Türkan Saylan’ı anarken CHP’deki değişimi düşünmek...

Haberin Devamı

Salı günü Türkan Saylan hocamızı anmak için Lütfi Kırdar salonundaydık. Saylan’ı sevenler, dostları oradaydı. Türkan Saylan, hiç kuşkusuz Cumhuriyeti ve Cumhuriyetin değerlerini, ilkelerini korumanın en önemli hatta tek yolunun, iyi eğitilmiş, çağdaş değerlerle donatılmış, pırıl pırıl gençler yetiştirmek olduğunu çok iyi bilen bir aydındı. Daha da önemlisi, Cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin en iyi bu gençler tarafından yerine getirilebileceğini anlamış bir Cumhuriyet aydınıydı. ÇYDD’nin Başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel ve arkadaşlarının davetiyle, Lütfi Kırdar’ı dolduranların tümü de, bu düşünceleri aynen paylaşan kişilerdi. Ancak bu kez, ÇYDD üyeleri, Türkan Saylan dostları, Atatürk ve silah arkadaşlarının kurdukları “demokratik, laik, sosyal, bağımsız Cumhuriyet” idealine inananlar, biraz daha umutluydu sanki.

***


Ben de aynı durumdayım. Ve bu yazıyı yazdığım 19 Mayıs günü, geleceğe biraz daha umutla bakıyorum. Nedeni de CHP de meydana gelen değişim. Yanlış anlamayın, bunun ne Sayın Baykal ile bir ilgisi var, ne gidip gitmemesi ile. Ne de bu umudu, bu heyecanı, başka hiçbir parti yaratamazdı iddiası ile. Hiç kuşkusuz, Sayın Kılıçdaroğlu gibi, halka yakın, alçak gönüllü, dünyaları ben yarattım havasında olmayan, dürüst, namuslu, politikacılıktan önce ne iş yaptığı da belli olan bir kişi söz konusu olunca, çok memnun oluyoruz. Ancak konu CHP’nin başkanlığı ve Türkiye’nin geleceği olunca, benim de paylaştığım iyimserlik havasının bir farklı nedeni daha var.

Çünkü Türkiye’nin 91 yıl önce yine bir 19 Mayıs günü değiştirmeye karar verdiği “statükoyu”, bugün de değiştirmek için bir şeyler yapması gerekiyor. Evet bir statükodan söz ediyorum. Hani 1990’lu yıllarda başlayan, tüm dünyayı etkileyen ve Fukuyama’ya “Tarihin Sonu” nun geldiğini yazdıran statüko. 1995’lerde gerçekleştirilmek istenen, yapılamayan, 2002’den sonra yeniden ve sahneye koyulan statüko. Dünyada liberal demokrasiler kurma görüntüsüyle başlayan, Yeltsin’leri, Saakaşvili’leri, Berlusconi’leri, Sarkozy’leri, iktidara taşıyan statüko. Türkiye gibi ülkeler için, birilerinin sürekli sözünü ettikleri “ılımlı İslam Cumhuriyeti” kurgusunu zorunlu ve uygun gören statüko. 1990’lı yıllarda, dünyada küreselleşme biçiminde ortaya çıkan ve Türkiye’ye küresel sermayenin yeni istekleri ve ihtiyaçları, yeni ekonomi anlayışı ve yeni dünya düzeni ile sunulan statüko.

Gerçi Türkiye’deki yeni ekonomik, kültürel, siyasal statüko, 30 yıl önce 12 Eylül’de bir askeri darbe ile başlatılmıştı. Bu statükonun devamı, bu süreç, Türkiye’yi bugünkü sivil darbe dönemine getirdi. 1982 Anayasası yapıldı. Yasaların tümü değiştirildi. Siyasal partiler, seçim yasaları dahil. “Siyaset yeniden design edildi”.

Ve oradan bugünlere; TBMM Başkanı’nı azarlayabilen siyasetçi anlayışına, Anayasa Mahkemesi’ne, Yüksek Seçim Kurulu’na, yani demokrasilerde mutlaka bulunması zorunlu kurumlara, sadece kendi istedikleri gibi karar vermediği için kızan, bu kurulları “siyasallaşmakla suçlayan” siyasetçi ve siyaset türüne geldik. Çünkü küresel statüko bunu istiyordu.

***


Bu “statükonun” ekonomik sonuçlarını da hep birlikte görüyoruz. Siyasal ve hukuksal sonuçlarını da. Ermeni protokolünden tutun, Kıbrıs sorununa, sözüm ona Habur açılımına, Ergenekon, Balyoz davalarına kadar... Aydınlar, rektörler, yargıçlar ve savcılardan oluşan mağdurlarını da, bu “statükodan” yararlananları da gördük. Gazetecileri, aydınları, siyasetçileri de. Düğünlerde gelen altınlarla, annelerinin çıkınında buldukları paralarla, çocuklarına iş yeri açan, gemi alan, santral kuran siyasetçileri de.

İşte 90 yıl önce, o dönemin statükosunu kabul etmeyen bir ülkenin, bir halkın bireyleri olarak, bugünkü beklentimiz, umudumuz da bundan ileri geliyor. Yeni bir anlayışla, Sayın Kılıçdaroğlu gibi siyasetçilerle, halkımızın bu “statükoyu” kırabileceği düşüncesinden.

DİĞER YENİ YAZILAR