Vatan görünüşte sade bir toprak parçasıdır. Ama alelade, sıradan bir toprak parçası değildir. Bir milletin üzerinde yaşadığı, hakimiyet kurduğu, barındığı, gerekirse uğrunda canını feda edeceği toprak parçasıdır...
VATAN...
Doğup büyüdüğümüz ve üzerinde yaşadığımız toprak parçası. Vatan görünüşte sade bir toprak parçasıdır. Fakat alelade, sıradan bir toprak parçası değildir. Bir milletin hakim olarak üzerinde yaşadığı, hakimiyet kurduğu, barındığı, gerekirse uğrunda canını feda edeceği toprak parçasıdır. Yurt da aynı anlamdadır.
Vatansever, vatanperver
Milletler, dünyada huzur, saadet ve güven içerisinde yaşayabilmeleri için mutlaka bir vatana muhtaç oldukları gibi, inançlarını rahatça yaşayabilmeleri, çocuklarını istedikleri şekilde eğitebilmeleri için de bir vatana muhtaçtırlar. Milletleri ayakta tutan ve vatandaşları arasındaki birlik ve beraberliği sağlayan ahlâkî değerlerden biri hiç şüphesiz vatan sevgisidir. Vatanını seven kimseye vatansever, vatanperver denir. Vatan sevgisi övünülecek bir şeydir. Atalarımız vatanımızı korumak için tarih boyunca her türlü fedakarlığa katlanmışlardır.
Anadolu: Güneşin
doğduğu yer...
“Anadolu”; “güneşin doğduğu yer” anlamına geliyor. Tarihimiz Anadolu’da doğan güneşlerle dolu. Hz. İbrahim gibi bir mana güneşi bu topraklarda yaşadı. Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bayramlar, Hacı Bektaşlar, Fatihler, Mustafa Kemaller yine birer mana güneşi gibi bu topraklarda doğdular. Hz. Muhammed hadisi şeriflerinde “vatan sevgisi imandandır” buyurmaktadır. Atamız, “sözkonusu vatansa gerisi teferruattır” anlayışıyla milletimizle birlikte peygamberimizin bu sözünü hayata geçirdiler.
Sulh-barış kelimesinden gelen salih ameli, insanın hem kendisiyle hem de çevresindekilerle barışık olmasına yönelik eylemlerde bulunması olarak açıklayabiliriz. Bir insanın gönlünü almak, sevmek, yardım etmek, barışmak, barıştırmak salih ameldir...
Salih amel; İnsanın bilincinden doğan, değerlerle beslenen kendine ve başkalarına yararlı, barışa yönelik eylemler üretmektir.
İnsanın kendini gerçekleştirmeye duyduğu temel gereksinimleri ile temel insani duygu ve yetenekler ‘iyi”dir. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret gibi yaşantılar, insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet eğilimi tepkilerdir....
Psikoloji biliminde, varoluşçu ve insancıl yaklaşıma göre en yüce değerler, insanın yaradılışında vardır ve bu değerler keşfedilebilir. İnsan öyle bir yapıdır ki sürekli olarak varlığın daha çok tamamlanmasına yönelir.
Her birey, bir bölümü kendine özgü, bir bölümü de tüm insanlıkla ortak bir içsel doğaya sahiptir.
Elimizdeki bilgilerin ışığında, bu içsel doğanın, temelde kötü olmadığını söyleyebiliriz. İnsanın yaşamaya, güvenliğe, ait olmaya ve şefkate, saygıya ve özsaygıya, kendini gerçekleştirmeye duyduğu temel gereksinimleri ile temel insani duygu ve yetenekler “iyi”dirler. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret gibi yaşantılar insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet eğilimi tepkilerdir.
İçsel doğamız: İyi ya da nötr!
İçsel doğamız kötü değil, tersine iyi ya da nötr olduğundan, açığa çıkarılması, desteklenmesi seçilecek en iyi yoldur. Kendi yaşamlarımızı yönetebilme şansına sahip olduğumuz takdirde, daha sağlıklı, üretken ve mutlu oluruz.
Bu temel yapısı reddedildiği ya da baskı altına alındığı zaman insan sağlığı bozulur.
Dinin işlevi, doğru yaşandığında, insanı doğasına döndürüp, ona yabancılaşmasını engellemek ve böylece ondaki ilahi nefesi gerçekleştirmesini sağlamak ve kendisindeki sonsuz imkanları eyleme dökerek, dünyada sevgiyi, barışı egemen kılmaktır.
İnsanlar mutluluğu paylaştıkça kimin haklı kimin haksız olduğu konusu önemini yitirir... İlişkimizde mutluluğun değerini anladıkça, mutluluğumuzu tehdit eden ya da edebilecek tehlikelerin farkına daha kolay varırız...
İlahiyat eğitimimde beni etkileyen en temel değerlerdendi tövbe. İnsanın, başkalarının yaşantısına derin ve anlamı olan katkılarda bulunma yeteneğine sahip olduğu gerçeğine olan inancımla Ulucanlar Cezaevi kadın koğuşunda, mahkumlara tövbe değerini anlatmak istedim.
Mutlu olabilirsiniz...
Mahkumlarla ikili görüşmelerim ilerledikçe şöyle bir gerçekliği fark ettim. İlişkilerimizde, özellikle yakınlarımızla olduğunda, haklı olmayı seçiyoruz. Haklı olmak adına küsüyoruz, mesafeler koyuyoruz, kırıyoruz, kırılıyoruz. Yaşadığımız olaylarla sürekli savaşıyoruz. Çünkü bizi yetiştirenler “hayatla mücadele edeceksin” diyorlar. Bu konuda yaşadığım farkındalık sürecinde, Richard Carlson’un Ne Olursa Olsun Mutlu Olabilirsiniz adlı kitabıyla karşılaştım. Kitapta haklı mı olmak istiyorum, mutlu mu? başlığı altında konu açıklanmış. “Olumlu duygulara, haklı olmaktan daha çok önem veren insanlar görüş ayrılıklarının ilişkilerini etkilemelerine izin vermezler. Olumlu duygular içindeyken diğer insanların bakış açılarını anlayışla karşılayabilir, karşımızdaki insanı yargılamadan can kulağıyla dinleyebilir, kendi görüşlerimizi de daha uygun ve saygılı bir biçimde ifade edebiliriz. Karşı tarafı dinleyip anlamaya çalışarak bir şeyler öğrenmemiz bile mümkündür. Karşı tarafla uzlaşmaya varamasak bile, bu anlayış sayesinde görüş ayrılıklarımızı çok da dert etmeme lüksüne sahip oluruz. İnsanlar mutluluğu paylaştıkça kimin haklı kimin haksız olduğu konusu önemini yitirir. Görüşlerimiz ve tercihlerimiz bizimdir, ancak ne bizim, ne karşı tarafın ne de bir başkasının görüşlerinin evrensel gerçekler olmadığını, düşünce sistemlerimizden kaynaklandığını biliriz. İlişkimizde mutluluğun değerini anladıkça, mutluluğumuzu tehdit eden ya da edebilecek tehlikelerin farkına daha kolay varırız. Bu tehditlerin en büyüklerinden biri, haklı olma gereksinimimizdir. Herhangi bir görüşü gereğinden fazla ciddiye almak mutluluğu yakalamaktan daha önemliymiş gibi görünebilecek ihtiyaçlar doğurur. İlişkilerde bunun sözel ifadesi genellikle şöyledir: ‘Seni sevip sayabilmem için benimle aynı fikirde olmalısın, benim bakış açımdan bakmalısın’. Daha olumlu bir ruh halinde olan bir insan, bu yaklaşımın zararlı olduğunu fark edebilir.” (Carlson, 1999, s. 22)
Peygamberimiz ‘barış’ı seçti
Olayları ve insanları bu farkındalıkla değerlendirmeye başladığımda, peygamberimizin hayatını düşündüm; Hz. Muhammed ilişkilerinde mutluluğu seçmişti. Taif’te yüksek sevgi ve anlayışla, yaralı olduğu anda bile halkın mutluluğu için dua etmişti. Arkadaşları köpek ölüsü gördüklerinde burunlarını tıkarken, O, güzel dişleri görmüştü. Hudeybiye Barış Antlaşmasında oluşan tablo, ‘en kötü şartlarda yapılan barış, en iyi şartlarda yapılan savaştan daha hayırlıdır’ ilkesine dayanıyordu; haklılık adına savaş değil, mutluluğun yaşanması için barış tercih edilmişti. Mutluluğu seçen insan için sadece barış vardır.
ÖRNEK HAYATLAR
İnsanın; Kendi değerinin farkına varmada, sorunları ile baş edebilmede ve evrensel değerleri uygulamada Kur’anı Kerim’den yararlanması nasıl olur?
Dinimiz, “Her iyilik sadakadır” prensibini insanlığa armağan etmiştir. Yetiştirilen güzel bir evlat, yapılan kalıcı işler, faydalı ilim, amel defterinde kesintisiz mükafatlara neden olabilir. En kolay sadaka içten bir gülümsemedir...
Anda yaşamak, yaşadığımız anın farkına varmaktır. ‘Bundan sonra ne yapacağım’ demek değil, ‘şimdi bunu yapıyorum’ demektir.
Geçmiş olarak düşündüğümüz şey eski bir şimdi’nin zihinde depolanmış anısıdır. Geçmişi hatırladığımızda, bir anıyı yeniden canlandırırız, ve bunu şimdi yaparız. Gelecek ise hayal edilen bir şimdidir, o zihnin bir yansıtmasıdır. Tıpkı ayın kendi başına, bir ışığa sahip olmayıp sadece güneşin ışığını yansıtabilmesi gibi geçmiş ve gelecek de sadece şimdinin ışığının, gücünün solgun yansımalarıdır. Onların gerçekliği şimdiden ödünç alınmıştır. Her şey anda yaşanır. Hiçbir şey geçmişte gerçekleşmemiştir. ‘Şimdi’de gerçekleşmiştir. Hiçbir şey gelecekte gerçekleşmeyecektir. O da ‘şimdi’ de gerçekleşecektir.
Zamanın farkına varmak
Tek gerçek An’dadır. Bizler yaşamımızdaki her anı güzel kılmak için özgür irademizi kullanabilecek varlıklarız. Kendi sorumluluğumuzu üstlenebilmenin bir yolu, bulunduğumuz anda ve yerde yaşamamızdır.
Anı Yaşamak bir çoğunun düşündüğü gibi hayatı eğlenerek, çılgınlık yaparak, sorumsuzluk içinde ya da umursamazca yaşamak anlamına gelmez. Anı yaşamak, zihnimizin içinde, gelecek korkusu ve geçmişin izleri arasında kaybolmadan şimdiki zamanı yaşamak, zamanın farkına varabilmektir.
Yiyeceğin tadını alırız
İftarlarımızda anda yaşamayı deneyimleriz. Ağzımızdaki yiyeceğin gerçekten tadını alırız. Limonun ekşi tadını, biberin acılığını, şekerin tadını. Şükrederek bağımızı güçlendiririz Rabbimizle. Bu bağla bütün varlıklara şefkat duyarız, sorumluluklarımızı hatırlarız. Gönüllülükle yaparız görevlerimizi.
Hayatın dayandığı düşünce doğru olduğu oranda hayat da sağlam olarak akışına devam eder... Mevlana bu konuda, “Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalanın et ve kemiktir. Gül düşünür gülistan olursun” diyor...