İman dinamik bir kavramdır, insanı eyleme motive eder. Allah’a iman sadece kelimelerle dile getirilmiş bir inancı ifade etmez, inanan in- sanın düşüncelerini, eylemlerini ve sorumluluklarını da içerir...
Bugün iftara besmeleyle başlayacağız yani çok seven çok şefkatli olan Allah’ın adıyla diyeceğiz.
Yaratıcımızla olan bağımız, ruhumuzun derinliklerinde kökleşir. Böylece O’nunla iletişime geçer ve O’na yöneliriz. İman dinamik bir kavramdır, insanı eylem üretmeye motive eder. Allah’a iman sadece kelimelerle dile getirilmiş bir inancı ifade etmez, inanan insanın düşüncelerini, eylemlerini ve sorumluluklarını da içerir.
İman Arapça Emn kökünden gelmektedir, güven demektir. Dolayısıyla iman kendine, Yaradanına ve hayatın akışına güvenmektir. Ayrıca inanan insan kendisine güven duyulan insandır.
Evrende gerçekleşen her şey, Allah’ın sevgisinin bir açılımıdır, yani, her şey ancak sevgi ile anlam kazanmaktadır. Hicr suresi, 56. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Bunun üzerine o da: “Rabbinin sevgisinden dalalette olanlardan-sapkınlardan başka kim umut keser ki...?” demişti .”
Ayetin bağlamı dikkate alındığında ayet daha iyi anlaşılmaktadır. Melekler, Hz. İbrahim’e yaşlanmış olmasına rağmen bir çocuğu olacağını müjdelemektedirler. Onun, kuşkulu bir tavır sergilemesi üzerine, Melekler, Allah’ın sevgisinden umut kesmemesi gerektiğini söylerler. Bunun üzerine o da gerçeği görerek onlara, onları doğrular mahiyette ayette geçen sözleri söyler.
Kur’an’da Allah’ın, insanı yaratıp dimdik durmasını sağladığı, kulak, göz ve kalp verdiği, düzgün ve dengeli kıldığı anlatılır.Yaratılmış her şeyin bir ölçü ve denge içinde yaratıldığı hatırlatılır...
Maneviyatı yaşam için güç kaynağı olan içsel bir tutum olarak tanımlayabiliriz. Maneviyatı yaşadığımızda evrendeki bütünlüğü ve uyumu kavrarız, yaşamın kutsallığının farkında oluruz, maddesel değerleri dengeleriz, başkalarını önemseriz, dünyanın daha iyi bir hale gelmesini derin bir şekilde arzu eder ve bu yönde olarak çalışırız.
Orta dengeli yola ulaştır...
Fatiha suresini her okuduğumuzda, 5. ayette “Allah’ım bizi dosdoğru, orta dengeli yoluna ulaştır” diyoruz, dua ediyoruz.
Kur’an’da kavam, mizan ve adl kelimeleri de denge anlamına gelmektedir. Denge ne fazla, ne eksik, belli bir düzende ve uyum içinde olma halidir. Kur’an’da Allah’ın, insanı yaratıp dimdik durmasını sağladığı, kulak, göz ve kalp verdiği (Mülk suresi,22,23) düzgün ve dengeli kıldığı (İnfitar suresi, 7) anlatılmaktadır.
Yaratılmış her şeyin bir ölçü ve denge içinde yaratıldığı, yağan yağmurun da bir ölçüye göre indirildiği Kur’an’da hatırlatılmaktadır. (Zuhruf suresi, 11)
‘Aşırı gitmeyin’ uyarısı...
Hz Muhammed Allah’ın selamı onun üstüne olsun, anlayış, olumluluk ve dengeli bir kişilikle evrensel ilkeleri insanlığa sunmuştur. Beni Hud suresi ihtiyarlattı diyerek şu ayeti işaret etmiştir:
Düşünce ve fikir olmadıkça, insan hayatı tamamlanmış olmaz. Hayatın dayandığı düşünce doğru olduğu oranda hayat da sağlam olarak akışına devam eder.
Bu konuda Yüce Yaratıcımız Kur’an-ı Kerim’ de bizlere şöyle seslenmektedir:
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9),
“Allah sizden inananları bir derece ve kendilerine ilim verilenleri ise derecelerle yükseltir.” (Mücâdele, 11)
“Müjdele kullarımı: Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar gerçek akıl sahipleridir.” (Zümer, 17-18)
Etrafımızdaki dünya, olmasına niyet ettiğiniz gibidir. Herhangi bir konudaki başarı ya da başarısızlığımız başkalarından ne kabul ettiğimize ve kendimizle konuşurken ne söylediğimizle yakından ilişkilidir.
Mevlana “Erlerin güzelliği dillerinde gizlidir.” diyerek şöyle devam ediyor:
“Güzel sözler daima yücelere gider ve rahmet olur, iner; bu ikisi sende, senin varlığın boyunca sürer gider.”
Yaradanımız; “Sizin şer diye bildiklerinizde hayır, hayır diye bildiklerinizde şer olabilir.” der ve ilahi bir hikayeyle, Yusuf peygamber kıssasıyla bu bakış açısını detaylandırır.
Rivayet ediliyor ki Yüce Allah, Hz. Yakub’a vahiy göndererek ‘Seni evladın Yusuf’tan niçin ayırdığımı biliyor musun?’ diye sordu. Hz. Yakub ‘Hayır, bilmiyorum!’ dedi. Allah “Senin, Yusuf’un kardeşlerine ‘Sizin gafil olduğunuz bir sırada kurdun gelip onu yemesinden korkuyorum’ deyişinden dolayı aranıza bu ayrılığı soktum. Kurdun gelip onu yemesinden korktun da benden ümidini kestin. Neden kardeşlerinin gafletine bakıp da benim onu koruyamayacağımı düşündün? Peki Yusuf’u sana niçin tekrar bahşettim, biliyor musun?” buyurdu. Yakub ‘Hayır!’ deyince Allah Teâla şöyle buyurdu; “Çünkü sen rica ettin ve şunları söyledin: …Umulur ki Allah onların hepsini bana getirir!” (Yusuf/suresi, 83.ayet)
Görünenin ardındakini görmek gerekiyor. İnanırsak ve dolayısıyla hayata güvenirsek, her ne yaşarsak yaşayalım yüce iyiliğimiz için olduğu bilincini canlı tutarsak anı yaşayabiliyoruz. Anı yaşadığımızda taptaze bir enerjiyle besleniyor, ruh ve beden sağlığımızı korumuş oluyoruz. Ümidimizi canlı tutuyoruz.
Hz. Muhammed Mekke’deyken hayatının zorlu yıllarını yaşadı. Bir gün Medineliler onu davet ettiler; artık açılımlar, güzellikler başlamıştı. Mekke’den Medine’ye hicret, hicri takvimin de başlangıcı olmuş önemli gelişmedir. Aslında hepimizin hayatında hicret vardır. Hiç beklemediğimiz bir anda güzellikler oluşuverir hayatımızda.
Kaldıramayacağımız hiçbir yaşantıyı yaşamayız. Yaşadığımız her şeyle baş edebilecek gücümüz var. Bu gücümüzü büyütmek için “yumuşak huylu olmak” önemlidir.
Kur’an-ı Kerim’ de Yaradanımız, “Allah’ın Rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer, kaba ve katı yürekli olsaydın insanlar etrafından dağılıp giderlerdi” (Al-i İmran, 159) diyerek Hz. Muhammed’i övmüş ve bizlere örnek göstermiştir.
Mevlana “Toprak ol” başlıklı şiirinde, yumuşak huylu olmayı toprak simgesiyle dizelere yansıtmıştır.
“Taş yeşermez,
“Hac Arafattır” der adı güzel kendi güzel peygamberimiz. Arafat arapça A R F kökünden gelmektedir. Kur’anda tanımak, bilmek, iyilik, güzel söz, bildirmek, tanışmak, farkına varmak, iyi geçinmek, itiraf etmek gibi anlamlarda kullanılmıştır.
“Kendini bilen Rabbini bilir.” Hadisinde de aynı kelime kullanılmıştır. Öz niteliklerimizi, yani ilahi yanımızı ne kadar fark eder ve yaşarsak, o kadar Yaradanımızı tanırız, anlarız, biliriz.
Biz özümüzle iletişime geçemediğimizde, gerçekte ilahi olanla da iletişime geçememiş oluyoruz. sorunları yaşadığımız süreçte, özümüzle olan iletişimin kopukluğu sözkonusudur.
Aşkın, manevi yönüyle bağını koparan insan kendi doğasına da yabancılaşır. İnsanı insan yapan öz, Allah’ın içimize üflediği nefhadır. Bu yüzden Allah’a yakınlıkla gerçek benliğimize yakınlık arasında doğru bir orantı vardır.
Haşr suresi 19. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
“O kimseler gibi olmayın ki, Allah’ı unutmuşlardır, Allah da onlara kendi benliklerini unutturmuştur.”
Hacı Bayram Veli Yaratıcının insan gönlünde görünüş alanına çıktığı inancını savunmuştur. Ona göre olgun insan, kendi benliğinden sıyrılmalıdır. İnsanın, bütün varlık türlerinin özünde Yaratıcıyı görmesi, her şeyden önce de kendini bilmesi gerekir.
Bilmek istersen seni,
Ankebut suresi 41. Ayette Yaradanımız bize şöyle sesleniyor: “Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!”
Hayatın akışı içinde çeşitli bağımlılıklar geliştiririz.`Bağımlılık’, onsuz olamam dediğimiz şeylerdir.
“Sabah çaysız kendime gelemem. Ekmeksiz doyamam. Eşim olmadan yapamam, bu makamı bırakamam…” gibi. Ancak deneyimlerimiz bize onlarsız olabileceğimizi öğretir. Herhangi bir hastalığımız nedeniyle doktorumuz çayı, ekmeği yasaklayabilir. Eşimiz Hakk’ın rahmetine kavuşabilir. Makamımızı bırakmak zorunda kalabiliriz…
Allah dostları geçici olanı hayatını n merkezine koymaz; insanlarla, doğayla, eşyayla olan ilişkisinde bağımlılık geliştirmez.
Ahmet Yesevi bu anlayışı hikmetlerinde şöyle ifade etmektedir.
“Ey habersiz Hakk’a gönül yürütmedin
Dünya haram ondan gönül soğutmadın
Nefsten geçip Allah’a doğru yönelmedin
Maneviyat… Yaşama sevincimizin kaynağı. Kendimizi tanımayı sağlayan ışık.
Özgürlüğümüzün gıdası.
Maneviyat farklılıklardan beslenir. Zaten farklılık nedir ki? “Ne varsa âlemde örneği var âdemde.” İnsan küçük bir kâinat değil midir? Kâinatta her şey ahenkle, birlikte yaşamaya devam etmiyor mu?
Tıpkı birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmış ve yapmakta olan Anadolu gibi.
Birbirimizi yargılamadan, anlayışla, farklılıklarımızdan güç alarak, birbirimizi tamamlayarak evrensel barış güneşinin parladığı Anadolu gibi. Zaten “Anadolu” kelimesinin manası da “güneşin doğduğu yer” demek. Tarihimiz Anadolu’da doğan güneşlerle dolu. Ateşin bile yakmadığı Hz. İbrahim gibi bir mana güneşi de bu topraklarda yaşamadı mı? Ateş güneşi yakabilir mi? Yunuslar, Hacı Bayramlar, Hacı Bektaşlar, Fatihler, Mustafa Kemaller yine birer mana güneşi gibi bu topraklarda doğmadılar mı?
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
“Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?”
“Bakın göstereyim” demiş ermiş.
“Kendilerinde huzur bulmanız için, çiftinizi-eşinizi yaratması ve böylece aranızda derin bir sevgi ve şefkat var etmesi de Allah’ın varlığının delillerindendir. Düşünen toplumlar sosyal düzenlerini buna göre kursunlar” ( Rum, 21)
Aile huzur yeridir...
Hz. Muhammed bu ayetin içeriği olan ruh birlikteliğini yaşamıştır ve ailenin bir huzur yeri olduğunu belirterek, “En hayırlınız ailesi için hayırlı olandır, bana gelince ben ailesi için en hayırlı olanınızım” ifadesini dile getirmiştir. Enes b. Malik “Ailesine Resulullah kadar şefkatli birini görmedim” demiştir.
Hz. Peygamber, hemşehrileri arasında iffetli, şerefli ve namuslu bir şahsiyet olarak tanınmaktadır. 25 yaşında iken, kendisinden yaşça büyük ve iki defa evlilik yaşamış olan Hz. Hatice ile evlenmiş; onunla 25 yıl mutlu bir hayat geçirmiştir. Hz. Muhammed eşinin yeteneklerini yaşamasına ve geliştirmesine katkıda bulunmuş, çalışma hayatında onu desteklemiştir.
Hz. Hatice’nin vefat ettiği yılın, Hz.Peygamber’in en çok üzüldüğü yıl “Hüzün Yılı” olarak anıldığını görmekteyiz. Hz. Muhammed onun sağlığında başka bir evlilik yapmamıştır. Hz. Hatice’nin vefatından sonra ona duyduğu yüksek sevgi ve saygı nedeniyle, yaklaşık 2,5 yıl evlenmemiştir.
Aile fertlerine iyi davranın
Kur’anı-ı Kerim’de Yaradanımız, “Allah’ın Rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın insanlar etrafından dağılıp giderlerdi” (Ali İmran, 159) diyerek Hz Muhammed’i övmüş ve bizlere örnek göstermiştir. Aile içinde insanlar birbirlerine en yakın iletişimleri yaşarlar ve bu yakın iletişimde yumuşak huylu olmak, barış dolu, huzurlu bir aile hayatı için son derece önemlidir.
Hz. Muhammed; “müminlerin imanca en mükemmel olanı, ahlakça en güzel olanı ve aile fertlerine yumuşak davrananıdır” demektedir. Hz Muhammed’in özelliği söylediklerini yaşayan bir insan olmasıdır; “Faydasız ilimden Sana sığınırım” diyerek uygulamadığı, hayatına yansıtmadığı bilginin eksik olduğunu vurgulamıştır.