Poker masasında ilk yarım saatte yolunacak enayinin kim olduğunu anlayamazsan, o enayi sensin demektir...
Tutku Ağı filminden...
***
Makyajına ve yüzündeki boyalara güvenme... Yollar da güzeldir... Ama altından kanalizasyon akar...
Yaralı Yüz filminden...
***
Dünya biz çok uzakları görmeyelim diye yuvarlak yapılmış...
(Out Of Africa; Benim Afrikam filminden...)
Aydın Doğan; Milliyet ve Vatan gazetelerini Erdoğan Demirören-Ali Karacan ortaklığına satıyordu...
Bu satış; Aydın Doğan’ın “medyayı yöneten patron görüntüsünü silmek için” elindeki iki gazeteyi çıkarma amacını taşıyordu...
***
Aydın Doğan bilinçli olarak medyada nispi küçülmeyi seçiyordu...
O günlerde Başbakan olan Tayyip Erdoğan mitinglerde, “kendisinin medyadaki pozisyonunu sürekli hedefe oturtan” konuşmalar yapıyordu...
Aydın Doğan bu konuşmaların etkisiyle; Hürriyet, Posta ve bir süre sonra kapatacağı Radikal gazetelerinden oluşan küçülen medya bir grubuna dönüşmek istiyordu...
***
Milliyet ile Vatan gazetelerini; tanıdığı, bildiği işadamlarına ve ailelere vermek istiyordu...
İstenen düzene ve sisteme uymayan bir gazeteciyi yok etmenin çeşitli yolları vardı Türkiye’de...
Önce onu itibarsızlaştırırlardı...
Çetin Emeç “hiç hak etmediği şekilde itibarsızlaştırılan gazetecilerden en önemlilerinden biri olarak basın tarihine geçti...”
***
Galatasaray Lisesi ve İstanbul Hukuk fakültesi mezunu, babası gazete patronu olan; Suadiye’li Çetin Emeç, “güya ciddi ve seviyeli gazetecilere karşı magazinci bir gazeteciydi!!!”
Bu sıfat takılarak aşağılanmaya başladı “derin Milliyet” tarafından; Çetin Emeç...
***
Dikkat edildiğinde; en seviyeli görünenleri de dahil; bu aşağılamayı yapanların hiçbirisinin, “eğitim düzeyi”, Çetin Emeç’in yarısına ulaşmıyordu...
Milliyet Gazetesi Türkiye’de herhangi bir gazete değildi...
Türkiye’nin sivil ve askeri bürokrasisi, akademik çevresi, sanat ve kültür dünyası üzerinde direkt algı yönetimi yapan gazeteydi...
***
Abdi İpekçi döneminde 240 binlik bir tiraja oturmuştu...
Büyük şehirlerin münevver (aydın) ailelerinin, sivil ve askeri bürokrasinin, akademisyenlerin, sanat ve kültür hayatını yönetenlerin referans noktası, merkez sosyal demokrat çizginin vazgeçilmez yayın organıydı Milliyet Gazetesi...
***
Abdi İpekçi yıllar içinde büyük mücadeleler vererek gazeteyi “bu toplumsal platforma” oturtmuştu...
Milliyet’in 240 bin tirajda olduğu günlerde; Hürriyet 600-700 bin barajında; Günaydın-Tan gazeteleri 700 bin-1 milyon sınırındaydı...
Gazeteci; Milliyet gazetesini aldığı yılın hemen ertesinde tanıdı Aydın Doğan’ı...
1981 yılının Nisan ayıydı...
2 Nisan 1981 günü başladı Milliyet gazetesinde çalışmaya...
12 Eylül darbesinin birinci yılı henüz dolmamıştı...
***
Aydın Doğan; satın aldığı Milliyet gazetesinin derin odaklarıyla yeni yeni ilişkiye geçiyor; onlara karşı olabildiğince “çelebi ve kalender” davranıyordu...
***
O sırada Milliyet’te ünlü yazarlar köşe yazıyordu...
2011 Nisan ayının sonlarına doğru; Gazeteci yazı yazdığı gazetenin genel yayın müdürünü aradı... Uzun zamandır gazeteye gitmiyordu... Yazılarını evinden gönderiyordu... Gazetenin yazı işleri dedikodularından, iç çekişmelerinden, ekip kavgalarından, bitmek bilmeyen iktidar savaşlarından bıkmıştı...
***
İki yıl önce çocukları olmuştu...
Üzerine ağır operasyonlar yapılıyordu... O ise, yarım sayfayı bulan köşe yazılarını iyi çıkarmak; hayatın üstüne yüklediği tüm sorumlulukları yerine getirebilmek için, yaşamında fazlalık olan her şeyi üzerinden atmıştı...
***
Gazetelerde “boş laklak, geyik, gırgır, muhabbet” de bunlardan biriydi...
-“Gazetede ne yapıyorum ki?..” diye düşündü yazı yazmanın dışında... Çokça muhabbet, bitmek bilmeyen iktidar savaşları laklak ve gereksiz medya dedikoduları öğrenmekle geçiyordu zaman...
“Kendim için endişelenmeyi uzun zaman önce bıraktım...”
Seni düşünmeyen, anlamak istemeyen, anlamamazlıktan gelen insanlara yön değil; yol vermelisin... Ts. Eliot
***
Düşünmeden konuşmanın cezası; konuştuktan sonra düşünmeye mahkum olmaktır...
İlhan Berk
***
İnsan zamanı durdurduğu yere aittir... Amelie
***
Gazeteci’nin Milliyet Gazetesi’nin neredeyse bir kata yayılan odasında yaptığı görüşmede Aydın Doğan’ın medya imparatorluğunun zirvesinde olduğu günlere denk geliyordu...
***
Gazeteci ise; Hürriyet-Milliyet-Kanal D-Posta-Radikal ve onlarca dergi ile dağıtım şirketinin olduğu bir imparatorluğu bırakıyor; yanında bir kanaldan futbol maçları veren bir Cine 5 olan; tek bir televizyon kanalına gidiyordu...
***
Programı için “özgür hareket edebilme olanağını” orası vermişti Gazeteci’ye...
O imparatorluğun değil, kendi yaratıcı televizyon programlarının ve özgürce özgün kalem oynatabileceği köşesinin iyi olmasının derdindeydi...
***
Bir süre sonra, SHOW’da halkı önemseyen, halkla bütünleşen, halkın duygularına ve düşüncelerine değer veren programları yapmaya başladı... Dördüncü kanal durumundaki SHOW TV bir anda birinciliğe çıktı...