Bu ara yine çok yürüyorum...
Şehri adım adım yaşamak, sokaklarda dolaşmak bana büyük bir özgürlük duygusu veriyor.
Özgür olmakla özgür hissetmek arasında büyük bir fark olduğunu düşünüyorum ben.
Özgür olmak sandığımız kadar kolay bir şey değil, boşuna insanlar “yönetilmeyi” bu kadar kolay benimsemiyorlar..
Ama şartlar ne olursa olsun kendini özgür hissetmek... O, kimsenin dokunamayacağı, yasaklayamayacağı, engelleyemeyeceği, çevrenizi kuşatan koşullar ne olursa olsun varlığını sizin gücünüzle sürdürebilen bir duygu.
***
Bunları düşünerek yürüyordum geçen sabah yine, bu şehri bu kadar güzel yaratan içine bizleri niye koydu acaba diye de şaşıyordum bir yandan...
Bir bildiği vardır herhalde diyip kendi kendime gülümserken, DHKP-C’ye yönelik olduğu söylenen bir operasyonda polis kurşunuyla sırtından vurularak öldürülen 25 yaşındaki Dilek Doğan’ın ailesini gördüm bir dükkanın televizyonunda, göz ucuyla...
“İçlerinden bebekler gibi ağlayarak öldüler hepsi de. Uğruna öldükleri,uğruna savaştıkları şeyi unuttular.
İnsanın anlayabileceği şeyleri düşündüler. Bir arkadaş yüzünün hasretiyle öldüler. Bir ana, bir baba, bir kadın ve bir çocuk sesini duymak içini inleyerek öldüler.
Doğdukları yeri son bir kere daha görmek, son bir kere daha görebilmek için yürekleri acıyarak öldüler.
Yaşamak için derin iç çekişlerle, sızlanarak öldüler.
Neyin önemli olduğunu biliyorlardı. Hayatın her şey demek olduğunu biliyorlardı. Hıçkırıklar içinde haykırarak öldüler bunun için.
Ölüm anlarında kafalarından geçen tek cümle; ‘yaşamak istiyorum,yaşamak istiyorum, yaşamak istiyorum’ olmuştu…
Bunun için başı bacaklarından daha alçaktaymış gibi gelmişti ona.
Sebep bacaklarının olmamasıydı. Hafif gelmişti vücudu. Hava da hafifti.
Geçen gün medyanın içinde bulunduğu sıkıntıları, işsiz kalanları,yargılananları konuşuyorduk.
Biri “unuttun mu dört sene önce o zamanki başbakanın medya için dediğini‘Özgürlüklerin de sınırı var, 25 kuruşa simit yok’ demişti” dedi...
O zaman da bu laf tam ne demek anlamamıştım, açıkcası yeniden duyunca da anlamadım...
“Özgürlüklerimizi daha ‘pahalıya’ mı alalım” demek istemişti acaba?
Yoksa bize bahşedilen 25 kuruşluk özgürlüğümüze layık olmaya çalışmamızı mı söylüyordu?
Galiba hepimizin özgür olmasını istiyor ama ne kadar özgür olacağımıza da kendisi karar vermek istiyor.
Hatta bana sorarsanız bunu sadece istemiyor, bunun böyle olması gerektiğine inanıyor.
Buna inanmayanlara da çok kızıyor...
Seçim sonuçlarının analizleri tüm hızıyla devam ediyor hayatınızda öyle değil mi?
Benim öyle doğrusu...
Büyük bir ihtimalle bir dönem bundan kaçmamız mümkün olmayacak.
Hepimiz kaçınılmaz olarak bu analizleri yapacağız... Yapanları dinleyeceğiz...
Anlamaya çalışacağız aslında...
Çünkü benim en ortak gördüğüm duygu, insanların seçim sonuçları karşısındaki hayreti... Ama sanırım ben, basit analizleri ‘derin’ olanlardan daha ilgi çekici buluyorum...
Mesela bu sonucun mimarının tereddütsüz Devlet Bahçeli olduğunun analizlerin başına yerleştirilmesi gibi…
***
Baskıcı siyaset, genellikle özgür olmaya cesareti yetmeyenlerin ülkesinde başrolde oluyor, bilmem farkettiniz mi?
Kabul etmek zor olsa da ne yazık ki biz de tam böyle bir toplumuz işte...
Biz, böyle siyasetçiler var diye tutsak değiliz aslında, tam tersine özgür olmaya korktuğumuz için böyle siyasetçiler var ülkemizde...
Özgürlük büyük sorumluluk getirir çünkü...
Hayatın karşısında tek başına kimseyi suçlamadan, hiçbir şeyden şikayet etmeden sorumluluğu
almak, çoğumuzun ne bildiği ne de aslında istediği bir şey...
***
Biz ne yapıyoruz onun yerine...
Bu ülke hepimizi bir seçime zorluyor.
Keskin bir seçime üstelik...
Kimse bilmese bile siz neyi seçtiğinizi bileceksiniz...
Hayat mı, ölüm mü?
Haysiyet mi, haysiyetsizlik mi?
Alçaklık mı, dürüstlük mü?
Hayatın kucağıma bıraktığı acı, bu sefer gerçekten hayat kadar büyük olanlardandı..
Ama içimden bir ses sürekli bu acıdan daha büyük hediyen var diyordu sanki...
Bir yazı, bir fotoğraf, bir anı, hep bunu söylüyordu... Ölümün bile değiştiremeyeceği bir hediye ile doğmuştum ben...
Kazancım kaybettiğimden büyüktü...
Ben Çetin Altan’ın torunuydum...
Çetin Altan benim dedemdi...
Hayatın en sert gerçeğinin bile yenemeyeceği bir hediyeydi bu.
***