Benim dedemin dedesi, babamın büyük dedesi, benim büyük büyük dedem tekke şeyhiydi...
“Çetin Altan kabul etseydi şimdi postta oturuyor olacaktı” demişti birgün yolumu çeviren tanımadığım yaşlıca bir adam.
Post, şeyh, tekke kelimelerini ilk o yaşlı adamdan duymuştum...
Bana uzun uzun bir şeyler anlatmıştı...
***
Ne dediğini tam anlamamıştım ama sezdiğim şey, içimde ama var olduğuna emin olduğum ama adını bilmediğim bir yerden bahsettiğiydi...
İnsanın içine iyi gelen bir sükuneti ve huzurlu bir ılıklığı vardı anlattıklarının...
Onun sesini hiç unutmadım...
Bu ülkeye bakınca, en büyük zihinsel bölünmüşlüğün dindarlar arasında yaşandığını düşünüyorum ben aslında...
Çoğumuza onlar birbirine sıkı sıkıya bağlı bir ekipmiş gibi gelse de benim büyük kuşkularım var doğrusu...
Neden mi?
Çünkü Tasavvufla ilgilenmiş dindarla, hiç ilgilenmemiş dindar arasında hem duygusal anlamda, hem dini anlama ve yorumlamada, hem de sevabı ve günahı algılama biçiminde büyük farklar olduğunu düşünüyorumda ondan...
***
Tasavvuf çok belirleyici bir konu bence... En azından ben öyle olduğunu düşünüyorum...
Allah’la ilişkisinde sevgiyi korkunun önüne koymuş, tasavvuftan haberdar bir dindarla sohbet ettiğinizde tasavvuf bilmenin bir dindarın hayatında nasıl farklılık yarattığını görüyorsunuz her defasında...
***
Yapılan akılsızlıklar arttıkça biz daha fazla aklın ve mantığın ucuna tutunmaya çalışıyoruz sanki...
Bu ülkede olan aptallıkların en kötü yanı, en büyük tehlikesi ne biliyor musunuz; bizi akla tutsak edip, zekanın ve zevkin uçuculuğundan koparmaları...
Mecburen hepimiz çok akıllı olmaya çabalıyoruz… Ki hepimizin çok akıllı olmadığı da açık...
Sürekli akıllı olmaya çalışan, buna rağmen akıllı da davranamayan ama zekadan, hafiflikten, neşeden de uzaklaşan insanlar halindeyiz.
***
Aptallıkları bizi akla tutsak ediyor farkında mısınız?
Kimse kendini bir hercailiğe bırakamıyor.
Aptallıkla ve kötülükle sarmalanmış bir siyasete, akılla karşı durma mücadelesi vermek hepimizi birer akıl heykeli yapıyor sanki...
Dün babam, ben, Leyla çitaları izledik... Bunu karar vererek yapmadık ama televizyonda rastladığımız doğanın çekiciliğine karşı koyamadık sanırım...
Çitalar, antilopları kovalarken biz de doğanın gerçeklerinden konuşmaya başlamıştık bile...
“Her şeyin bir dengesi var doğada, çitalar en hızlı koşan hayvanlardır ama ancak 100 metre koşabilirler” dedi babam...
En hızlının bile bir sınırı vardı doğanın içinde...
Çitalar, aslanlar, antiloplar, sırtlanlar, filler, zürafalar...
Kendi içlerindeki o “vahşi” ve kanlı denge…
Doğadan, vahşetten, dengeden konuşurken babam bize eskiden yazmış olduğu bir hikayeyi anlattı.
Ahmet Hakan’ın “Başkanlık istiyorum” dediği yazısını atlamışım…
Daha sonra twitterda rastladım…
Doğrusu ne dediğini, ne istediğini ben tam anlayamadım.
Üzerine çok şey söylenmiştir herhalde ama benim asıl söylemek istediğim yazının kendisiyle ilgili değil.
O yazının bana hatırlattığı bir konuşmayı ben de size hatırlatmak istiyorum.
Sanırım iki yıl önce Neşe Düzel, Prof. Ergun Özbudun’la bir röportaj yapmıştı...
Başkanlık konusunda kafası karışık olanların mutlaka okuması gereken bir konuşmaydı.
***
Kötü olan acı çekmek değil, kötü olan hangi acıyı çekeceğimizi başkalarının bize söylemesi...
Onlar ülkeyi nasıl yönetirlerse, bizim de acılarımız ona göre belirleniyor.
Öyle değil mi?
Baksanıza bir etrafınıza…
Bütün bu acıları biz mi yarattık, sebebi bizim yaptıklarımız mı?
Başkalarının yaptıklarını kendi acılarımız diye yaşıyoruz.
Üstelik bu acıların nedenlerini, kimin hatasından kaynaklandığını sorgulamıyoruz, öylece alıp kabul ediyoruz.
İşte bu kabullenmişlik, boyun eğmişlik, bizi gerçek ve iyi bir hayat istemekten alıkoyuyor…
Anlatmak gerçeği çarpıtmak mıdır?
Bir gerçeği, kendi gerçeğimizle bozar mıyız anlatırken?
Kendi gerçeğimizi nasıl yaratırız peki; hatırladıklarımızla mı yoksa gerçekten yaşanmış olanlarla mı?
İkisi aynı şey midir yoksa, yoksa farklı mıdır?
Bir olayı anlattığımız anda farkında olarak ya da olmayarak yalan söylemeye mi başlarız?
***
Herkes, hepimiz, hayatı, kendi algılarımıza, kendi anılarımıza, kendi yaralarımıza göre yerleştiririz zihnimize.
Ve beraber yaşadığımız olayları bile birbirimizden tamamen zıt anlatabiliriz…