Zaman uçtu sanki bugüne gelinceye dek. Ve yarın da uçmaya devam edecek. Bir bakmışım ki ben, oğlunun özgürlük kararlarını, içindeki fırtınalar eşliğinde dinginlikle karşılamaya çabalayan bir anneye dönüşeceğim; bu günlerde içime ve gönlüme çok uzak olan bir ‘ben’ olacağım hatta. Aksine o günler o kadar kapıda görünüyor ki; işte o minik adımlar ve zamanın amansız uçuculuğu, o geleceği hem müjdeliyor hem de acı acı yüzüme çarpıyor.
Adımlarını birbiri ardına sıraladığında, elimi tutmayı bıraktığında, bensiz yürümeye başladığında, onun o içime bir bağımlılık gibi işleyen sıcaklığından mahrum kalacağım günleri düşünüyorum bu günlerde; panikliyorum.
Sonra hemen frenliyorum kendimi. Çünkü biliyorum ki annemi ve babamı nasıl mahrum bıraktıysam kendimden, o da beni onsuz bırakacak günün birinde. Özgürlüğü için adımlayacağı yolun başına dikilecek; belki inatla; belki yumuşakça; belki bilgece; belki de deli dolu...
Ben sadece yolunu özümseyip özümsemediğinden emin olacağım. Yolundan döndürmeyeceğim; ve zannediyorum ki istesem de döndüremeyeceğim. Ve dileyeceğim ki o ne yaptığını ve nereye gittiğini çok iyi bilecek...
Keza hepimiz yaşadık; yürüyorsanız eğer, gittiğiniz yolun kararı verilmiştir ve hükmü kesilmiştir çoğu zaman. Aklın ışığında ve rehberliğinde atılan gayretli adımlarla hayat yolculuğu başlamıştır kişi için. Adımların başladığı yerde ise ayrılık vardır çoğunlukla; ve o adımlar mesafe aldıkça, hüzün birikir geride. İşte oğlumun o minik ilk adımları, beni bir gün ondan uzağa düşüreceğinin bir işareti... Ne yapalım? Bu da çocuklu hayatın apaçık gerçeği işte...
Yine bir ilk...
Minik ve aceleci adımlardan bahsetmek istiyorum; bebeklik evresinin sonu, çocukluk evresinin başlangıcı olanlardan... Ve en önemlisi; kendine, özüne ve özgürlüğüne giden yolun en başındaki o ilk ve küçük adımlardan... İşte o ilk adımlar hem hüzünlendiriyor, hem de çok mutlu ediyor beni. Oğlum, hayatın içine dalıyor ilk adımlarıyla...
Haberin Devamı