklamaya yarayan, yakıldığındaysa etrafı aydınlatan, sağlığa sağlık katan ve daha nice faydası olan zeytin ağacı, en beğenilen hediye olurken şehre de Athena’nın adı verilir.
Polonya’nın başkenti Varşova, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya tarafından yerle bir edilmiş, sonrasında Rus egemenliğine geçip yıkılan binaların bir kısmı Rus mimarisi ile yeniden yapılandırılmış. Bağımsızlığı ile birlikte Polonya’nın diğer şehirleri gibi aldığı yaraları onarmış, tarihine sahip çıkmanın gururu ile de kapılarını ziyaretçilerine açıyor. Sadece savaşın yıkıntılarını onarıp kendini yeniden var etmekle kalmamış, tarih, kültür ve sanat şehri olmayı da başarmış.
Vistül (Vistula) Nehri’nin kıyısında kurulmuş olan Varşova’da en çok gezeceğiniz yer kentin eski şehir yani Stare Miastoolarak anılan bölümünde. Buradaki meydan ve binalar da savaş sırasında yıkılmış ama 1980’lerde aslına uygun yapılmış. Savaşlara ve yıkımlara rağmen, tarihi binaların korunmuş olması hayranlık uyandırıyor. Bu bölgedeki gotik ve barok mimari özelliklerini taşıyan binaların arasında, sokaklarda yürürken iliklerinize kadar tarihi hissediyorsunuz. Kraliyet konutu Zamek Krolewski, etkileyici mimarisi ile hemen ilginizi çekecek. Bu yapı da İkinci Dünya Savaşı’nda yıkılmış, 1970’lerin sonlarına doğru barok stilinde yeniden inşa edilmiş. İçerisinde kraliyet ailesinin odalarını ve eşyalarını görebilirsiniz. Önündeki meydan turistik; alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar ya da biraz dinlenebileceğiniz kafeler var.
Gezmeniz gereken eski şehrin ünlü yapılarından bir diğeri St. John Kilisesi, Varşova’nın en eski kilisesi. İlk olarak 15. yüzyılda yapılmış, 1789’da büyütülerek katedral haline getirilmiş. Polonya krallarının taç giyme törenlerine ev sahipliği yapmış.
Avrupa’nın en güzel parkları bu şehirde
76 hektarlık bir alana yayılan, içinde barok mimarisinde bir saray, The Royal Garden, Romantic Garden ve Modernist Garden olmak üzere üç bahçe ve irili ufaklı göller bulunan Lazienki Parkı Avrupa’nın en iyileri arasında sayılıyor.Park içinde yer alan saray 18’inci yüzyılda yapılmış. Modernist Garden’da Chopin’in bir heykeli bulunuyor. Chopin bir zamanlar bu parkta ücretsiz konserler verirmiş. Bugün de müzisyenler bu parkta Chopin konserleri vererek geleneği sürdürüyor. Varşova park ve bahçelerden oluşan bir kent. İklimi serin ve nemli olduğundan yeşil, şehrin her yanında kendini gösteriyor.
Sovyet mimarisi etkisini gösteriyor
- Kral Yolu (Szlak Krolewski): Kraliyet Sarayı Zamek Krolewski’den Lazienki Park’a bağlanan 4 km’lik bir yol üzerinde birçok tarihi yapı yer alıyor.
Asırlık şatolarıyla bir masal diyarına benzeyen Estonya’nın başkenti Tallinn görülmeye değer, tam bir Orta Çağ kenti.
Baltık Denizi’nde ve Finlandiya Körfezi kıyısında bulunan Tallinn, Estonya’nın başkenti ve en büyük şehri. Ama iki günde gezebileceğiniz kadar da küçük bir kent. Kış sevenler için bir kışın da gidilebilecek kış şehri, Türkiye’nin yaz sıcaklarından bunalanlar içinse, yazları ılık bir havada keyifle gezilebilecek bir kaçış şehri.
Birçok Baltık şehri gibi Tallinn’de gezilecek yerler, hala Orta Çağ’ın ruhunu muhafaza eden eski şehir bölgesinde. Şehrin tarihi 1100’lü yıllara kadar uzanıyor. Eski şehre Tallinn Surları’ndan giriyorsunuz, bu kapıdan geçmek ve Arnavut kaldırımlı dar sokaklarını arşınlamak tarihte yolculuğa çıkmak gibi. Eski şehrin meydanına vardığınızda dört bir yanınız Estonya’nın şirin evleri ile çevriliyor. Ancak bunların hiçbiri yeni bina değil. Avrupa’nın pek çok yeri gibi burada da tarih korunmuş, eski şehir bölgesinde kesinlikle yeni bina yapılmıyor, eskiler ihtiyaç varsa restore ediliyor. Meydanın ortasında eski belediye binası var. Avrupa’nın en eski belediye binasıymış. Bu bina sadece yaz aylarında ziyaret edilebiliyor.
Tallinn size kapılarını Viru kapısı ile açıyor. Viru Caddesi ve Viru Meydanı Tallinn’in en popüler yerleri, ki bir yanda Orta Çağ’dan bugüne korunmuş binaları diğer yandan rengarenk çiçekçileri ile bu durumu sonuna kadar da hak ediyorlar...
Bu yerleri görmeden dönmeyin...
Riga, yemyeşil parkları ve tarihi sokaklarıyla St. Petersburg ve Barselona ile karşılaştırılacak düzeyde büyüleyici bir kent...
1995 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınan Siena, orta İtalya’da Toskana bölgesinde tepeler üzerine kurulu küçük bir tarihi şehir. Sarı ve kahverenginin hâkim olduğu binaları, restoranları, kafeleri, meydanları ile Orta Çağ’ın tam da içine düştüğünüz hissini veriyor. Bu nedenle olsa gerek İtalya’nın en çok turist çeken kentlerinden biri, Toskana’nın gözbebeği. Bu minik kentte tarihi koklarken, tarihine sahip çıkmanın öwnemini her adımda imrenerek fark ediyorsunuz. Siena’da orta çağdan kalan binalar asla yıkılmadığı gibi orijinal hali ile korumaya çalışıyorlar. Yeni bina hiç yok çünkü yeni bina yapılmasının 200 yıldır yasak olduğu söyleniyor.
Piaza del Campo Meydanı ve Palio yarışları
Siena’yı gezmeye Campo Meydanı ile başlayın. En popüler yerlerinden biri ve şehrin merkezi de olan Piaza del Campo Meydanı, İtalya’nın da en önemli meydanlarından biri sayılıyor.
Siena’nın sembolü ve efsanesi
Siena’da kurt figürlerine çok rastlarsanız şaşırmayın çünkü şehrin sembolü bir kurt. Neden derseniz efsane şöyle: İkiz kardeş olan Romulus ve Remus, ebeveynleri tarafından daha bebekken Tiber Nehri’ne bir sepet içerisine konarak terk edilmişler. Daha sonra sepet karaya doğru sürüklenmiş ve bebekler sepeti bulan dişi bir kurt tarafından emzirilmiş. Kısa bir süre sonra ise ikizler bir çoban tarafından bulunmuş. Çoban ikizleri alarak onların hayata tutunmalarını sağlamış. Romulus ve Remus zamanla büyümüşler ve kurdun kendilerini buldukları yerde bir şehir kurmaya karar vermişler. Onları emziren kurt da şehrin sembolü olmuş. Şehri gezerken Romulus ve Remus heykellerine de birçok yerde rastlayabilirsiniz.
Gezilecek yerler
- PalazzoPubblico (Belediye Sarayı) ve belediye binasına bitişik 103 metrelik çan kulesi Torre del Mangia’yı görün. PalazzoPubblico, Campo Meydanı’nın hemen önünde ve halen belediye binası olarak kullanılıyor.