Vatan sevgisi imandandır!

4 Haziran 2017

Vatan görünüşte sade bir toprak parçasıdır. Ama alelade, sıradan bir toprak parçası değildir. Bir milletin üzerinde yaşadığı, hakimiyet kurduğu, barındığı, gerekirse uğrunda canını feda edeceği toprak parçasıdır...

VATAN...

Doğup büyüdüğümüz ve üzerinde yaşadığımız toprak parçası. Vatan görünüşte sade bir toprak parçasıdır. Fakat alelade, sıradan bir toprak parçası değildir. Bir milletin hakim olarak üzerinde yaşadığı, hakimiyet kurduğu, barındığı, gerekirse uğrunda canını feda edeceği toprak parçasıdır. Yurt da aynı anlamdadır.

Vatansever, vatanperver

Milletler, dünyada huzur, saadet ve güven içerisinde yaşayabilmeleri için mutlaka bir vatana muhtaç oldukları gibi, inançlarını rahatça yaşayabilmeleri, çocuklarını istedikleri şekilde eğitebilmeleri için de bir vatana muhtaçtırlar. Milletleri ayakta tutan ve vatandaşları arasındaki birlik ve beraberliği sağlayan ahlâkî değerlerden biri hiç şüphesiz vatan sevgisidir. Vatanını seven kimseye vatansever, vatanperver denir. Vatan sevgisi övünülecek bir şeydir. Atalarımız vatanımızı korumak için tarih boyunca her türlü fedakarlığa katlanmışlardır.

Anadolu: Güneşin

doğduğu yer...

“Anadolu”; “güneşin doğduğu yer” anlamına geliyor. Tarihimiz Anadolu’da doğan güneşlerle dolu. Hz. İbrahim gibi bir mana güneşi bu topraklarda yaşadı. Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bayramlar, Hacı Bektaşlar, Fatihler, Mustafa Kemaller yine birer mana güneşi gibi bu topraklarda doğdular. Hz. Muhammed hadisi şeriflerinde “vatan sevgisi imandandır” buyurmaktadır. Atamız, “sözkonusu vatansa gerisi teferruattır” anlayışıyla milletimizle birlikte peygamberimizin bu sözünü hayata geçirdiler.

Devamını Oku

Güzel sözler, salih amellerle Allah’a ulaşır

3 Haziran 2017

Sulh-barış kelimesinden gelen salih ameli, insanın hem kendisiyle hem de çevresindekilerle barışık olmasına yönelik eylemlerde bulunması olarak açıklayabiliriz. Bir insanın gönlünü almak, sevmek, yardım etmek, barışmak, barıştırmak salih ameldir...

Salih amel; İnsanın bilincinden doğan, değerlerle beslenen kendine ve başkalarına yararlı, barışa yönelik eylemler üretmektir.

Kur’anı Kerim’de Yüce Yaradan insanı en şerefli ve en güzel şeyleri yapacak bir varlık olarak yarattığını açıklamaktadır.
Psikoloji bilimi kendini gerçekleştiren insanların özelliklerini şöyle belirtmiştir: Benliğin aşkınlığı, gerçek, iyi ve güzelin bir potada eritilmesi, diğer insanlara katkı, bilgelik, dürüstlük ve doğallık, bencil kişisel güdüleri aşkınlık, ‘daha alt düzeydeki’ tutkuların ‘daha yüce olan’ için terk edilmesi, arkadaşlık ve incelik, amaçlar; yani dinginlik, huzur ve barış ile araçların; para, güç ve statünün rahatlıkla ayırt edilebilmesi, düşmanlık ve acımasızlık gibi duyguların azalması ...
Doğal yetenek: Vicdan
Vicdan doğru ilkelere uyup uymadığımızı sezen, doğal bir yeteneğimizdir. Üstün bir atlet için sinir ve kasların, eğitilmesi ne kadar önemliyse, gerçekten etkili bir insan için de vicdanın eğitilmesi o kadar önemlidir. Vicdanın eğitilmesi daha fazla bir dikkat, daha dengeli bir disiplin ve daha dürüst bir yaşamın sürekli olarak sürdürülmesini gerektirir. Bunun için insanın esinlendirici edebiyat yapıtlarıyla sürekli beslenmesi, soylu düşünceler üretmesi ve hepsinden önemlisi vicdanının sesiyle uyum içinde yaşaması gerekir. Antrenman yapmamak ve abur cubur şeyler yemek bir atletin kondisyonunu nasıl bozarsa, kendini ve başkalarını inciten eylemler de iç karanlığına yol açar.
Vicdanın eyleme geçmesi
Vicdanın eyleme geçme süreci şöyle özetlenebilir: Önce öğreniyoruz sonra öğrendiklerimizi benimsiyoruz, içselleştiriyoruz, onlara bağlanıyoruz ve eyleme geçiyoruz, öğrendiklerimizi yaşıyoruz. Yani bilgi bilgeliğe dönüşüyor. Kur’an’ı Kerimde bu yaşantı “salih ameller” olarak ifade edilmektedir. “Salih” kelimesi sulh-barış kelimesinden gelmektedir. İnsanın hem kendisiyle hem de çevresindekilerle barışık olmasına yönelik eylemlerde bulunması olarak açıklayabiliriz salih ameli. Fatır suresi 10. ayette güzel sözlerin salih amellerle Allah’a yükseleceği açıklanmaktadır. Dua etmek, barışa hizmet eden davranışlarımızla anlam kazanacak ve Yaradanımıza ulaşacaktır. Nedir salih ameller? Bir insanın gönlünü almak, sevmek, yardım etmek, barışmak, barıştırmak gibi.
Hz. Muhammed Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun, sadece sözle değil, eylemlerimizle de dua etmenin önemine, dikkatimizi, şu sözleriyle çekmektedir. “Rabbinin yolunda gayretle çalışana Allah, istediğini verdiği gibi istemeyi unuttuklarını da bahşeder!..”
Yaradanımızla bağımızın güçlü ve sürekli olduğu ve iyilikler ürettiğimiz bir yaşam dileğiyle sevgiyle kalın…
ÖRNEK HAYATLAR
YÜCE YARADAN’DAN, DUA EDEN ZEKERİYA PEYGAMBER’E EVLAT MÜJDESİ
Hz. Zekeriya, ‘Rabbim’ diye dua etti, bir oğul istedi... Yüce Yaradan da O’nun bu duasını kabul etti. Melekler, “Ey Zekeriya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik” diye müjdeledi... Hz. Zekeriya, ‘Rabbim’ diye dua etti, bir oğul istedi... Yüce Yaradan da O’nun bu duasını kabul etti. Melekler, “Ey Zekeriya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik” diye müjdeledi... Hz. Zekeriya, n peygamberi onlara yol gösteren örnek kişisi idi. Zekeriya Peygamber’in eşi, İsa peygamber’in annesi Meryem’in teyzesi idi. Hz. Zekeriya, Meryem’e bakmakla meşgul oluyor onun eğitimi ve gelişimi için özel bir çaba sarf ediyordu. Meryem’e Beyt-i Makdis’te ona ait özel bir yer yapmıştı. Zekeriya peygamber, O’nun odasına her girdiğinde, Meryem’in yanında kış mevsiminde yaz meyvesini ve yaz mevsiminde de kış meyvesini buluyordu. Zekeriya , “Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?” diye sorunca, Meryem, “Allah tarafındandır” diye cevap veriyordu. Dua etti, evlat istedi... Zekeriya, Meryem’e böyle lütuflarda bulunan ve imkansız gibi görünen bu durumları yaratan, her şeye gyeten, dilerse ‘Ol’ demesiyle her şeyi olduracağını bildiği Yüce Varlığa gizlice şöyle dua etti: “Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı, Rabbim!. Senden istemekten dolayı herhangi bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da bana bir evlat verebilecek durumda değil. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yâkub oğullarına mirasçı olsun! Rabbim! O’nun, senin rızanı kazanmasını da sağla!”, “Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet!”, “Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Sen varislerin en hayırlısısın.” Gücü her şeye yeten Yüce Yaradan, Hz. Zekeriya’nın içtenlikle ve hayırla ettiği bu duâsını kabul etti ve O’na bir erkek evlat vereceğini müjdeledi: Melekler Yahya’yı müjdeledi “Ey Zekeriya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik.” (Meryem suresi,/7) Mihrapta namaz kılmaya durduğu sırada, hemen melekler ona şöyle seslendi: “Haberin olsun! Allah sana Yahya adlı çocuğu müjdeliyor. O, Allah’tan gelen kelamı doğrulayacak, milletinin efendisi olacak, nefsine hakim bulunacak ve salihlerden bir peygamber olacaktır” (Âli İmrân, suresi, 39) Hz. Zekeriya , Yüce Yaradanın gücünün her şeye yeteceğini bildiği halde verdiği bu müjdeye şaşırdı, çünkü kendisi de hanımı da hayli yaşlıydılar. Şaşırdı, Yaradana şükretti “Rabbim! Eşimin çocuk dünyaya getirmesi mümkün değil, ben de çok yaşlanmışken nasıl oğlum olabilir?” (Meryem suresi, /8) diyerek, bu müjde karşısında hayretini dile getirdi. Yüce Yaradanın istemesiyle her şeyin olacağını bir kez daha hatırlayarak ona şükretti. Bu müjde karşısında ne yapacağını bilemeyen Hz. Zekeriya’ya Yüce Yaradan şöyle cevap verdi: “Rabbin böyle buyurdu. Bu bana kolaydır. Nitekim sen yokken, daha önce seni yaratmıştım.” (Meryem suresi, /9)

Devamını Oku

En yüce değerler insanın yaradılışında vardır

2 Haziran 2017

İnsanın kendini gerçekleştirmeye duyduğu temel gereksinimleri ile temel insani duygu ve yetenekler ‘iyi”dir. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret gibi yaşantılar, insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet eğilimi tepkilerdir....

Psikoloji biliminde, varoluşçu ve insancıl yaklaşıma göre en yüce değerler, insanın yaradılışında vardır ve bu değerler keşfedilebilir. İnsan öyle bir yapıdır ki sürekli olarak varlığın daha çok tamamlanmasına yönelir.

Her birey, bir bölümü kendine özgü, bir bölümü de tüm insanlıkla ortak bir içsel doğaya sahiptir.

Elimizdeki bilgilerin ışığında, bu içsel doğanın, temelde kötü olmadığını söyleyebiliriz. İnsanın yaşamaya, güvenliğe, ait olmaya ve şefkate, saygıya ve özsaygıya, kendini gerçekleştirmeye duyduğu temel gereksinimleri ile temel insani duygu ve yetenekler “iyi”dirler. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret gibi yaşantılar insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet eğilimi tepkilerdir.

İçsel doğamız: İyi ya da nötr!

İçsel doğamız kötü değil, tersine iyi ya da nötr olduğundan, açığa çıkarılması, desteklenmesi seçilecek en iyi yoldur. Kendi yaşamlarımızı yönetebilme şansına sahip olduğumuz takdirde, daha sağlıklı, üretken ve mutlu oluruz.

Bu temel yapısı reddedildiği ya da baskı altına alındığı zaman insan sağlığı bozulur.

Dinin işlevi, doğru yaşandığında, insanı doğasına döndürüp, ona yabancılaşmasını engellemek ve böylece ondaki ilahi nefesi gerçekleştirmesini sağlamak ve kendisindeki sonsuz imkanları eyleme dökerek, dünyada sevgiyi, barışı egemen kılmaktır.

Devamını Oku

Mutluluğu seçen insan için sadece barış vardır

1 Haziran 2017

İnsanlar mutluluğu paylaştıkça kimin haklı kimin haksız olduğu konusu önemini yitirir... İlişkimizde mutluluğun değerini anladıkça, mutluluğumuzu tehdit eden ya da edebilecek tehlikelerin farkına daha kolay varırız...

İlahiyat eğitimimde beni etkileyen en temel değerlerdendi tövbe. İnsanın, başkalarının yaşantısına derin ve anlamı olan katkılarda bulunma yeteneğine sahip olduğu gerçeğine olan inancımla Ulucanlar Cezaevi kadın koğuşunda, mahkumlara tövbe değerini anlatmak istedim.

Mutlu olabilirsiniz...

Mahkumlarla ikili görüşmelerim ilerledikçe şöyle bir gerçekliği fark ettim. İlişkilerimizde, özellikle yakınlarımızla olduğunda, haklı olmayı seçiyoruz. Haklı olmak adına küsüyoruz, mesafeler koyuyoruz, kırıyoruz, kırılıyoruz. Yaşadığımız olaylarla sürekli savaşıyoruz. Çünkü bizi yetiştirenler “hayatla mücadele edeceksin” diyorlar. Bu konuda yaşadığım farkındalık sürecinde, Richard Carlson’un Ne Olursa Olsun Mutlu Olabilirsiniz adlı kitabıyla karşılaştım. Kitapta haklı mı olmak istiyorum, mutlu mu? başlığı altında konu açıklanmış. “Olumlu duygulara, haklı olmaktan daha çok önem veren insanlar görüş ayrılıklarının ilişkilerini etkilemelerine izin vermezler. Olumlu duygular içindeyken diğer insanların bakış açılarını anlayışla karşılayabilir, karşımızdaki insanı yargılamadan can kulağıyla dinleyebilir, kendi görüşlerimizi de daha uygun ve saygılı bir biçimde ifade edebiliriz. Karşı tarafı dinleyip anlamaya çalışarak bir şeyler öğrenmemiz bile mümkündür. Karşı tarafla uzlaşmaya varamasak bile, bu anlayış sayesinde görüş ayrılıklarımızı çok da dert etmeme lüksüne sahip oluruz. İnsanlar mutluluğu paylaştıkça kimin haklı kimin haksız olduğu konusu önemini yitirir. Görüşlerimiz ve tercihlerimiz bizimdir, ancak ne bizim, ne karşı tarafın ne de bir başkasının görüşlerinin evrensel gerçekler olmadığını, düşünce sistemlerimizden kaynaklandığını biliriz. İlişkimizde mutluluğun değerini anladıkça, mutluluğumuzu tehdit eden ya da edebilecek tehlikelerin farkına daha kolay varırız. Bu tehditlerin en büyüklerinden biri, haklı olma gereksinimimizdir. Herhangi bir görüşü gereğinden fazla ciddiye almak mutluluğu yakalamaktan daha önemliymiş gibi görünebilecek ihtiyaçlar doğurur. İlişkilerde bunun sözel ifadesi genellikle şöyledir: ‘Seni sevip sayabilmem için benimle aynı fikirde olmalısın, benim bakış açımdan bakmalısın’. Daha olumlu bir ruh halinde olan bir insan, bu yaklaşımın zararlı olduğunu fark edebilir.” (Carlson, 1999, s. 22)

Peygamberimiz ‘barış’ı seçti

Olayları ve insanları bu farkındalıkla değerlendirmeye başladığımda, peygamberimizin hayatını düşündüm; Hz. Muhammed ilişkilerinde mutluluğu seçmişti. Taif’te yüksek sevgi ve anlayışla, yaralı olduğu anda bile halkın mutluluğu için dua etmişti. Arkadaşları köpek ölüsü gördüklerinde burunlarını tıkarken, O, güzel dişleri görmüştü. Hudeybiye Barış Antlaşmasında oluşan tablo, ‘en kötü şartlarda yapılan barış, en iyi şartlarda yapılan savaştan daha hayırlıdır’ ilkesine dayanıyordu; haklılık adına savaş değil, mutluluğun yaşanması için barış tercih edilmişti. Mutluluğu seçen insan için sadece barış vardır.

ÖRNEK HAYATLAR

Devamını Oku

Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim

31 Mayıs 2017

İnsanın; Kendi değerinin farkına varmada, sorunları ile baş edebilmede ve evrensel değerleri uygulamada Kur’anı Kerim’den yararlanması nasıl olur?

Kutsal kitaplar dinlerin temel kaynaklandır. İnsanlar bu kitapları, Yaradan’la bağ kurmak, O’nu tanımak, O’nun kurduğu düzeni ve kendilerini anlamak, varoluşlarına anlam kazandırmak gibi nedenlerle okumaktadır.
İnsan kutsal kabul ettiği bir şeyle karşılaştığında herhangi bir iradi çaba sarf etmeden duygusal bir iletişim içine girmektedir.
İnanan insan kutsal kabul ettiği kitaba kendini açabilmekte, onun verdiği mesajı içinde hissedebilmektedir. İnsanın inandığı dinin kitabıyla anladığı dilde tanışmış olması ve anlamak amacıyla okuyor olması bu açıdan önemlidir.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi son sınıf öğrencilerime Kur’an-ı Kerim’de sizi en çok etkileyen, hayatınıza yön veren ayetler hangileridir” sorusunu sordum. Mülakat sonucunda
3 tema ortaya çıktı.
İnsanın;
I. Kendi değerinin farkına varmada Kur’anı Kerim’den yararlanması
2. Sorunları ile baş edebilmede Kur’anı Kerim’den yararlanması
3. Evrensel değerleri uygulamada Kur’anı Kerim’den yararlanması
Aşağıdaki satırlarda araştırmaya katılan bir öğrencimin, Kur’anı Kerim ile kurduğu iletişimle ilgili yazdıklarını olduğu gibi aktarıyorum.
İNSANIN KENDİ DEĞERİNİN FARKINA VARMADA KUR’AN’DAN YARARLANMASI
“Allah’ın insana verdiği önemi düşünüyorum, insan için bu kainatı yarattığını, onu yeryüzünün halifesi yaptığını ve yine onun için ebedi saadeti yarattığını düşününce ve yine bunca güzelliklerine rağmen insanların ona davranışını düşündükçe kendimin ne kadar katı davrandığımı görüyorum. En çok hoşuma giden insanların yapmış oldukları bunca şeylere rağmen Yaradan’ın hep vermesi, hep vermesi oldu. Yani bir anlamda karşılık beklemeden (ya da hemen) bir şeyler yapması, affetme olgusu... Ben kendi hayatımda bu yönden bir şeyler yapmaya çalışıyorum. İnsanların yaptığı kusurları hemen yargılamamaya, onlara fırsatlar vermeye çalışıyorum. Yaradan da insanlara sadece bir kez mi uyancı göndermiş? Yo, hayır. Onlara hep fırsatlar vermiş. Kur’an insanı biyolojik, fizyolojik, maddi, manevi yönleriyle ele almış. Tek taraflı davranmamış. Ona gerçekten değer vermiş. Ben de insanın bu yönünü almaya çalışıyorum. Onu Yaradanın bir mahluku olarak kabul ediyorum. ‘Yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü.’ Kendi hayatımda kendime değer veriyorum. Yaradılmış olmamdan ötürü. Yaradanın insana bakış açısını kendim ve diğer insanlarla kurmaya çalışıyorum.” Kur’an-ı Kerim ile kurduğu iletişimle, kendisinin ve var olan her şeyin değerini anlayan insan, gerçekte her şeyin kutsalın parçası olduğunun farkındalığını yaşayacak, bu bakış açısıyla hayatını daha iyi değerlendirecektir. Örnek Hayatlar bölümünde diğer öğrencilerimin yazdıklarını okuyabilirsiniz. ÖRNEK HAYATLAR SORUNLARLA BAŞ EDEBİLMEDE KUR’AN-I KERİM’DEN YARARLANMA Kur’an-ı Kerim’de sizi en çok etkileyen, hayatınıza yön veren ayetler hangileridir?” sorusuna İlahiyat Fakültesi son sınıfta okuyan iki öğrencinin yanıtı Kur’an-ı Kerim’de sizi en çok etkileyen, hayatınıza yön veren ayetler hangileridir?” sorusuna iki öğrencimin yazdıklarını olduğu gibi aktarıyorum. İnancım ve irademle iş buldum... “Kur’an-İnsan ilişkisi hayatımda gerçekten çok etkili olmuştur. Kurduğum şirketin batması, yeni evlenmiş olmam ve hiç kimseden destek alamamam benim korkunç bir çaresizlik ve ümitsizlik dönemi geçirmeme neden olmuştur. Yine bu dönemde Kur’an okurken Necm suresinde bir ayet tekrar kendime gelmeme ve harekete geçmeme neden oldu. Bu ayet, ‘İnsana çalıştığından başkası yoktur’ mealindeki ayettir. O anda bu ayetin benim için gönderildiğini düşündüm. Allah’a inanıyordum ve O’na güveniyordum. Çaresizliğimin tek çözümü çalışmaktı ve Allah bana çalışmam gerektiğini söylüyordu. Bu düşünce ve içimde yeşeren ümit kıpırtıları ile harekete geçtim. İş bulmakta oldukça zorlandım. Çünkü üniversitede okuyordum ve askerliğimi yapmamıştım. Ama inancım ve iradem ile hem okulu devam ettireceğim ve hem de geçimimi sağlayabileceğim bir iş buldum ve şu anda çalıştığım şirkette bölge müdür yardımcılığına kadar yükseldim. Bütün bu aşamalarda ümidimi yitirmedim ve insanlara hoşgörü ve sevgi ile yaklaştım.” Oğlum oldu, annemi kaybettim! “Haziran ayında bir oğlum oldu. On yedi gün sonra annem vefat etti. Acıyla tatlıyı bir arada yaşadım. Gelenler önce başsağlığı diliyor, sonra mübarek olsun diyordu. Kur’an’da ‘dirilten de, öldüren de biziz ...’ ayetini anlamaya başladım. Ölüm ve doğumun bir gerçek olduğunu anlamaya başladım. Bir de hayatta ölümden başkasının yalan olduğunu anladım. Her şey yapmacık gibi geliyordu. Ayrıca annemin ölümünden sonra, Yusuf Suresinde Hz. Yakub’un Hz. Yusuf’u özlemesini okudukça ağlamaya başlıyorum, anneme olan hasretim, özlemim dile geliyor.” ‘Hiç Yaradan bilmez mi?’ “İlk önce kutsal kitabın insan olduğum için bana hitap ettiğini biliyorum. Onda, kendimde değişiklikler meydana getiren şeyler buluyorum. Bu bulduğum şeyler, daha doğrusu benim gözüme daha fazla çarpan, beni etkileyen şeyler biraz kendi kişiliğimle ilgili. Hassas olduğum noktayla daha çok ilgilendiğimi hissediyorum. Kutsal kitabımız Kur’an’da beni en çok etkileyen şu oldu: Allah, peygamber efendimize şöyle hitap ediyor. ‘Kullarıma söyle ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasına cevap veririm.’ Benim kendimi yalnız hissettiğimde, insanlara küstüğüm, kırıldığım zamanlarda bu ayet beni rahatlatmıştır. Benim duygularımı anlayan, beni dinleyen bir Rabbim var. Veya zor durumda kaldığımda dua edeceğim bana yakın olan bir Yaratıcımın olması bana huzur veriyor. Ayrıca ‘hiç Yaradan bilmez mi?’ ayeti de beni etkilemiştir. İnsanların beni anlamadığını düşündüğüm zamanlarda beni bilen, tanıyan bir Rabbim var ya diyorum. Bu beni rahatlatıyor.”

Devamını Oku

Dünya; insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle taşıyla ve toprağıyla bize emanet...

30 Mayıs 2017

Dinimiz, “Her iyilik sadakadır” prensibini insanlığa armağan etmiştir. Yetiştirilen güzel bir evlat, yapılan kalıcı işler, faydalı ilim, amel defterinde kesintisiz mükafatlara neden olabilir. En kolay sadaka içten bir gülümsemedir...

Nasıl bedenlerimiz bize emanet. Dünya da insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, taşıyla toprağıyla korumakla yükümlü olduğumuz, Yüce Yaradanımızın emaneti. Hz. Muhammed Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun, bu sorumluluğu birçok sözüyle açıklamaktadır: “Bir M diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o Müslüman için birer sadakadır.” ‘Sadaka’nın anlamı... Arapça’da s-d-k kökünden türeyen Sadaka sözcüğü, doğru olmak, doğru konuşmak manalarına gelmektedir. Kelime aynı zamanda içtenlik¸ samimiyet ve sadakat anlamlarını da taşır. Bir insanın ‘Sadaka vermesi’, onun inancının doğruluğunu, özünün temiz ve berraklığını, saf ve samimiliğini gösterir. İyiliği destekleyip, kötülükten sakındırmak, yolunu kaybeden birine yol göstermek sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi insanlara zarar veren şeyleri kaldırıp atmak sadakadır. İçten bir gülümseme... Dinimiz, “Her iyilik sadakadır” prensibini insanlığa armağan etmiştir. Bunun içerisine kendimize ve diğer insanlara karşı yaptığımız iyilikler de girmektedir. Yetiştirilen güzel bir evlat, yapılan kalıcı işler, faydalı ilim, amel defterinde kesintisiz mükafatlara neden olabilmektedir. Sadakatin en kolay yansıması, içten bir gülümseme¸ ya da güzel bir sözle kardeşinin kalbini ferahlatmaktır. ‘Hep birden barışa girin’ İnsan için, başka insanlarla, evrenle ve Yaradanı ile birleşen bir “iç ben” keşfetmek ve böylece ruhu yüceliğine ve ebediliğine yükseltmek önemlidir. Dünyayla ilişkimizdeki en önemli sorumluluğumuz barıştır Evrensel barış ilahi öğretide önemli bir değerdir. Kur’anı Kerim inananlara şu şekilde seslenmektedir;“Ey İman edenler hep birden barışa girin..” (Bakara suresi, 208) Gönderilen tüm Peygamberler barışın gerçekleşmesini amaçlamışlardır. Hz. Muhammed’in barışçıl yaklaşımları, Kuran’da bildirilen ilkelerden beslenmektedir. Yüce Yaratıcımız Kuran’da inananlara, Müslüman olmayan kimselere karşı iyilikle davranmalarını söyler: “Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adil olanları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır...” (Mümtehine Suresi, 8-9) Öfke adaletsizliğe sürüklemesin Bir başka Kur’an ayeti inananları, duydukları öfkenin onları adaletsizliğe sürüklememesi gerektiği konusunda uyarır: “Ey iman edenler, adil olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adil olun. O, takvaya daha yakındır. Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide Suresi, 8) Dünyanın her noktasının barışla aydınlandığı günler dileğiyle. ÖRNEK HAYATLAR “KİTAP’TA İDRİS’İ DE AN! O, GERÇEKTEN ÖZÜ SÖZÜ DOĞRU OLAN BİR PEYGAMBERDİ” İdris Peygamber her zaman, çalışmayı ve sabrı tavsiye etmiştir. Kendisi kalem ile yazan ve iğne ile diken, -bunun için ona terzilerin piri de denilmiştir- ilk insanlardandır... Şit peygamberin torunlarından bir peygamberdir. Kendisine 30 sayfa kitap verilmiştir. Asıl adı Ahnud’dur. Çok kitap okuduğu için ona İdris lakabı verilmiştir. İdris; Farsça’da ders veren, öğreten, alim demektir. Ahnud ise, ibranice basiretli, ileri görüşlü, tedbirli ve sabırlı anlamındadır. Ayrıca, peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiği için kendisine, üç nimet verilen de denilmiştir. İdris peygamber her zaman, çalışmayı ve sabrı tavsiye etmiştir. Hükümdar olan babasına bile öğütler vermiştir: “İnsanlığın, vicdan, ahlak ve faziletin, bir çeşidi de bencil olmamaktır. Lider gittiği emin yollara toplumu da sürüklemektedir. Günümüz için çalışmak yetmez. Yarınların insanlarını hazırlamalıyız” diyerek babasını kendisine hayran bırakmıştır. Terzilerin piri... İdris peygamber, ilahi buyruğu, insanlara uzun seneler bildirmiştir. İnsanlara Hz. Muhammed’in özelliklerini ve kendisinden sonra gerçekleşecek olan Nuh tufanını anlatmıştır. İdris peygamber birçok dil konuşmuş ve her kavmi-topluluğu hak dine, o topluluğun dili ile davet etmiştir. Kendisi birçok şehir kurmuştur. İnsanlara çok ilimler öğretmiştir. Kendisi kalem ile yazan ve iğne ile diken, -bunun için ona terzilerin piri de denilmiştir- ilk insanlardandır. İdris peygamber, ilgilendiği bütün bilimlerde insanlığa faydalı olmaya çalışmıştır. “Kalemi yaptım. Ey Allah’ım! Bana yardım et! Her şey bugünkü ve yarınki kulların içindir.” diyerek bu buluşu bütün insanlığa hediye etmiştir. İdris peygamber, rakamlarla da çalışmıştır. Aslında insanlar yeteri kadar sayı sayıyorlardı. Ama İdris peygamber bunu yeterli görmemiştir. Çalışarak, kum üzerine şekillerini çizerek, rakamların şekillerini belirlemiştir. Kayaların üzerine toplama, çıkarma işlemlerini yapmıştır. Bazı unutmak istemediği astronomi şekillerini çizmiştir. İdris peygamberin bir diğer özelliği de, öğrencilerini derste konuşturması ve onlara anlattırmasıydı. Böylece onların ilim hürriyetlerini kısıtlamıyor, güven sağlayarak, hayata hazırlıyordu. İsmail, İdris, Zülküf... Kur’an-ı Kerim’de: “İsmail’i, İdris’i ve Zülkif’i de hatırla; onlardan her biri, güçlüklere göğüs gerenlerdi. Bu yüzden biz de onları sevgimize sokmuştuk. Onlar gerçekten de iyilerdendi” buyrulmuştur. (Enbiya suresi, 85-86) Ayrıca, “Kitap’ta İdris’i de an! O, gerçekten özü sözü doğru olan bir peygamberdi. Bu yüzden Biz, onu çok yüce bir makama yükseltmiştik” ayeti de vardır. (Meryem suresi, 56,57) Yeteneklerini yaşamış... Psikoloji bilimi İdris peygamber gibi yeteneklerini yaşamış insanı, kendini gerçekleştiren insan olarak adlandırmaktadır. En yüce değerler bizim yaradılışımızda vardır ve bu değerleri keşfedilebiliriz.

Devamını Oku

‘Her an yeniden doğarız, bizden kim usana’

29 Mayıs 2017

Her şey anda yaşanır. Hiçbir şey geçmişte gerçekleşmemiştir. ‘Şimdi’de gerçekleşmiştir. Hiçbir şey gelecekte gerçekleşmeyecektir. O da ‘şimdi’ de gerçekleşecektir...

Anda yaşamak, yaşadığımız anın farkına varmaktır. ‘Bundan sonra ne yapacağım’ demek değil, ‘şimdi bunu yapıyorum’ demektir.

Geçmiş olarak düşündüğümüz şey eski bir şimdi’nin zihinde depolanmış anısıdır. Geçmişi hatırladığımızda, bir anıyı yeniden canlandırırız, ve bunu şimdi yaparız. Gelecek ise hayal edilen bir şimdidir, o zihnin bir yansıtmasıdır. Tıpkı ayın kendi başına, bir ışığa sahip olmayıp sadece güneşin ışığını yansıtabilmesi gibi geçmiş ve gelecek de sadece şimdinin ışığının, gücünün solgun yansımalarıdır. Onların gerçekliği şimdiden ödünç alınmıştır. Her şey anda yaşanır. Hiçbir şey geçmişte gerçekleşmemiştir. ‘Şimdi’de gerçekleşmiştir. Hiçbir şey gelecekte gerçekleşmeyecektir. O da ‘şimdi’ de gerçekleşecektir.

Zamanın farkına varmak

Tek gerçek An’dadır. Bizler yaşamımızdaki her anı güzel kılmak için özgür irademizi kullanabilecek varlıklarız. Kendi sorumluluğumuzu üstlenebilmenin bir yolu, bulunduğumuz anda ve yerde yaşamamızdır.

Anı Yaşamak bir çoğunun düşündüğü gibi hayatı eğlenerek, çılgınlık yaparak, sorumsuzluk içinde ya da umursamazca yaşamak anlamına gelmez. Anı yaşamak, zihnimizin içinde, gelecek korkusu ve geçmişin izleri arasında kaybolmadan şimdiki zamanı yaşamak, zamanın farkına varabilmektir.

Yiyeceğin tadını alırız

İftarlarımızda anda yaşamayı deneyimleriz. Ağzımızdaki yiyeceğin gerçekten tadını alırız. Limonun ekşi tadını, biberin acılığını, şekerin tadını. Şükrederek bağımızı güçlendiririz Rabbimizle. Bu bağla bütün varlıklara şefkat duyarız, sorumluluklarımızı hatırlarız. Gönüllülükle yaparız görevlerimizi.

Devamını Oku

Düşüncelerimizle hayamızı, dünyamızı güzelleştirelim

28 Mayıs 2017

Hayatın dayandığı düşünce doğru olduğu oranda hayat da sağlam olarak akışına devam eder... Mevlana bu konuda, “Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalanın et ve kemiktir. Gül düşünür gülistan olursun” diyor...

“Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalanın et ve kemiktir. Gül düşünür gülistan olursun. Diken düşünür dikenlik olursun” diyor Mevlana.
Düşünce ve fikir olmadıkça, insan hayatı tamamlanmış olmaz.
Kuran, (Fussilet suresi, 53) hem dış dünyayı hem de insanın kendisini, Allah’ın hakikatini gösteren deliller olarak sunmaktadır; Yaratılanlar, insan üzerinde düşünmek, Allah’ın bilgisine ulaşmanın bir ön şartı olarak karşımıza çıkmaktadır. Düşünmek, tövbe, sabır, şükür, ümit, birlik, tevekkül gibi üst düzey erdemlerin aşama aşama gerçekleşmesinin yolunu açmakta ve mutluluğa ulaştırmaktadır.
Hayatın dayandığı düşünce doğru olduğu oranda hayat da sağlam olarak akışına devam eder. Bu konuda Yüce yaratıcımız Kur’an-ı Kerim’de bizlere şöyle seslenmektedir:
“Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu?” (En’âm suresi, 122)
”Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde aklını ve gönlünü işletenler için ibretler vardır.”( Al-i İmran 3/190)
“…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...” (Zümer, 9)
“Müjdele kullarımı: Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar gerçek akıl sahipleridir.” (Zümer suresi, 17-18)
Düşünmez misiniz, Akletmez misiniz?
Düşünceler karakterimizi oluştururlar, şekillendirirler. Etrafımızdaki dünya, olmasına niyet ettiğiniz gibidir. Herhangi bir konudaki başarı ya da başarısızlığımız başkalarından ne kabul ettiğimize ve kendimizle konuşurken ne söylediğimizle yakından ilişkilidir.
Mevlana “Erlerin güzelliği dillerinde gizlidir” diyerek şöyle devam ediyor:
“Güzel sözler daima yücelere gider ve rahmet olur, iner; bu ikisi sende, senin varlığın boyunca sürer gider.”
İnsan, kendisi hakkında düşündüklerinden başka bir şey değildir. Başarı ve gelişme için eski olumsuzları silmiş, yerine yeni olumlu düşünce ve inançları koymuş bir bilinç gereklidir. Bu ise ancak bireyin kişisel çabasıyla gerçekleştirilecektir. “Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu” diyor düşünür Hacı Bektaş Veli.
Kur’an-ı Kerim’i bir bütün olarak ele alıp ayetlerini incelemeye tâbi tutacak olursak, üç yüzü aşkın ayette insanların düşünmeye, öğüt almaya, akletmeye davet edildiklerini görürüz.
Bizleri diğer varlıklardan farklı kılan aklımız ve gönlümüzle gerçekleştirdiğimiz düşüncelerimizdir. Düşüncelerimiz hayatlarımızı öylesine güzelleştirsin ki, başarı, sağlık ve mutlulukla dolsun günlerimiz.
Hayatımızın en zorlu anlarında bile inancımızın verdiği güçle umutlarımızı canlı tutalım ve olumlu düşüncelerimizle güzellikler yeşertelim.
ÖRNEK HAYATLAR DÜŞÜNEREK YARATICISINI KEŞFEDEN PEYGAMBER; HZ. İBRAHİM Babil Kralı Nemrud döneminde doğan İbrahim Peygamber’le sorgulama ve aklımızı kullanma, gücümüzü fark ederiz. O’nun hikayesinden, bir insanın aklını kullanarak yaratıcısını keşfedebileceğini öğreniyoruz. Her peygamber bize içimizde var olan bir gücümüzü hatırlatır. İbrahim peygamberle sorgulama ve aklımızı kullanma, gücümüzü fark ederiz. O’nun hikayesinden, bir insanın aklını kullanarak yaratıcısını keşfedebileceğini öğreniyoruz. İbrahim Peygamber, Babil Kralı Nemrud’un krallığı döneminde doğmuştur. Bir gün İbrahim, annesine: ‘Tanrı’sını aradı... “Benim Tanrım kimdir?” diye sordu. Annesi şöyle cevap verdi: “Benim.” O zaman İbrahim tekrar sordu: “Benim Tanrım kimdir?” Annesinin cevabı, “Babandır” oldu. İbrahim, annesine tekrar sordu: “Peki, babamın Tanrısı kim?” Annesi “Nemrud’dur” diye cevap verdi. Sonra İbrahim sordu: “O zaman Nemrud’un Tanrısı kimdir?” Artık annesi İbrahim’den susmasını istedi. Güneş battıktan sonra İbrahim, gökyüzündeki yıldızları gözlemliyordu. Yıldızları düşünmeye ve kendi kendine konuşmaya başladı: “Bu parlak yıldız benim Rabbim olmalı.” Ancak güneş doğar doğmaz yıldız kaybolmuştu. Kendi kendine “Ben kaybolan şeyleri sevmem” dedi. Zaman ilerledi, üzerini gece kapladı, ayı doğmak üzereyken gördü, “Bu benim Rabbim!” dedi. Batıverince, “Ben öyle batanları sevmem!” dedi. Genç peygamber: Hz. İbrahim... Güneşi doğmak üzereyken gördü, “Bu benim Rabbim, bu hepsinden büyük!” dedi. O da batınca “Milletim”, dedi, “Haberiniz olsun, ben sizin Tanrı olarak kabul ettiklerinizden uzağım!” “Ben sadece Hakka eğilerek yüzümü o gökleri ve yeri yaratmış olan Yaratıcıya çevirdim ve ben şirk koşanlardan değilim!” Babasını Hakk’a davet etti İbrahim’e peygamberlik, genç yaşta verildi. İlk işi babasını tek ilaha davet etmek oldu. İbrahim, babası Azer’e : “Ey babacığım! O işitmez, görmez ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin taparsın? Babacığım, emin ol, bana ilimden sana gelmeyen hakikat geldi.” İbrahim’in babası oğlunun davetini reddetti ve ona dedi ki: “Sen, beni ma’budlarımdan vazgeçirmek mi istiyorsun ey İbrahim, beni uzun müddet bırak, git!” İbrahim, babasına karşı yumuşak ve nazikti. Kur’an’daki şu saygılı sözlerle babasına cevap verdi: “Hep Allah’a ibadet edin ve O’nun bilincinde olun! Bu sizin için daha hayırlıdır.” Rızkı Allah’ın yanında arayın İbrahim babasının evinden ayrıldı ve insanları sabırla ve yumuşaklıkla doğru yola çağırmaya devam etti: “Siz Allah’ı bırakıp da sırf bir takım putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki, o sizin Allah’tan başka taptıklarınız size rızık vermeye güç yetiremezler; onun için rızkı Allah’ın yanında arayın ve O’na kulluk edip O’na şükredin. Hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz.” Akıl ve sevgi gücümüzü kullandığımız bir ömür dileğiyle…

Devamını Oku