Bugün 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı! Hepimize kutlu olsun! Atatürk’ün izinde büyümüş, onun yolundan bir an olsun ayrılmayan bir neslin çocuğu olmak, müthiş güzel bir duygu! Okul zamanımdaki gibi içim kıpır kıpır oluyor bugünü düşündükçe! Ankara’yı, İstanbul’u, İzmir’i; bütün memleketi! Bugün, o ilk ve şahane büyük adımla başlıyor kurtuluş mücadelesi! Bugün, pusulası bile olmayan bir gemiyle, çok sevdiği askerliğinden vazgeçmiş genç bir adamın mücadelesi başlıyor bizler için! Hakkı ödenmez Mustafa Kemal’in… Ona layık olmak için okuyan, yazan, ilerleyen, farkında ve uyanık insanlar olmak zorundayız. Dünya karmakarışık haldeyken bizim zihnimizin dupduru kalabilmesinin başka yolu yok.
Bir Cesur Kadın…
Postadan bir kitap geldi: Halide. Açtım, ilk sayfasında yazarları Yeşim Demir ve Fatih Özcan’ın nazik notu vardı: “Bize huzurlu uykularımızı armağan eden, toprağın altında uyuyan analarımıza…” diyordu. Ne sıcak, anlamlı ve hoş bir not diye düşündüm. Ertesi gün de anneler günüydü. Okumaya başladım kitabı, o gece bitirdim.
Kitap, Halide Edip Adıvar’ın romanıydı…
Kurtuluş Savaşını adım adım takip etmiş, kalemiyle, düşünceleriyle, savaşın bilfiil içinde yer almış bu şahane kadın kahramana bir savaşçı, bir yazar ama en önemlisi bir kadın olarak bakmak, müthişti. Mustafa Kemal’e olan büyük hayranlığın, güçlü bir erkekle onun kadar güçlü bir kadının yan yana gelmeyişinin ilginç yolculuğu… Fikriye ve Latife’nin Halide’nin zihnindeki yeri… Bilmediklerime de cevap gibi oldu adeta... Nefis bir kitap olmuş!
“Başucunda duran tahta kutunun kapağını açtı Halide, kurumuş güle baktı.
Derin bir Ah!” çekti...”
Ne şiirler yazıldı, ne şarkılar bestelendi onun için… Tarihi araştırmalar, coğrafi incelemeler ama en çok edebiyat tadını çıkardı Bodrum’un… Bodrum deyince Cevat Şakir Kabaağaçlı gelir akla. Böyle ceza mı olur demeyin, o cezalı olarak Bodrum’a gittiğinde Bodrum, uzak memleket. Ama o farklı gören gözü, başka hisseden yüreğiyle bütün Türkiye’ye sevdirdi Bodrum’u. Onu edebiyatın mavi gözlü oğlu yaptı. Şimdi de İ. Hatice Orman, güzel bir araştırmayla onun gözünden Bodrum’u anlatmış okurlara Cevat Şakir’in Bodrum’unda.
“Burası engin göklerin memleketidir. İçten gelen bir türküyü kapıp koyuverin, uzaklaştıkça türkü gökte masmavi olur. Işık burada yalnız karanlığı aydınlatmakla kalmaz, aydınlattığı maddeyi değiştirir ve görülen bir şair rüyasına çevirir. Başka yerde nur içinde yatılacağına, burada nur içinde yaşanır.
Yokuşbaşına geldiğinde Bodrum’u göreceksin, sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin.
Senden öncekiler de böyleydiler, akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler…”
Bodrum ister bir şarkı, ister bir kitap satırında nerede olursa olsun, herkesin yüreğinde farklı bir yere sahiptir. Bu araştırma onu bilenlere de bilmeyenlere de keyifli gelecek.
Bat dünya bat…
Savaşlar, barışlar, göçler; değişen dünya düzenleri, insanların bitmek tükenmek bilmeyen hırsları, yeni yeni hikayelerin yazılmasına sebep olmuştur.
Aşkta yolculuk…
“Sene 1945. Eski bir savaş hemşiresi olan Claire Randall, evine dönmüştür. Tekrar bir araya geldiği eşiyle ikinci bir balayına çıkar. Salisbury Düzlüğünde bulunan tarihi taş çemberini ziyaret ederler. Bu taşlardan birine dokunan Claire birden kendini, savaş yüzünden yıkılmış ve gruplaşmış sınır baskınlarına maruz kalan İskoçya’da bir yabancı olarak bulur. Sene 1743’tür. Anlayamadığı güçler tarafından zaman içinde geçmişe savrulan Claire, hayatı için tehdit oluşturabilecek mülk sahipleri ve casusların arasına düşmüştür. Cesur bir İskoç savaşçısı olan James Fraser, Clairee öyle sınırsız bir aşk sunar ki genç kadın sadakat ve tutku gibi iki zıt duygunun arasında sıkışıp kalır.”
Bir savaş sonrası kitap Yabancı serisi, Diana Gabaldon’un çok kısa bir sürede New York Times’ın çok satanlar listesine girmeyi başarmış romanı. Bu yazarın en önemli özelliği, sağlam kuruları… Fantastik bir tatla yazdığı ilginç roman serisi, hayal dünyanızı güçlendiriyor ve sizi şahane bir yolculuğa çıkarıyor.
Nasıl düşüleceğini öğrenmek…
Bu hafta biraz kendi kendine kalmaktan, yalnızlığın dayanılmaz cazibesinden söz edeceğim size. Hayatın sırrını merak edenler, önce kendilerinden başlıyorlar düşünmeye...
Çocukken çok güzeldik be!
“Çocukken güzeldik be! Kendi dünyamız vardı. Oyuncak arabalarla taksi şirketimizi kurar, komşunun kızıyla platonik evcilikler oynardık. Rüyalarımız beyazdı o zamanlar. En büyük kabusumuz, rüyamızda gördüğümüz çikolata bahçesinin gerçek olmamasıydı. Sonra deliksizdi uykularımız; yarasız, beresiz… Hepsini yitirdik! Sen sakın büyüme çocuk! Hiçbir şey o çok sevdiğin oyuncak araba kadar mutlu edemeyecek seni. Ve gün gelecek sen hiçbir şeyi o araba kadar çok sevemeyeceksin...”
Muhammet Recep Arar’ın kitabı Sakın Büyüme Çocuk’un tanıtım yazısı böyle. Benim dikkatimi en çok kitabın adı çekti. Ne çok söyleriz bu cümleyi çocuklara, hatta zaman zaman içimizdeki o çok iyi tanıdığımız yalnızlığını, yanlışlarını; doğrularını, iyi taraflarını bildiğimiz çocuğa!
Zaman zaman nesir. bazen de manzum tatta yazılmış, hoş bir irdeleme hayatla ilgili...Bizim de kendi kendimize yaptığımız, çocukluğumuzun masumiyetine sığındığımız ve büyümekten hiç hazzetmediğimiz zamanlar yok mudur? Bu kitap da öyle bir sorgulama işte!
Bu hayat, hangi hayat bilgisi kitabında geçiyordu, gibi cümlelerle sizi epey düşündürecek nitelikte, çok düşünülerek yazılmış…
Hoşuma gitti gerçekten. İnsanı çocukluğuna götürüyor. İnsanı geçmişe götürüyor, o en değerli zamanın içinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Bahara en çok aşk yakışır. Yalnızca tabiat değil, kalbimizde çiçek açar. İşte böyle günlerde daha çok yazar insan… Yaşadıklarını hissettiklerini kaybetmemek için…Ya da okur…Yaşananları, hissedilenleri içinde duyumsamak için…
Korkunun kadınları…
“Kadınlar bu kez tekinsiz öyküler anlatıyor…Ama yakınarak, mağduriyeti yücelterek değil… Kadınlığın hep bilinen ama bilmezden gelinen gücüyle…
Kız Kulesi’nde bulunan albino bebek, Maltepe’deki Bakireler Tapınağı, İstanbul’a gelen büyücü, Büyükada Rum Yetimhanesi’ndeki hayalet, Yerebatan Sarnıcı’ndaki Medusa, Üsküdar Toptaşı’nda Valide-i Atik Külliyesi’ndeki gebe kadınlar, Kadıköy’de Süreyya Operası’nda bir soprano, Caddebostan’ın gizemli geçmişindeki cadı bostanı, Ayasofya’nın dehlizlerinde Sofia’nın dönüşümü…
Hepsi dokuz ayrı kadının imbiğinden geçerek, dokuz ayrı öyküyle bu kitabın sayfalarında buluşuyor.
İstanbul’un her biri farklı bir sır barındıran köşesinde, kadınların rehberliğinde gizemli, heyecanlı, gerilimli bir yolculuk…” Kadınlar, başka görürler hayatı. Sevinçleri coşkuludur, acıları derindir. Işın Beril Tetik, Aşkın Zengin Akkuş, Gülbike Berkkam, Orkide Ünsür, Zeynep Çolakoğlu,Seran Demiral, Özlem Ertan, Funda Özlem Şeran ve Nurgül Çelebi Özmen; gerçek yaşam öykülerini anlatmışlar bu kitapta.
Anlatılanları Orkide Ünsür derlemiş. Dokuz ayrı öyküde, hayata dokunacaksınız. Ve hayata kadın gözüyle bakmanın farkının, farkına varacaksınız.
Günlükler gün gün işler hayatı satırlara
Şehirlerin sevdalarla doğrudan ilişkisi vardır. Orhan Veli’nin şiiri gibi şehri dinlersiniz sevdanızın içinde… Şehirleri ve aşkları birbirinden ayıramaz yazarlar.
Yalnız olma sanatında maceralar
“Anlamaya başlamıştım, yalnızlık kalabalık bir yerdi: Kendi içinde bir şehirdi. Ve biri bir şehirde yaşamaya başladı mı ilk başlayacağı nokta, kaybolmak olur. Zamanla kafanızda bir harita oluşmaya başlar, sevdiğiniz yerler ve tercih ettiğiniz yollardan oluşan bir koleksiyon: Başka bir kişinin asla kopyasını çıkaramayacağı ya da çoğaltamayacağı bir labirent. O yıllarda inşa etmekte olduğum ve şimdilerde de devam etmekte olan şey bir yalnızlık haritası… Yalnız olmak ne demekti ve bu yalnızlık insanların hayatlarında nasıl işlev görüyordu anlamak istedim. Anlayayım ki sanat ile yalnızlık arasındaki karmaşık ilişkinin şemasını çıkarmaya teşebbüs edebileyim. “
Yalnız olmak ne demektir kalabalıklar içinde? O nasıl derin bir teklik, bitmez bir boşluktur insanın yüzüne tokat gibi vuran? Şehirler nasıl dalga geçer insanla? Yalnızlığın da kendine has bir kalabalığı vardır insanın kendi kendine yarattığı… Olıvıa Laıng, Yalnız Şehir’de bu kalabalık yalnızlığı anlatıyor bize. Aşkın, iki kişiliğin, iki kişiyken bir olma becerisinin, bir şehrin ayrıntılarıyla nasıl şekillendiğini tatlı tatlı anlatıyor. Hepinizin aşkına ev sahipliği eden bir şehir vardır mutlaka... Bir şehirde sanatla ve yalnızlıkla yaşamanın korkunç tekliği, çok güzel anlatılmış.
Hikayenin içinde sen varsın...
Hayat çok acı deneyimler yaşattı bu hafta hepimize… Şaşırdık, korktuk, sorguladık, göz yaşı döktük, içimiz yandı tevekkül ettik… Zamansız biten hayatlar, hayat üzerinde bir kere daha düşündürdü bizi… Ömür dediğimiz şeyin içine neler sığıyor, neler yazılıyor onun hakkında, neler hayal ediliyor; bütün bunlar hep kalemin ucunda gizli… Önce Tanrı yazıyor her şeyi, sonra da yazma yeteneği verdiği hayalleri ve tasarıları kaleme almayı sevenler… Daha iyi bir hayat için öneriler var bu haftaki kitaplarda ve yine hayata en çok yakışan “aşk” tabii ki…
Ya da yazı tura
Ayfer Tunç yine yazdı… Yine şahane anlattı anlatmak istediklerini. Nefis bir roman olmuş Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura. Kitabın tanıtımında modern bir destan demişler yazarın tarzı için. Bu kadar doğru bir tespit olamaz. Onun kaleminde eskinin tadı hep vardır. Anlattıkları, dünün kokusunu, bugünün tadını barındırır içinde. Taraflı diyebilirsiniz yazdıklarıma ama ben bu yazarı çok severim. Ne yazarsa alır okurum ve zaten beğeneceğimi bilirim.
Yine öyle oldu. Aşıkların deli olduğu ve ne olursa olsun acı çektiği konusunun altını özellikle çiziyor kitabında.
Kendinize bugün tatlı bir izin verin ve CNR EXPO’da açılan kitap fuarını ziyaret edin.
Kitap fuarları, bizim entelektüel yüzümüz, geçmişimiz, bugünümüz, geleceğimiz… Neden mi? Edebiyat her zaman hazır ve nazırdır bizim için… Dün de birileri yazdı, bugün de yazıyor, yarın da yazacak… Kitap fuarları bildiklerimizle bizi buluştururken bilmediklerimizle bizi tanıştıran, yazarlarla, şairlerle el sıkışmamızı sağlayan, kitaplarımıza ıslak imzalar armağan eden birkaç günlük çok değerli bir süreç… Tadını çıkarmak, ona gereken önemi ve değeri vermek gerekiyor.
Bu seneki kitap fuarı, bugün CNR EXPO Yeşilköy’de 5.kez açıldı. Pozitif Fuarcılık ve Basın Yayın Birliği tarafından hayata geçirilen fuara, 20 ülkeden yerli ve yabancı 350 yayınevi katıldı. Yurt içi ve yurt dışından pek çok yazarın konuk olacağı fuarda pek çok farklı etkinlik de düzenlenecek.
Kitap fuarının bu yılki sloganı: OKU! Kuran-ı Kerim’in de ilk sözcüğü ve ilk emri olan bu kutsal ve büyülü kelime, insanoğlunun medenileşmesinde, önce Tanrı’yı sonra yarattıklarını keşfetmesinde en büyük etken olmuş. Okumak, insanı, hayatı, dünyayı farklılaştırır. Fuarlar, bu sebeple çok özel ve değerli…
Onur konuğu Alev Alatlı
Bu yılki kitap fuarının onur yazarı ise Türk edebiyatının değerli kalemi Alev Alatlı. Edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün sahibi. Yaseminler Tüter mi Hala basılmış ilk romanıdır. Fuarda muhakkak göreceksiniz. Yazarla hiç tanışmamışsanız onu anlamak için çok doğru bir başlangıç. Nefis bir aile hikayesi… Ama benim özenle üzerinde durduğum ve ilk okuduğum kitabı, İşkenceci. Tam da bugünün şiddet konusuna temas ediyor ve kitabın yayınlandığı o yıldan bu yıla bu konuda Türkiye’de hiçbir şey değişmedi. Pek çok farklı eserle Türk Edebiyatına başka bir renk ve tat getiren yazarın söyleşisini mutlaka dinlemelisiniz.
Fuarda ayrıca Necip Fazıl Kısakürek’in özel sergisi de ziyaretçilere açık olacak. Şaire ait özel eşyaların bulunduğu sergide, sanatçının eserleri ve toplumu etkilemesine yönelik görüntülü, basılı malzemeler bulunuyor. Ayrıca şiirlerini kendi sesinden dinlemek de mümkün olacak.