İmamların hepsi çok iyi tenor

“Üç Tenor”un biri artık Ankara Opera ve Balesi’nin müdür koltuğunda

Haberin Devamı

Ama koltuğa oturmuş olması sahneden vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Aykut Çınar, yoğun temposunun içinde en çok operayı halkla buluşturmayı hedeflerken, Türk insanının sesten iyi anladığını imamları birer tenore benzeterek anlatıyor.

Birçok eserde başrol olarak yer aldınız, grubunuzla konserler verdiniz. Sahnedeyken birden bir odada koltuğa gömüldünüz. Sanatçının yöneticilik yapması, sizce doğru mu?

“Sanatçı bürokrat olur mu?” sorusu yıllardır tartışılır. Ben eskiden farklı düşünüyordum ama üç aylık tecrübemin sonucunda şu anda çok farklı bir noktadayım.

Şimdi ne düşünüyorsunuz?

Devlet Opera ve Balesi’nin birinci adamları mutlaka sanatçı olmalı. Çünkü bu kurumu bilmeyen, bir sanat üretisi yapılırken ne tür problemlerle karşılaşıldığını bilmeyen birinin, bizim sorunlarımızı anlatması söz konusu bile olamaz... Bazen genel müdürün, sanatçının sırtını okşaması gerekir. Çünkü biz duygusal bir iş yapıyoruz. Yani yazı çizi ile ya da “bana ne” diyerek sorunları çözemezsiniz.

Sizler de bürokrasiyi bilmiyorsunuz, bu sorun yaratmıyor mu?

Benim gibi sanatçı müdür işin başındaysa, bürokrasi konusunda tecrübesizliği nedeniyle başlarda zorluklar yaşıyor, doğru. Ama şunu söyleyeyim; bir sanatçının bürokrasiyi öğrenmesi, bir bürokratın sanat öğrenmesinden çok daha kolay. Ben bir yılın sonunda bürokrasiyi öğrenmiş olurum, ama bir bürokratı buraya oturtun, bu kadar sürede öğrenebilmesi mümkün değil.

Bürokrasi dışında zorlandığınız şeyler oldu mu?

Opera Solistleri Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı, ondan önce de solist temsilciliğini yaptım. Devlet Opera Balesi’nin içinde bulunduğu durumla ilgili, bu sanat dallarının Türkiye’deki konumuyla ilgili fikir sahibiyim.

Sorunların çözümüne yönelik çalışmalarımız oldu, dolayısıyla konulara yabancı değilim. Ama yönetici olarak tabii çok yeniyim, öğrenecek çok şeyim var.

Müdürlük yaparken sahneye çıkabilecek misiniz?

Bu görev bana teklif edildiğinde, kariyer yaşım çok genç, enerjim de iyi olduğu için, idarecilik ile sahneyi bir arada götürebilirim diye düşünmüştüm. Ki kararım hala öyle. Ama tahmin etmediğim kadar yoğunmuş. Geçen seneden kalan 3-4 eserim var, ama bu tempo içerisinde hepsini yapabilmem imkansız görünüyor.

Önümüzdeki günlerde ‘Karyağdı Hatun’da söyleyeceksiniz...

Türk eserlerinde sahneye çıkmayı, görev sayıyorum. Bana bir Türk eseri teklif edildiğinde, yabancı eserin aksine çok incelemem, kabul ederim. Türk operası dünyada bir gün bir yere gelecekse, bu ancak Türk eserlerinin sayısının artması ile mümkün olur.

Bildiğim kadarıyla çok sayıda eserimiz yok...

60 küsur yıllık Devlet Opera Bale tarihimizde 60 tane opera üretilmiş olsaydı, 15 başyapıt çıkarmış olurduk. Ama çok az üretildi. “Kerem” operası, “Ali Baba ve Kırk Haramiler”, “Midas’ın Kulakları”, “Yunus Emre Oratoryosu” bunlardan bazıları. Bunlara da gözümüz gibi bakıyoruz.

‘Sesi kötüyse cemaat beğenmez’

“Türk insanı sesten çok iyi anlıyor. İddia ediyorum belki de dünyada güzel sesten bu kadar anlayan bir başka ülke yoktur. Neden derseniz, biz sevincimizi, üzüntümüzü böyle ifade ediyoruz; düğünde şarkı söylüyoruz, yakınımızı kaybettiğimizde ağıt yakıyoruz, dini vecibeleri yaparken, ilahi söylüyoruz. Bizdeki imamların hepsi çok iyi tenorlerdir, zaten sesi kötüyse imamın, cemaat beğenmez... Yani ses bizde çok önemli. Dolayısıyla bence opera sanatının gelecek korkusu olmayacağı tek ülke bizim ülkemizdir. Yeter ki çeşitlilik gösteren opera eserleri üretebilelim... Daha bizim bir Aşık Veysel operamız yok, bir gün yapılırsa patlayacak. Mevlana operası yok... Anadolu toprakları operaya uygun efsaneler, hikayelerle dolu... Kendimize ait o kadar melodik bir yapımız var ki... Dünyada ses getirecek o kadar sazımız var ki... Çok özel eserler üretilebilir...”

‘Aaa Jean Reno’

“Başlarda insanların bana gözlerini dikip bakmaları, nedenini de bilmediğim için, hem garibime gidiyor, hem de sinirimi bozuyordu. Ama alıştım artık. Kimi ‘aaa Jean Reno’ diyor, kimi ‘abi ya bi artist var yabancı, sen onun akrabası mısın?’ diye soruyor...”

Bu sezon neler var?

“Merih Çimenciler’in eseri Harem balesi hala kapalı gişe oynuyor... Bu yıl 20. yaşını kutlayan MDT, Arda Boyları ve Gece Gündüz adlı iki eser yapacak. Haydn’ın komik operası Eczacı Nisan ayından itibaren sahnelenecek. Bir de müzikalimiz olacak Fantastik... Ali Baba ve Kırk Haramiler, Saraydan Kız Kaçırma, Don Giovanni halen oynanıyor...”

‘Operaya ve baleye gelmeyenin ayağına biz gideceğiz’

Müdürlüğünüz döneminde neler yapmayı hedefliyorsunuz?

Daha çok insana, hiç operaya baleye gitmemiş insanlara ulaşmanın yolunu bulmamız lazım. Daha büyük salonlarda seyirciyle buluşmalıyız. Açılış konserimizi ATO’nun 3 bin 200 kişilik salonunda yaptık. Çok büyük ilgi gördü. Biletlerin tamamı 1.5 günde bitti. Böyle salonlarda büyük halk kitleleriyle buluşacağımız organizasyonlar yapmayı istiyorum. Binamızda yerleşik temsillerimiz sürerken, büyük mekanlarda konsepti olan konserler, açık hava konserleri, kostümlü, dekorlu büyük organizasyonlar yaparak, takipçimiz olan izleyicilerin dışında, opera bale ile tanışmamış kişilere bir şekilde biz gitmek istiyoruz.

Yılbaşı konseri yapacak mısınız?

Açılış konserini verdiğimiz mekanda 5 Ocak’ta Yılbaşı konseri yapmayı istiyoruz. Ama farklı bir konser öngörüyoruz, kendimizi tekrarlamak istemiyoruz. Benim dönemimde çok klasik formatlar üzerinden gitmek istemiyorum. Yaptığımız her işin bir farklı boyutu, çarpıcı bir özelliği olmalı. Bunun ilk izlerini açılış konserinde vermeye çalıştık, bunun devamını da getireceğiz.

Yeni sezonda repertuvarınızda bir değişiklik olacak mı?

Önümüzdeki yıl repertuvarımızı da biraz çeşitlendirmek istiyoruz açıkçası. Her türlü müzikseverin çatımız altına gelmesini böylelikle sağlamak istiyoruz.

Üç tenor yola devam edecek

Repertuvarında hem aryalar, napolitenler, hem de türküler ve Münir Nurettin Selçuk eserleri barındıran Üç Tenor’den de vazgeçmiyor Çınar. “Arkadaşlarıma ‘Üçüncü tenoru değiştirmek isterseniz anlayışla karşılarım’ dedim. Çünkü vakit ayıramayabilirdim. ‘Biz böyle tanındık, böyle devam etmek istiyoruz’ dediler” şeklinde konuşan Çınar için bu grubun anlamı ona “Sizi dinledim, muhakkak bir kere operaya gideceğim” diyenler.

‘Futbolcudan farkımız yok’

Çınar, sanatçıları futbolculara benzetiyor, “Bizim futbolcular gibi, sürekli antreman yapmamız gerekiyor. Sahneyi aksatırsak, 3 ay maça, antrenmana çıkmamış futbolcu gibi, sahne kabusa dönüşebilir... 3 aydır doğru dürüst çalışamıyordum, bugün provada zorlandım, bitiremiyordum neredeyse. Çok kondisyonsuz kalmışım. Dolayısıyla şimdi 8 saat çalışıyorsam, mesaimi 9-10 saate çıkaracağım ki özel çalışmalarıma da vakit ayırabileyim... Aynen futbolcularda olduğu gibi idman, antrenman eksikliğimiz olduğu zaman kondisyon gidiyor...”

Tenorün en büyük hedeflerinden biri de çocukları operayla tanıştırmak. Çınar, “Belediyelere şunu teklif ediyoruz, Leyla Gencer Sahnesi’nde oynadığımız eserlerden ikisini her ay ücretsiz olarak belediyeye tahsis edelim, onlar da operaya gelme şansı olmayan çocukları otobüslerle getirsinler. Biliyorsunuz Devlet Opera Balesi’nin sanat icra etmenin dışında eğitim yönü de var, aynı zamanda eğitim kurumuyuz” diyor.

DİĞER YENİ YAZILAR